Prof.Dr.
Oğuz POLAT
© www.kriminoloji.com 2002
Şiddetin
Nedenleri
Şiddetin Psikolojisi
Kadına Yönelik Şiddet
Uluslararası Gelişmeler
Cinsel Yönden Zorlama
Çocuklarda Cinsel İstismar
İnsan psikolojisinde evrensel olarak varlığı kabul edilen ve cinsellikle
birlikte en güçlü iki dürtüden biri olan saldırganlık ve onun sonucu şiddet,
toplumda pek çok boyutta gözlemlenen bir olgudur. Şiddet içgüdüsel olarak
varolan ve çevre etkenlerden kaynaklanan bir davranış olarak görülür. Şiddete
yol açan temel etkenler anne,baba, çocuk, aile ilişkisi, nesillerdir
sürdürülen şiddet içeren davranışlardır. Sosyal, kültürel ve ekonomik
faktörler şiddet oluşumunda rol oynarlar. Her geçen gün şiddetin günlük
yaşamımızda daha çok yer aldığı görülmektedir. Şiddetin bu denli yoğun olarak
günlük yaşamda yer alması da şiddetin kanıksanmasına yol açmaktadır. Şiddet
ayrıca bir problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu kanıksama şiddetin
birçok boyutta kullanılmasına ve çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına
neden olmaktadır.
Son yıllarda yoğun olarak
çalışılan şiddetin farklı sınıflamaları bulunmaktadır. Şu sınıflama genel
olarak kabul gören bir sınıflamadır:
Saldırgan şiddet
Kadına yönelik şiddet
Aileiçi
şiddet
Çocuğa yönelik şiddet
Yaşlılara yönelik şiddet
İntihar (kişinin kendine yönelik
şiddeti)
Saldırgan Şiddet
Bir kişinin başkasına zarar verme,
yaralama veya öldürme amacına yönelik, fizik kuvvet uygulayarak yaratılan,
ölümcül olabilen kişisel saldırganlıktır. Saldırgan şiddetin en uç noktası
cinayettir. Cinayet, bir kişinin başkasına yönelik yaralama veya öldürme
amacı ile yaptığı ve sonuçta ölümün meydana geldiği olaylardır. Öldürme
olayları bazen kendini savunma ya da ihmale bağlı olarak meydana gelen
olaylar şeklinde de görülmektedir. Saldırgan şiddet olguları adli tıbbın en
çok karşılaştığı olgu tiplerinden birisini oluşturmaktadır. Çünkü adli tıp
temelde zorlamalı ölümleri incelediği için saldırgan şiddet sonucu ortaya
çıkan kişiye yönelik şiddet olguları yaralama veya ölüm olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Öldürücü olmayan saldırgan şiddet
4 sınıfa ayrılarak incelenir: Basit saldırganlık, planlanmış saldırganlık,
ırza geçme, hırsızlık.
Basit saldırganlık silah veya alet
olmadan yapılan, kişide küçük lezyonlar yaratan olaylardır. Bunlar sıyrıklar
ile ekimozlardır. Başka bir tanımla ayaktan tedavi
ile iyileşen olgular olarak da tanımlanabilir. Küçük bir problemin
büyütülmesinden ortaya çıkabilen küçük çapta tartışma ile itişmeler bu tip
olaylara örnektir.
Planlanmış saldırganlık ise üç
şekilde meydana gelebilir:
1. Bir silahla yapılan saldırılar:
Burada yaralanma olabilir veya olmayabilir.
2. Silahsız yapılan ama önemli
hasarlara yol açan saldırılar: Diş kaybı, kemik kırığı, iç organ
yaralanmaları, bilinç kaybı ya da teşhisi konamayan ama hastanede yatmayı
gerektiren lezyonların oluştuğu durumlardır.
3. Silahla yapılan planlanmış
saldırılar: Bu konuda yapılan çalışmalar, saldırı ve cinayeti genellikle aynı
davranış grubunda değerlendirmekte ve cinayeti tam bir saldırı olarak
tanımlamaktadır.
Irza geçme zor kullanarak ya da tehdit ederek, cinsel amaçlı doyum sağlamaya
yönelik eylemlerdir. Bu konuda kitapta, detaylı olarak cinsel suçlar
bölümünde anlatılmıştır.
Hırsızlık ise birisinden, para
veya malın zor kullanma veya başka bir şekilde silahlı veya silahsız olarak
alınmasıdır.
Saldırgan şiddet farklı şekillerde de sınıflanmaktadır. Kurbansaldırgan
ilişkisi, ortama göre olmak üzere farklı şekillerde görülmektedir. Aileiçi, tanıdık olması ya da yabancı olmasına göre de
sınıflandırılmaktadır. Ancak son 30 yıldır önemli bir toplumsal problem
olarak kabul edilen şiddet, kriminal sistemin temel
problemi olarak kabul edilmesine karşın, üretilen çözümlerin her geçen gün
şiddete bağlı olayların artışını engellemediği görülmektedir.
Şiddetin nedenleri üzerinde farklı görüşler bulunmaktadır. Ama tüm nedenlerin
ve biyolojik, psikolojik, sosyolojik faktörlerini incelenmesi ile kurbanlar
ve saldırganlar hakkında bilgi edinilebilir.
Biyolojik faktörlerin
incelenmesinde öne sürülen faktör, bu tür suçu işleyenlerin ve olay
kurbanlarının çoğunun genç erkekler olmasının şiddetin, erkeklik hormonu ve
yaşın getirdiği biyolojik değişimlerle ilgisi olduğunun göstergesi
sayılabileceği şeklindedir. Yapılan çalışmalarda, artan yaşla birlikte
saldırganlığın azalmasının bunu destekleyen bir faktör olarak görülmesine karşın,
bunun doğru olarak kabul edilmesini sağlayacak veriler bulunmamaktadır.
Psikolojik yaklaşım ise bu konuda iki teori öne sürmektedir. Bunlardan birisi
sosyal öğrenme teorisine göre, bu tür davranışların taklit yoluyla
öğrenildiğidir. Gelişimsel teoriye göre ise şiddeti azaltan etkenler olduğu
sürece, görülme olasılığının da azaldığı şeklindedir. Bu etkenler; çocuk ile
onu yetiştiren arasındaki sevgi bağı, istismardan ve aşırı sert disiplinden
uzak bir çocukluk dönemi ve esnek bir iç kontrolü güçlendiren deneyimlerin
varlığıdır.
Sosyolojik yaklaşıma göre 4 temel
grupta şiddetin incelenmesi gerekir. Bunlar; Kültürel, yapısal, ilişkisel (interaksiyonist) ve ekonomik etkenlerdir. Kültürel
nedenlere göre, şiddetin toplumda kimi durumlarda ve belli kişilere karşı
kullanımının kabul gördüğünü ve bu çarpık yargının kuşaktan kuşağa
aktarıldığı savunulmaktadır. Yapısal neden, yoksulluğun ve olanaksızlıkların
insanları kanuni olmayan yollardan isteklerine ulaşmaya ittiğini öne
sürmektedir. İlişkisel yaklaşımda ise şiddetin bir dizi tahriksel davranış ve
sözler sonucunda ortaya çıktığı teorisi öne sürülmektedir. Buna göre, eğer
ortamda şiddete yönelik davranışlar varsa, bunu gören diğer kişiler de bundan
etkilenerek aynı davranışa yönelecektir. Ekonomik yaklaşım, kişilerin şiddet
sonucunda elde edeceklerinin kâr ve zarar hesabı yaparak, bu tür davranışlara
yöneldiklerini öne sürmektedir. Eğer kişi yapacağı davranışın, kendisine kârzarar bazında yararlı olacağını düşünürse bu tip
davranışa yönelecektir. Şiddet hareketlerinin daha çok alkol ve uyuşturucu
bağımlılarında, kendilerine bu maddeleri elde etmek için yaptıkları
gözlenmektedir.
Şiddetin Nedenleri
Şiddet hangi nedenlere bağlı
olarak ortaya çıkmaktadır? sorusu üzerinde çok araştırmalar yapılan bir
konudur. Özellikle bireyin özellikleri, insanın doğasına bağlı etmenlerin
neden olabileceği yaklaşımı bugün kabul gören görüşlerin başında gelmektedir.
Bu açıdan şiddetin oluşumundaki nörofizyolojik
etmenler önemle irdelenmesi gereken bir konu olarak dikkati çekmektedir.
Şiddet çalışmalarında ön plana çıkan kavram saldırganlıktır. Saldırganlık
saldırmaya ve çatışmaya eğilimli olma durumu olarak tanımlanabilir.
Doğaya bakıldığında en basit
organizmaların bile yaşamlarını, içinde bulundukları çevreden gelen ve hepsi
birer saldırı olarak nitelendirilebilecek etkilere tepki göstererek
sürdürdükleri görülmektedir. Bu konuda önemli araştırmalar yapmış olan Selye, karmaşık organizmaların strese, yani çevreden
gelen baskılara uyum özelliklerini araştırmıştır. Doğal yaşam koşulları
içinde gerilime neden olan koşullar (stressors)
çeşitli mikroplar ya da ısı, gürültü, ışık gibi çevre koşullarıdır. Bu
yukarıda örneklenen koşullarda çeşitli nedenlere bağlı olarak değişiklikler
olabilir. Bu değişim olduğunda vücut bunu dışarıdan bir saldırı olarak
değerlendirir ve buna bir tepki gösterir. Bu durumda oluşan değişik tepkilere
Genel Uyum Sendromu (UGS) ismi verilmektedir. Bu durum saldırıya uğrayan
organizmaların genel tepkisidir (İç salgı bezlerinin işleyişindeki
değişiklikler, bünyesel değişiklikler, ateş, kalp damarlarındaki sorunlar,
bayılmalar gibi organik tepkiler). Yerel Uyum Sendromu (YUS) ise lokal, belli
bir bölgede olan iltihabı durumları kapsamaktadır. (Ülserler, çıbanlar).
Organizma önce bir alarm evresi geçirir sonra da direnişe başlar. Daha sonra
direnç, yavaş ya da hızlı bir şekilde yok olur.
Gerilim ile saldırganlık
arasındaki ilişki iki türlü oluşabilir. Saldırıya uğrayan organizma, karşılık
vermek için bir hedef arar ve ilk bulduğuna yönelir. Öte yandan
saldırganlığın kendisi de, sinirlenme özellikle de kızgınlığın dışa
vurulamaması ile şiddetlenen mide, onikiparmak barsağı
ülserleri ve kalp sorunları gibi belirtilerle gerilimin başladığı
gözlenmektedir.
Delgado'nun
beyin bölgesine gönderdiği elektriksel uyarılarla yaptığı araştırmalar,
saldırganlıkları başlatan ve durduran bölgelerin haritasının oluşturulmasını
sağlamıştır. Bu da saldırganlığın denetlenebilme ve yönlendirilebilmesine
olanak tanımıştır. Örneğin beyincikte belli bir bölgenin uyarılması,
saldırganlık krizlerine yol açarken beyinde ön bölgede belli bir odak
uyarıldığında içtenlik ve gülümseme sağlanmaktadır. Delgado'nun
deneylerine örnek olarak, beyinlerine uzaktan kumandalı elektrotlar
yerleştirilen boğaların saldırılarının birdenbire sona ermesi verilebilir.
Beyin bölgeleri ile saldırganlık
arasındaki bu bağlantı, saldırganlığın önlenebilmesi için ilaç kullanımında
yararlı olmuştur. Ruhsal denge bozukluklarının tedavisinde ya da genel olarak
sakinleştirici olarak kullanılan Fenoltiazin, Metrobamat veya Diazepam gibi
maddelere sıkça başvurulmakta bu ile benzeri ilaçlardan saldırganlığın
önlenmesi ve denetlenmesi için yararlanılmaktadır.
Hayvanlar arasında yapılan
şiddete yönelik araştırmalar ise ilginç sonuçlar vermiştir.
1. Türler arası şiddetten söz
etmek olası değildir. Değişik türden hayvanlar doğal ortamda dağılırlar ve
birbirleriyle karşılaşmamaya gayret ederler. Çatışmalar sadece avlanma
amacıyla çıkar ve vahşet düzeyi çok yüksek olmamaktadır. Avcı avını
öldürmeye, av ise ya kaçmaya ya da kendini savunmaya çalışır.
2. Gerçek saldırganlık tür
içindedir. Yani aynı türün bireyleri arasında görülür ve bir içgüdüye benzer.
Başka bir deyişle programlanmış ve otomatik bir görünümü vardır. Harekete
geçirici belli etkiler tepki görür ve belli saldırgan davranışlara yol
açarlar (belirtiler: tehdit, olay, sakinleşme). Saldırganlık belirtileri aynı
zamanda birer araştırma tanıma isteğinden de kaynaklanmaktadır.
3. Bu tip saldırganlıkların
belirli bir işlevi olduğu, fonksiyon gördükleri izlenmektedir. Bireylerin
alana, çevredeki barınma olanakları ölçüsünde yayılmalarını sağlamaktadır.
Güçlü erkeklerin dişilere daha rahat yaklaşabilmelerine olanak sağlayarak
cinsel alanda etkili olmakta ve gruplar içinde egemenlik düzenlerinin
oluşmasını sağlamaktadır. Sonuçta şiddet güçlünün egemenliğini sağlayarak
saldırganlığında sona ermesi sonucunu getirmektedir.
4. Tür içi saldırganlığın yok
edici yanı yoktur. Hem hayvanların pençe, diş ve boynuzdan ibaret silahları
fazla tehlikeli değildir, hem de saldırganlık belli ölçülerde yaşanmaktadır.
Tüm hayvanlar öncelikle kendilerini korumaya çalıştıklarından şiddetin
etkisinin azaldığı gözlenir. Öncelikle zayıfın ortamdan kaçmasını sağlamaya yönelik
şiddet gösterisi gözlenmektedir. Boyun eğme kuralları ise, zayıfa güçlünün
egemenliğini kabul etme ve şiddetinden korunma olanağını tanır.
5. İçgüdünün yapay ortamlarla
karşılaşması ya da bireyin başarısız olması gibi özel koşullarda tür içi
saldırganlık, lethalizasyon adı verilen patolojik
davranışlara da yol açabilir. Bu laboratuvar
ortamında, hayvanat bahçelerinde, sirklerde, bazı evcil hayvanlarda görülen
nörotik davranışlara, sapkınlıklara, öldürme hırsı gibi davranış
bozukluklarına neden olmaktadır Doğal saldırganlık yönelebileceği bir hedef
bulamazsa ya da koşullandırmalar yüzünden etkiler belirsizleşirse hayvan
şiddeti kendine karşı uygulamaya, yavrularını yemeye, patolojik davranışlarda
bulunmaya başlar ve grup içinde çatışmalar çıkar.
İnsanlarda da bütün diğer hayvanlarda olduğu gibi saldırganlık vardır. İlk
insanlarda bu içgüdünün uyumsal bir yanının olduğu düşünülebilirse de,
insanlar çevrelerine egemen olmaya başladıkça, kalabalık gruplar oluşturacak
yaşam modellerini geliştirdikçe bu içgüdü zararlı olmaya başlamıştır.
İnsanların yaratıcılıkları ve silahların gelişimi de zararın artmasına neden
olmuştur. Kuralların her zaman işlevsel olmadığı görülmüştür. Geçen zaman
içinde toplulukların boyutları bireyler arasındaki mesafeyi ve iletişim
bozukluklarını arttırmıştır. Sonuçta insanlığın saldırganlığı türler arası
boyuta taşıdığı gözlenmiştir.
G. Bataille,
insanın yaratıcı, meraklı araştırmacı ve çeşitli yöntemlerle
sınırlarını sürekli zorlayan bir yaratık olduğunun altını çizmiştir. Alet
kullanan insan, hayvanı doğanın sürekliliğini, bilgisine hizmet edebilecek ve
yönetilebilecek nesnelere ayırır. Burada ilk şiddet olgusu görülmektedir. Bu
şiddet, yaratıcı bir şiddettir. İnsan süreklilikten, dolaysızlıktan ve
giderek doğadan kopar, kuralların hiçe sayıldığı bir aşırılıklar dünyasına
girer.
Şiddetin Psikolojisi
Şiddet ve saldırganlık değişik
yaklaşımlarla irdelenmişlerdir. Bunların bir bölümü genel psikolojiden yola
çıkarak saldırganlığı ve nedenlerini, incelemiş ve saldırgan davranışların
incelenmesiyle oluşan kuramlar önermişlerdir. Bir grup araştırmacı şiddet
yanlısı veya saldırgan kişilikleri birer klinik olgu olarak görmektedir. Bazı
uzmanlar ise saldırganlığa dayanan ilişkileri toplumsal etkileşim olarak
algılarlar.
Çalışmalar belirli unsurlarla
saldırgan davranışlar arasındaki ilişkinin kurallarını araştırır.
Araştırmalar genel olarak deneysel ve istatistikseldir.
Davranışçı (behaviorist)
ya da yeni davranışçı (neo behaviorist)
türden mekanik kuramlar kızgınlık ve saldırganlık tepkilerine yol açan
etkilerden söz ederler.
Hareket olanaklarından, yiyecekten
veya içecekten yoksun bırakılan, genel anlamda kısıtlamalarla karşı karşıya
kalan çocuklarda hiddet belirtileri görülür. Aşırı sıcaklığın, gürültünün ve
nemin saldırganlığa etkileri deneylerle saptanmıştır. Büyük yerleşim
merkezlerinde ve kalabalık semtlerde ara sıra yaşanan (gürültücülere karşı
ölümcül öfke buhranları gibi) yaz faciaları genellikle böyle nedenlere
dayanır.
Başka bir açıdan bakarak yapılan
araştırmalar, karakter ve psikoloji, bazı ani hareketlerin, keskin ve
düzensiz şekillerin korku ve düşmanlık uyandırdıklarını göstermiştir. Son
olarak saldırganlık öğreti ve koşullanmalarının son derece dirençli olduğunu
ve kişiliğin bütününü kapsadıkları görülmektedir.
Psikolojik kuramlardan bazıları
saldırganlığın öğrenilmesinde örneklerin önemini vurgulamaktadırlar.
Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile
öğrenilir. Örneğin genç suçluların çoğu, çocukluklarını geçirdikleri aile
çevrelerinde dayak veya şiddet görmüşlerdir.
Bandura'nın
araştırmaları basında yayınlanan saldırgan davranış örneklerinin çocuklar
üzerinde, özellikle de sorunlu çocuklar üzerinde yaptıkları etkiye dikkat
çekmektedir. Saldırganlık ya taklit yoluyla, ya saldırgan içgüdülerin serbest
kalmasıyla ya geçmişte oluşmuş saldırgan davranış eğilimlerinin su yüzüne
çıkmasıyla ya da genel tahrik unsurunun artmasıyla oluşmaktadır.
Dinamik psikoloji açısından J. Dollard'ın bu konudaki çalışmaları önem taşımaktadır. J.Dollard'ın ana kuramı, saldırganlığın 'Bir öznenin
etkilere karşı yasak tepkiler gösterme durumu' anlamında huzursuzluk
karşısında gösterilen ilk ve karakteristik tepki olduğudur. Saldırganlık,
huzursuzluğun tahrik gücü, tepki girişimi (interférance)
derecesi ve yol açtığı tepki ile doğru orantılı olarak azalır ya da çoğalır.
Başka bir deyişle, etki ne kadar güçlü olursa huzursuzluk o kadar yoğun olur
ya da saldırganlık, huzursuzluğun davranış biçimlerini etkilediği oranda
etkili olur. Şiddet, doğrudan doğruya huzursuzluğun kaynağına yönelir. O da
yasaklanmışsa, dolaylı saldırganlıklar ya da öznenin kendi kendine karşı
giriştiği saldırganlık hareketleri görülmeye başlar. Sonuç olarak saldırganlık,
huzursuzluğun boşalma ve patlama şekli olarak kabul edilebilir. Şiddet ve
türevlerinin psikolojisi büyük ölçüde Selye'nin
gerilim ve sonuçları hakkındaki görüşlerine dayanır.
Bu savlar, deneysel yollarla
kanıtlanmışlardır. Örneğin bebeklerin yoksun bırakıldıkları süt miktarı ile
kızgınlık derecelerinin oranları ölçülmüştür. Buradan çıkarılabilecek
yorumlar, J. Dollard ve yardımcıları tarafından,
toplumsal yaşamın çeşitli yönlerini kapsayacak şekilde geliştirilmişlerdir.
Eğitim olanaklarına veya ekonomik ya da cinsel olanaklara ulaşamamanın, bu
olanaklardan yoksun kalmanın yarattığı huzursuzluklar günümüz toplumlarında
yaşanan saldırganlıkların bir boyutunu açıklayabilmektedirler.
Klinik araştırmalar, saldırgan
kişiliklerin oluşmasında etkin olan sarsıcı (travmatik) unsurları,
huzursuzlukların rolünü, parçalanmış ailelerin ve aile bunalımlarının
önemini, kişilik bölünmesi ve paranoya kişilik oluşma süreçlerinin yerini
vurgulamaktadırlar. Bu alanda Dicks'in Nazi
Almanya'sı yenilgisinden sonra savaş suçlularının kişilikleri üzerinde
yaptığı incelemeler, Fromm ve Bettelheim'in
toplama kamplarında durumun, mağduriyetin ve saldırganlığa karşı direnişin
ruh durumları konularındaki araştırmaları çok önem taşımaktadır. Psikanaliz,
nefret, mazoşizm, sadizm, paranoyak veya içekapanık (şizoid)
kişilik yapıları gibi kavramların derinlemesine incelenmesine olanak
sağlanmış ve klinik açıklamaların kavramsal temellerinin yenilenebilmelerinde
bu çalışmaların katkılarından yararlanmışlardır.
İstatistiksel araştırmalar ise
insanın kendine karşı uyguladığı ve intihara kadar ulaşabilen saldırganlık
ile başkalarına karşı uyguladığı saldırganlık arasında, sanki aynı
saldırganlık, yerine göre öznenin kendisine, yerine göre de dış dünyasına
karşı uygulanmıyormuşçasına bir bağ olduğunu ortaya koymuşlardır. Aşk
cinayetleri ve buna benzer bazı suç türleri, narsistik tipler için intiharla
özdeştir. Sadece kurban değişmekte, öznenin kendisi değil de bir başkası
olmaktadır. Durkheim'in büyük araştırması başta
olmak üzere, intihar hakkında yapılan sosyolojik çalışmalar, kişinin kendine
ve başkasına doğru yönlendirdiği saldırganlığın dönüştüğü konusunda benzer
sonuçlara ulaşmışlardır.
Bilimin bu dalı da saldırganlığı
ev şiddeti ve buna bağlı etkileşimsel durumlar bağlamında incelemektedir. Her
ne kadar hiçbir yaklaşım şiddetin ve saldırganlığın belirli durumlarda
oluştuğunu, saldırgan ve kurban olarak nitelediğimiz tarafları karşı karşıya
getirdiğini, bunların saldırı ve şiddet olaylarında oynadıkları "kurban
ve saldırgan" rolleri ile birbirlerini karşılıklı olarak
koşullandırdıklarını göz ardı etmemesi gerekir. Bazı ilginç deneyler,
olayların ve grupsal ile erksel etkenlerin özde toplumsal boyutları üzerinde
yoğunlaşmışlardır.
Fromm
tarafından açıklanan Zimbardo deneyleri, cezaevi
yaşamını incelemeyi amaçlayan bir çalışma sırasında normlar denekleri
rastgele iki gruba ayırmış, bir grup gardiyanlık görevini üstlenirken, diğer
grup da hükümlü rolü oynamıştı. "Gardiyanlar", rollerini son derece
ciddiye almışlar, hatta bir süre sonra gerçek birer gardiyan gibi davranmaya
başlamışlardı. Mahkumlar ise tutuklanış biçimleri durumlarını anlamalarına
fırsat vermiyordu. Seçildikten sonra gerçek polisler tarafından gerçekten
tutuklanmışlardı, genel bir bunalım ve mazoşizm aşaması geçirmişlerdi. Hemen
hepsinde durumlarının belirsizliğinden kaynaklanan ve suçlulara özgü bir
isteksizlik meydana gelmişti.
Bu deney, ahlaksal yönü
tartışılabilir ise de sonuçları açısından önemlidir. Hem toplum içinde
yüklenilen rollerin gücüne işaret etmekte hem de yurtlarından sürülmüş,
kamplarda toplanmış kitleler üzerinde sürdürülen çalışmaların sonuçlarını
doğrulamaktadır. Kişilik tek başına belirleyici değildir. Durumun yapısına
göre, kurbanların davranışları özellikle de gerçekten suçsuz iseler büsbütün
zavallılaşmakta, gardiyanların saldırgan tutumları ise katlanma eğilimi
göstermektedir.
Milgram'ın
ünlü deneyleri de, daha radikal olmakla birlikte aynı doğrultudadırlar. Milgram deneklerini, bir bellek deneyi yapma bahanesiyle
toplamıştı. Deneyler bir bilim adamının gözetiminde yapılıyordu. Deneklerin,
kobay olarak belirlenmiş başka deneklerin öğrenme yeteneklerini sınamaları
gerekiyordu. Hata gördükleri taktirde, ceza olarak, 15 volttan 300 volta
kadar giderek artan şiddetlerde elektrik akımı verme yetkileri vardı.
Gerçekte ise bu bir düzendi. Elektrik akımı verilmiyordu. Kobaylar denekler
tarafından görülemeyecekleri biçimde yerleştirilmişlerdi ve sözde elektrik
akımı verildiğinde, bir ses düzeninden daha önce kaydedilmiş gerçek
çığlıklar, denekler tarafından atılıyormuş gibi yükseliyordu. Alınan sonuçlar
şaşkınlık vericiydiler. İlk çarpıcı nokta, ceza verme yetkisi ile donanan
deneklerin hiçbirinin itiraz etmemesi oldu. Bunlar "işe" başlamadan
önce, acı verici ve tehlikeli olabilecek derecede ceza aşamalarında
duracaklarını belirtmişken, hepsi de tehlikeli sınırı aşmış, hatta yüzde 60'ı
deneyi sonuna kadar sürdürmüştü. Yüzlerini gergin ve üzgün ifadeler kaplamış
ve kendilerini bilime hizmet ediyor olmakla savunmaya çalışmışlar fakat
gerçek şu ki, karşılarındaki insanlara elektrik vermekten çekinmemişlerdir.
Bu deneyler göstermektedir ki her
şeyden önce insanlar kendi itaatkarlık ve saldırganlıklarını çok kötü
değerlendirmektedirler. Akım gücü tehlikeli düzeylere erişince duracaklarını
söyleyenler, deney sırasında hiç de öyle davranmamışlardır. Başka bir deyişle
insanlar, özerkliklerine aşırı güven duymaktadırlar. Söz konusu şiddet
olunca, hiç kimse sınırlarını bilememektedir. Bu deneyden alınması gereken
bir başka ders ise, denekler içinde çok yüksek oranda kişilerin, yetkililere
körü körüne itaat ettiği, giderek yüklendiği görevi iyi yapmak ve aldığı
ücreti hak etmekten başka bir şey düşünmediği gerçeğidir. Kendisine itaat
edilen kişinin "yetkili" olmasının önemini iyice vurgulayabilmek
için, deneklerin, bilimi temsil eden bir üniversite öğretim üyesi tarafından
değil de herhangi birisi tarafından verildiğinde, ilk inlemeleri duyar duymaz
deneyden vazgeçtikleri de dikkati çeken bir gözlemdir. Milgram
deneylerinden alınacak en çarpıcı ders, sadizmle uzaktan yakından ilgileri
bulunmayan, belirgin sapma özellikleri göstermeyen kişilerin bile, itaat ve
yetkililere boyun eğme ilkeleri uğruna birer işkenceciye dönüşebilmeleridir.
20.yüzyılda yaşanan toplama kampları olgusu hakkında yapılan araştırmalar ve
başvurulan tanıklıklar, yetkililere itaatin ulaşabileceği korkunç boyutların
daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır. H. Arendt'in,
Nazi Almanya'sındaki Yahudi sorununa bulunan "kesin çözüm"ün başta
gelen örgütleyicilerinden Eichmann gibi korkunç,
bir o kadar da sıradan kişilikler hakkında kullandığı deyimi anımsatarak
sorunun "kötülüğün olağanlığı" olduğunu ve duruma göre herkesin bir
cellada dönüşebileceği söylemek yanlış olmamaktadır.
Kadına Yönelik Şiddet
Kadına karşı şiddet dünyada her
ülkede karşılaşılan bir olgudur. Adli Tıp, kadına yönelik şiddet olgularında
durumu saptama fonksiyonu görmesi açısından çok önemli bir işleve sahiptir.
Dünyada her üç kadından birinin dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da
başka şekilde istismar edildiği yapılan araştırmalardan ortaya çıkmaktadır.
Şiddetin yıkıcı etkileri kadının
fiziksel ve ruhsal sağlığının başka yönlerini olduğu kadar üreme sağlığı
üzerinde de kendini gösterebilir. Yaralanmalara neden olmasının dışında
şiddet, kadının uzun dönemde, kronik ağrı, fiziksel yetersizlik, narkotik
ilaç ve alkol kötüye kullanımı ve depresyon gibi bir dizi başka sağlık
problemi yaşama riskini arttırır. Fiziksel ve cinsel istismar geçmişi olan
kadınlar da planlanmamış hamilelik, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve
hamileliğin ters sonuçları için artan bir risk altındadırlar.
Kadınlara ve kızlara karşı şiddet
fiziksel cinsel, psikolojik ve ekonomik istismarı içerir. Bu çoğunlukla
"cinsiyete dayalı" şiddet olarak bilinir; çünkü bu kavram kısmen
kadının toplumdaki edilgen statüsünden ortaya çıkmıştır. Özellikle gelişmekte
olan ülkelerde ekonomik bağımsızlığını kazanamayan kadınlarda bu tip
olguların sıklıkla yaşandığı görülmektedir. Pek çok kültürde, kadına karşı
şiddeti haklı gösteren ve dolayısıyla da daimi hale getiren inançlar, normlar
ve sosyal kurumlar vardır. Bir patrona, komşuya ya da tanıdığa yönelttiğinde
cezalandırılabilecek aynı davranışlar erkekler tarafından kadınlara,
özellikle de aile içinde kadına yönelik olarak uygulandığında çoğunlukla
karşılıksız kalmaktadır.
Kadına karşı şiddetin en yaygın
görülen şeklinden ikisi çocuklukta, ilk gençlikte ya da yetişkinlikte
olsun erkek partnerler tarafından fiziksel istismar ve cinsel ilişkiye
zorlamadır. Partnerin istismarını aile içi şiddet, eşin dövülmesi ve
hırpalanması olarak da bilinir neredeyse her zaman psikolojik istismar
ve olguların dörtte biri ile yarısı arasında da cinsel ilişkiye zorlama
izler. Partnerleri tarafından istismar edilen kadınların büyük çoğunluğu bu
duruma pek çok kez maruz kalmıştır. Gerçekten de, istismarın yaşandığı
ilişkiye çoğunlukla bir terör atmosferi hakimdir.
Eş istismarı, "Yetişkin bir
kişinin, yakın ilişkide olduğu diğer bir yetişkin tarafından, fiziksel ya da
duygusal sorunlara yol açacak şekilde saldırıya uğraması ya da baskı altında
tutulması" olarak tanımlanabilir. Amerika'da yapılan bir araştırmaya
göre, acil servise başvuran kadınların %17'si birlikte oldukları erkek
tarafından dayak yedikleri ve yaralandıkları için buraya gelmek zorunda
kalmışlardır.
Bu tür saldırganların
açıklanmasında üç farklı model geliştirilmiştir:
a. Kişiler arası şiddet modeli: Bu
modele göre insanlar, anlaşmazlıklarını konuşarak çözme yeteneğinden yoksun
oldukları için şiddete yönelmektedirler.
b. Aile şiddeti modeli: Evde ve
okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk,
yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir.
Toplumun da şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin bunda
önemli rol oynadığı düşünülmektedir.
c. Cinsellik politika modeli: Bu
modele göre erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu
düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri
durumunda şiddete başvurmaktadırlar.
Araştırma sonuçlarına göre
"Eş İstismarı" en çok işsiz ya da çalışan yoksul sınıf içinde
görülmektedir. 21 yaşından küçükler ve 60 yaşın üzerindekiler ile hamileler,
kadınlar en çok istismar edilenlerdir. Bu olayların oluşmasında en güçlü
uyarıcıların, erkeğin alkol bağımlılığı ile kadın ve erkek arasındaki sosyal
sınıf farkı olduğu düşünülmektedir.
Kadınlarda görülen fiziksel
zararların en sık görülen nedeni "Eş İstismarı"dır. Eş istismarının
kadında oluşturduğu olumsuz psikolojik etkiler, alkol ve uyuşturucu
bağımlılığı, intihar düşünceleri ile girişimleri, çocukların fiziksel
istismarı ve anksiyetedir.
Her tür şiddet olgusunda olduğu gibi; eş istismarında da bu olayların
engellenebilmesi için kişiler, insanlararası
ilişkiler konusunda eğitilmeli, toplum kadın erkek eşitliği konusunda
bilinçlendirilmeli, kadına saygı kavramı işlenmelidir. Ayrıca dayak yemiş
kadınlara sığınacak yerler ve kriz anlarında yardım sağlanmalı, danışmanlık
hizmetleri verilmeli, saldırgan erkekler de tedavi görmeye teşvik
edilmelidir.
Sağlık Hizmeti Sağlayanlar
Nasıl Yardım Edebilir?
Şiddet olgularında tedavi edici
hekimlik kadar Adli tıp hizmetinin verilmesi de önemlidir. Hatta uzun dönemde
ele alındığında Adli Tıp Uzmanları daha da önem taşımaktadır. Çünkü bu tip
olaya maruz kalan bir kadının daha sonraki aşamalarda kanuna başvurduğunda
onun dayak yediğini,kendisine şiddet uygulandığını gösterecek temel belge
olaydan hemen sonra aldığı adli tıp raporudur. İşgörmezlik
raporu şiddete maruz kalan kişinin şiddetten ne denli fiziksel zarar
gördüğünü, resmi olarak ispatlayan belgedir. Şiddet kurbanı olan kişilere
yardım etmek için çok şeyler yapılabilir. Ancak, sağlık hizmeti verenler,
konu hakkında bilgileri olmadığı, kayıtsız kaldıkları ya da yargılar şekilde
yaklaştıkları için bunu yerine getirmemektedirler. Burada temel eksiklik bu
konuda sağlık personelinin eğitim almamış olmasıdır. Sağlık bakımı
sistemlerinden alınacak eğitim ve destek ile, bu uzmanlar istismar edilmiş
kızların ve kadınların fiziksel, duygusal ve güvenlik ihtiyaçlarına cevap
vermek için daha fazla şeyler yapabilirler.
İlk olarak, sağlık hizmeti
verenler kadınlara yaşadıkları şiddet hakkında, yararlı bulacakları şekilde,
nasıl soru soracaklarını öğrenebilirler. Kadınlarla empati kurabilir ve
onlara destek sağlayabilirler. Tıbbi tedavi sağlayabilir, psikolojik
danışmanlık yapabilir, yaralanmaları belgelerle ispat edebilir ve söz konusu
kişileri yasal yardım ve destek hizmetlerine yönlendirebilirler.
Söz konusu hizmeti verenler
şiddetin kabul edilemez olduğu ve hiçbir kadının dövülmeyi, cinsel istismara
uğramayı, ya da duygusal olarak örselenmeyi hak etmediği konusunda
güvenlerini tazelerler.
Fiziksel ve cinsel şiddeti sona
erdirmek uzun dönemli bir çaba ve toplumun bütün katmanlarını işin içine
katan stratejiler gerektirir. Pek çok ülke, kadınlara karşı şiddeti ortadan
kaldırmak için kadının yasal haklarını teminat altına alan yasalar çıkararak
ve istismarcıları cezalandırarak büyük bir kararlılık sergilemiştir. Ayrıca,
yaşanılan bölgeyi temel alan stratejiler de kadınlara yetki verme, erkeklere
ulaşma ve istismarcı davranışlara dayanak oluşturan inanç ve tutumları
değiştirme üzerinde odaklanabilir. Kadınlar ancak toplumun eşit statüdeki
üyeleri olarak yerlerini kazandıklarında, kadına karşı şiddet artık geçerli
bir norm olmaktan çıkıp tepki duyulması gereken bir boyut kazanacaktır.
Kadına karşı şiddet, dünyada çok
yaygın olan, fakat en az bilinen bir insan hakları istismarıdır. Bu aynı
zamanda, kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve
özsaygısını kemiren bir sağlık problemidir. Bir patrona, komşuya ya da
tanıdığa yönelttiğinde cezalandırılabilecek aynı davranışlar erkekler
tarafından kadınlara, özellikle de aile içinde, yönelik olarak uygulandığında
çoğunlukla karşılıksız kalmaktadır. Yirmi yıldan fazladır, dünyanın her
yerinde bütün kadın hakları savunucusu gruplar kadınların fiziksel,
psikolojik ve cinsel istismarına daha çok dikkat çekmek için çalışmakta ve
harekete geçilmesi ihtiyacının altını çizmektedir. Bunlar istismara maruz
kalmış kadınlara barınak sağlamış, yasal reformlar için çalışmalar yapmış ve
kadına karşı şiddeti destekleyen pek çok tutum ve inançla mücadele
etmişlerdir.
Bu çabalardan gittikçe daha fazla
sonuç alınmaktadır. Bugün, uluslararası kurumlar cinsiyete dayalı şiddete
karşı seslerini yükseltmişlerdir. Araştırmalar istismarın niteliği ve
boyutları hakkında daha çok bilgi ortaya koymaktadırlar. Daha çok sayıda kurum,
hizmet sağlayıcısı ve politikacı kadına karşı şiddetin kadının sağlığı ve
toplum açısından ciddi sonuçları olduğunu kabul etmektedir.
"Kadına karşı şiddet"
terimi kadınlara ve kızlara cinsiyetleri nedeniyle yönlendirilen zarar verici
çok çeşitli davranış anlamına gelmektedir. 1993 de Birleşmiş Milletler Genel
Meclis kadına karşı şiddetin ortadan kaldırılması hakkındaki beyannameyi
kabul edince, Birleşmiş Milletler bu tip şiddetin ilk resmi tanımını yaptı.
Beyannamenin 1. maddesine göre, kadına karşı şiddet şunları içine almaktadır:
Kadına fiziksel, cinsel ya da
psikolojik zarar ile sonuçlanan ya da bu ihtimalin mevcut olduğu, ister özel
isterse sosyal yaşamda olsun söz konusu hareketlere ilişkin tehditler, zorla
ya da keyfi olarak özgürlük mahrumiyeti de dahil olmak üzere cinsiyete dayalı
her türlü şiddet hareketini kapsamaktadır.
Bu sözleşmede de belirtildiği üzere, nerede ve nasıl meydana geldiklerine
bakılmaksızın kadınların ve kızların istismarı en iyi "cinsiyet"
çerçevesinde anlamını bulmaktadır; çünkü bu durum kısmen kadının ve kızların
toplumdaki edilgen statüsünden kaynaklanmaktadır. Birleşmiş Milletler
Beyannamesinin 2. Maddesi, kadına karşı şiddetin tanımının aile ve toplumdaki
psikolojik, cinsel ve psikolojik şiddet hareketlerini içine almasını, fakat
onlarla sınırlı kalmaması gerektiğine açıklık getirir. Bu hareketler arasında
eşin hırpalanması, kız çocukların cinsel istismarı, çeyiz konusuna ilişkin
şiddet, evli çiftlerdeki de dahil olmak üzere tecavüz ve genital
mutilasyon gibi kadına zarar veren geleneksel
uygulamalar yer alır. Eşin dışındaki bir kimsenin uyguladığı şiddet, evde ve
okuldaki cinsel taciz ve gözdağı verme, kadınları karanlık işlerde kullanma,
fahişeliğe zorlama ve savaş sırasındaki tecavüzler gibi devlet tarafından
icra edilen ya da göz yumulan şiddet yine bu hareketler arasınd
Temel şiddet olguları içinde çocuk
veya adolesan dönemde ilişkiye zorlama ve şiddet
uygulama gelmektedir. Bunlar bütün dünyadaki kadınların ve kızların
hayatlarındaki en yaygın istismar tiplerini yansıtmaktadır. Diğer istismar
şekilleri kadın satışı ve savaş sırasındaki tecavüzler, kız çocuklarını
öldürme de ayrıca önemlidir.
Kadına karşı şiddet genel
anlamdaki kişiler arası şiddetten farklıdır. Örneğin, erkeğe karşı şiddetin
nitelikleri ve görüntüleri kadına karşı olandan tipik olarak farklılık
gösterir. Erkeklerin bir yabancı ya da herhangi bir tanıdık tarafından mağdur
edilme olasılığı kadınlardan daha fazladır. Kadınlar ise bir aile bireyi ya
da partner tarafından mağdur edilme olasılığı ile erkeklerden daha fazla
karşı karşıyadırlar. Kadınların çoğunlukla kendilerini istismar edenlere
duygusal ve finansal olarak bağlı oldukları gerçeği kadınların yaşadığı
şiddetin nitelikleri ve nasıl en iyi şekilde müdahalede bulunulacağı
konusunda oldukça aydınlatıcı olacaktır.
Bütün dünyada, kadına karşı
şiddetin en yaygın görülen şekillerinden biri eşleri ya da diğer erkek
partnerlerin uyguladığı istismardır. Partnerin istismarı bütün ülkelerde ve
tüm sosyal, ekonomik, dini ve kültür gruplarında karşılaşılan bir olgudur.
Aslında kadınlar da şiddet uygulayabilir ve istismar bazı aynı cins
ilişkilerinde de geçerlidir; fakat, partner istismarının büyük bir çoğunluğu
erkekler tarafından kadın partnerlerine karşı uygulanmaktadır.
Partnerlerin uyguladığı istismar
hakkında yapılan araştırmaların daha ilk evrelerinde olmasına rağmen
nitelikleri ve nedensel faktörleri üzerindeki anlaşma her geçen gün
artmaktadır. Genellikle "eşin dövülmesi", "hırpalanması"
ya da "aile içi şiddet" adları ile anılan partnerlerin uyguladığı
istismar tek başına bir fiziksel agresyon hareketi
değil, genellikle bir istismar ve kontrol örüntüsünün bir parçasıdır. Partner
istismarı şunları içine alan pek çok şekil alabilir: Vurma, tokatlama, tekme
atma gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret
etme gibi psikolojik istismar; ve zorla cinsel ilişki. İstismarın bu şekli
çoğunlukla kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip
etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik
davranışları da içine alır.
Uluslararası
Gelişmeler
1990'larda kadına karşı şiddet
uluslararası bir odak noktası olarak ortaya çıkmıştır.
1993'te BM genel Meclisi Kadına
Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Beyanname'sini, BM önergesi 48/104 (444),
kabul etmiştir.
Hem Kahire'de 1994'te
yapılan Uluslararası Nüfus ve Gelişim Kongresi hem de Beijing'teki
1995'teki Dördüncü Dünya Kadın Konferansı'ında,
dünyanın her yerinden kadın organizasyonları cinsiyete dayalı şiddeti sona
erdirmenin öncelikle ele alınması gereğini savunmuştur.
Kahire Hareket Programı
cinsiyete dayalı şiddetin kadının reprodüktif üreme
ve cinsel sağlığı ve haklarının karşısında duran bir engel olduğunu kabul
etmiştir. Beijing Beyannamesi ve Hareket Platformu
kadına karşı şiddet konusu üzerine bir bölüm ayırmıştır.
Mart 1994'te İnsan Hakları
Komisyon'u Kadına Karşı Şiddet üzerine ilk Özel Raportör'ünü kadının insan
haklarının istismarını araştırmakla görevlendirmiştir .
Bin dokuz yüz doksan dört
yılında Amerikan Eyalet Organizasyonları (OAS) kadına Karşı Şiddeti Önleme,
Cezalandırma ve Ortadan kaldırma İnter Amerikan
Mukavelesi'ni müzakere etmiştir. Sözleşmeyi 1998 itibariyle 27 Latin Amerika
ülkesi kabul etmiştir
Mayıs 1996'da 49. Dünya Sağlık
Birleşimi şiddete bir halk sağlığı önceliği ilan eden bir önerge (WHA49.25)
kabul etmiştir. Sağlık ve Cinsiyet Adaleti Merkezi (CHANGE) ve Londra Hijyen
ve Tropik Tıp Okulu ile birlikte Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kadın sağlığı ve
aile içi şiddet üzerine, birçok ülkede gerçekleşen bir çalışmanın
sponsorluğunu yapmaktadır.
Eylül 1998'de İnterAmerikan Gelişim Bankası (IDB) 37 ülkeden 400 uzmanı
bir araya getirerek aile içi şiddetin nedenleri ve maliyeti ve bu tür
şiddetin ortadan kaldırılması için geliştirilecek politika ve programları
tartışacakları bir platform oluşturmuştur. IDB şu mevcut durumda altı Latin
Amerika ülkesinde kadına karşı şiddet üzerine araştırma ve demonstrasyon
projelerini finanse etmektedir.
UNIFEM, 1998 yılında Afrika,
Asya / Pasifik ve Latin Amerika'da kadına karşı şiddet konusuna global olarak
dikkat çekmek için, bölgesel kampanyalar gerçekleştirmektedir. UNIFEM, aynı
zamanda, 1996 yılından beri, dünya çapındaki 71 projeye 3.3 milyon US$
harcama yapan bir girişim olan Kadına Karşı Şiddeti Önleme
Hareketlerini Destekleyen Emniyet Fonu'nu da yönetmektedir.
Birleşmiş Milletler Nüfus
Fonu 1999 yılında, kadına karşı şiddeti "bir halk sağlığı önceliği"
olarak ilan etmiştir.
Problemin Boyutları
Bütün dünyada yapılan araştırmada,
kadınların %10'u ile %50'si hayatlarının herhangi bir evresinde bir erkek
partner tarafından kendilerine vurulduğunu ya da başka şekilde fiziksel
olarak zarar verildiğini bildirmiştir. Partnerin uyguladığı şiddet üzerine
araştırmalar daha yeni olduğundan partner tarafından uygulanan psikolojik ve
cinsel istismar hakkındaki karşılaştırma yapılabilecek araştırmalar çok
azdır. İlişkideki fiziksel şiddeti neredeyse daima psikolojik istismar ve
olguların üçte biri ile yarısı arasında da cinsel istismar takip eder.
Örneğin, Japonya'daki 613 istismar yaşamış kadından %57'si üç tip istismarın
fiziksel, psikolojik ve cinsel hepsine maruz kalmıştır. Sadece %8 oranındaki
kadınlar yalnızca fiziksel istismara uğramıştır. Meksika, Monterrey'de
fiziksel istismara uğramış kadınların %52'si aynı zamanda cinsel olarak da
istismar edilmişlerdir. Nikaragua, Leon'da fiziksel
olarak istismar görmüş 188 kadından sadece 5'i aynı zamanda cinsel, psikolojik
ya da her ikisine de maruz kalmamıştı.
Herhangi bir fiziksel agresyona maruz kalan çoğu kadın bu durumu zaman içinde
genellikle birçok kez yaşar. Örneğin, Leon
çalışmasında önceki yıl istismar yaşamış kadınların %60'ı bu durumu birden
fazla kez ve %20'si altı kezden daha fazla ciddi
boyutlarda yaşamıştı. Her ne şekilde olursa olsun fiziksel istismar
yaşadığını bildiren kadınlardan %70'i şiddetli istismara maruz kaldıklarını
söylemiştir. Londra'daki araştırmada yer alan mevcut durumda istismar yaşamış
olan kadınlar arasındaki kadınların önceki yıl maruz kaldıkları fiziksel
saldırıların ortalama sayısı yedidir. Bu sayı, A.B.D.' deki araştırmada yer
alan aynı durumdaki kadınlar için üçtür.
Partnerin uyguladığı şiddete
ilişkin araştırmalarda, kadınlara genellikle tokat atılıp atılmadığı,
üzerlerine hücum edilip edilmediği, yumruklanıp yumruklanmadıkları, dövülüp
dövülmedikleri ya da silahla tehdit edilip edilmedikleri sorulmaktadır.
Örneğin, "Partneriniz sizi hiç isteğiniz dışında, cinsel ilişki için
fiziksel olarak zorladı mı?" gibi davranışlara ilişkin sorular sormak
kadınlara "istismara" maruz kalıp kalmadıkları ya da
"tecavüze" uğrayıp uğramadıkları gibi sorular yöneltmekten daha
kesin cevapların alınmasını sağlar. Araştırmalarda genelde tokat vurma, itme
ya da bir şeyler fırlatmadan daha şiddetli fiziksel hareketler "ciddi
boyutlardaki şiddet" olarak tanımlanır.
Şiddet hareketlerinin incelemesini
yapmak, istismarın yaşandığı ilişkilere nüfuz etmiş olan terör atmosferini
ortaya koymakla eşdeğer değildir. Örneğin, 1993'te Kanada'da yapılan ulusal
şiddet araştırmasındaki partneri tarafından fiziksel saldırıya uğramış
kadınlardan üçte biri ilişkinin bir yerinde hayatlarından endişe ettiklerini
söylemişlerdir. Kadınlar, çoğunlukla psikolojik istismarın ve haysiyetin
kırılmasının dayanılmasının fiziksel istismardan çok daha güç olduğunu
bildirmişlerdir.
Birçok kültürde erkeklerin
eşlerinin davranışlarını kontrol etmeye hakları olduğunu ve buna karşı çıkan
kadınların hatta bunu evi geçindirme parası isteyerek ve çocukların
ihtiyaçlarını ifade ederek yapmış olsa bile cezalandırılabileceğine inanılır.
Bangladeş, Kamboçya, Hindistan, Meksika, Nijerya, Pakistan, Papua Yeni Gine, Tanzanya ve Zimbabve
gibi ülkelerde yapılan çalışmalar sıklıkla şiddetin döverek cezalandırma
kocanın hata yapan eşin bunu cezalandırması hakkı olarak görüldüğünü ortaya
koymuştur .
Şiddetin mazur görülmesi
çoğunlukla cinsiyet normlarından kadınlar ve erkeklerin uygun rol
davranışları ve sorumlulukları hakkındaki sosyal normlardan
kaynaklanmaktadır. Tipik olarak, erkeklere, evin geçimini sağladıkları
sürece, serbestçe hüküm sürme olanağı verilir. Kadınların eve yönelmeleri ve
çocuklara bakmaları ve eşlerine itaat etmeleri ve saygı göstermeleri
beklenir. Eğer, bir erkek eşinin rolüne uygun olarak davranmadığını,
sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle
karşılık verebilir.
Bütün dünyada yapılan çalışmalar
şiddeti "tetiklediği" söylenen bir olaylar listesi belirlemiştir:
kocasına itaat etmemek, kocası kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği
zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak,
kocasına para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocasından izin
almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatından
şüphe. Bütün bunlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmektedir.
Pek çok gelişmekte olan
ülkede, kadınlar, erkeklerin eşlerini güç kullanarak disipline etmeye hakları
olduğu konusunda birleşmektedir. Örneğin, Mısır'da kırsal kesimden kadınların
en az %80'i kadına karşı dayağın bazı durumlar çerçevesinde mazur görüldüğünü
söylemektedir. Bu durumlardan en çok vurgulananı cinsel ilişki isteğinin
reddedilmesidir. Kadınlar eşlerinden dayak yeme nedenlerinden biri olarak
çoğunlukla bu durumu belirtmişlerdir.
Toplumlar çoğunlukla şiddetin
haklı ya da haksız nedenleri arasında olduğu gibi agresyonun
kabul edilebilir ve kabul edilemez miktarları arasında da ayırım
yapmaktadırlar. "Haklı neden" kavramı pek çok ülkedeki şiddet
üzerine bulgulara nüfuz etmiştir. Belli kişiler, genellikle kocalar ve
büyükler kadını belli ihlaller için fiziksel olarak
cezalandırabilmektedirler; fakat bu sadece belli limitler içinde olmaktadır.
Eğer bir erkek şiddet uygulayarak ya da "haklı" bir neden olmadan
eşini döverek bu limitleri aşarsa başkalarının buna müdahale etme hakkı
vardır. Meksika'daki bir kadının söylediği gibi, "Eğer yanlış bir şey
yapmışsam..., kimse beni savunmamalı. Fakat, yanlış bir şey yapmamışsam
savunulmaya hakkım vardır" .
Kültürün kendisi erkeğe, kadının
davranışı üzerinde önemli bir kontrol hakkı verirse, istismarcı erkekler
genellikle normların ötesine geçerler. Örneğin, Nikaragua'daki Demografik ve
Sağlık içerikli araştırmanın verileri göstermektedir ki fiziksel olarak
istismar edilmiş kadınlardan %32'sinin eşleri, evlilikte kontrol ölçeğinde,
bu muameleye maruz kalmamış %2 oranındaki kadının eşlerinden daha yüksek puan
almıştır. Çalışmada kullanılan bu ölçekte kocanın eşini devamlı olarak sadakatsizlikle
suçlaması ve ailesiyle ve arkadaşlarıyla görüşmesini kısıtlaması gibi
davranışlar yer almaktaydı.
İstismar edilen çoğu kadın pasif
kurbanlar durumunda değildir; kendilerinin ve çocuklarının güvenliğini
maksimum düzeye çıkarmak için aktif stratejiler kullanır. Bazı kadınlar
direnç gösterir, kimisi evden kaçar, kimisi de eşlerinin taleplerine teslim
olarak huzur ortamını korumaya çalışır. Dışarıdan bakan birine şiddetle
yaşamaya karşı herhangi bir tepkinin olmaması gibi görünen bir durum, aslında
kadın için evlilikte hayatta kalması ve kendisini ve çocuklarını korumak için
yaşaması gerekenlerin stratejik bir ölçümü demek olabilir.
Kadınların istismar karşısındaki
tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlıdır. Kadınlar istismarın yer
aldığı ilişkilerini hala devam ettirmelerine ilişkin olarak devamlı benzer
nedenleri gündeme getirmektedirler: Kendilerine yapılana karşı ceza verme
korkusu, başka ekonomik kaynak olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal
bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, sabırla değişeceğini
ümit etmek. Gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar, kendilerini yıkıcı
evlilikleri devam ettirmelerine iten başka bir engel olarak boşanmış olmanın
kabul gören bir şey olmadığını belirtmektedirler.
Reddedilme ve toplumun lekelemesi
korkusu da kadının yardım talep etmesini önler. Örnek vermek gerekirse,
araştırmalar, istismara uğramış kadınların %50'si görüşme sırasında
anlattıklarının dışında yaşadıkları istismardan daha önce hiç kimseye söz
etmediklerini dile getirmişlerdir bu konuda konuşanlar ise aile bireyleri ve
arkadaşlarına açıklamada bulunanlardır. Polise gidenler ancak birkaç kişidir.
Bütün bu engellere rağmen, çoğu kadınlar eninde sonunda partnerlerinden
ayrılırlar; hatta bunu yıllar sonra bile ve çocukları yetişmiş olsa bile
yaparlar. Kadının yaşı düştükçe partnerden ayrılma daha erken gerçekleşir.
İstismarın mevcut olduğu bir
ilişkiye son vermek bir süreç meselesidir. Bu çoğunlukla kadınlar istismarı
bir patern olarak kabul etmesinden ve kendi
durumlarındaki başka kadınlarla özdeşleşmesinden önce inkar, kendini suçlama
ve tahammül dönemlerini içerir. Bu, söz konusu partnerle ilgiyi kesme ve
kendine gelme dönemidir. Çoğu kadın temelli ayrılmadan önce, partnerlerinden
birçok kez ayrılır ve tekrar geri döner. Ne yazık ki ayrılmış olmak kadının
güvenliğini garantisi anlamına gelmez. Şiddet, bazen kadının ayrılmasından
sonra da devam eder ve hatta daha büyük boyutlara ulaşabilir. Gerçekten de,
kadının hemen ayrıldıktan sonra cinayete kurban gitme riski en fazladır.
Partnerin uyguladığı istismar ne
kadar yaygın görülen bir olgu ise de her ülkede karşılaşılmamaktadır.
Antropologlar aile içi şiddetin neredeyse hiç yaşanmadığı Papua
Yeni Gine gibi küçük toplumların varlığından söz etmektedir. Bu bulgu
toplumsal ilişkilerin partnerin şiddet uygulamasını minimuma indirebilecek
bir şekilde organize edilebileceği gerçeğine bir delil konumundadır. Pek çok
yerde de böyle bir şiddetin uygulanıp uygulanmaması yerleşim bölgelerine göre
farklılık gösterir. Bu bölgesel farklılıklar, çoğunlukla ülkeler
arasındakinden fazladır. Örneğin, Hindistan, Uttar Pradeş'te eşlerini dövdüklerini söyleyen erkeklerin
yüzdesi Naintal bölgesindeki %18 ile Banda'daki %45 arasında değişmektedir. Eşlerini cinsel ilişki
için fiziksel olarak zorlama riski bölgeler arasında %14 ve %36 arasında
farklılık göstermektedir.
Kadına yönelik şiddet bütün
sosyoekonomik gruplarda meydana gelse de araştırmalara göre yoksul kesimlerde
yaşayan kadınların daha yüksek ekonomik düzeydekilerden daha fazla olmak
üzere şiddet görmektedir. Yine de yoksulluğun niçin şiddeti arttıran bir
etken olduğu düşük gelirin kendisinin mi yoksa yoksulluğu takip eden
kalabalık, ümitsizlik gibi başka nedenlerin mi etkili olduğu açık değildir. Bazı
erkekler için yoksulluk içinde yaşamanın stres, früstrasyon
ve kültürlerince tanımlanmış ailesine bakan kişi olarak rolünün gereklerini
yerine getiremediği için bir yetersizlik hissi yaratması olasılığı yüksektir.
Yoksulluk, ayrıca, evlilikteki anlaşmazlıkların nedeni de olabilir ve aynı
zamanda, kadın için şiddetin yaşandığı ve doyum getirmeyen ilişkiyi bırakmayı
zorlaştırabilir.
Düşük sosyoekonomik statü büyük
olasılıkla, bir araya geldiklerinde kadının şiddet kurbanı olmasına yol
açacak çeşitli koşulları yansıtabilir. Daha artan sayılarda olmak üzere
uzmanlar, bir araya geldiklerinde istismara yol açan kişisel, duruma ilişkin
ve sosyokültürel faktörlerin birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamak için
bir "ekolojik model" kullanmaktadırlar. İstismara ilişkin bir
ekolojik yaklaşım hiçbir faktörün tek başına şiddete neden olmadığını, fakat,
bir dizi faktörün bir araya gelip belli bir bölgedeki belli bir erkeğin
şiddet uygulama riskini arttıracağını ortaya koymaktadır.
Ekolojik yaklaşıma göre, sosyal ve
kültürel normlar kadının erkek üzerindeki doğal üstünlüğünü savunan kendisini
çocukken bir erkeğin istismar edip etmediği gibi bire düzeyindeki faktörlerle
biraraya gelerek şiddet olasılığını belirler. Risk
faktörleri ne kadar fazla ise şiddetin uygulanma riski de o kadar fazladır.
Sosyal çevreye ait başka faktörler
bir araya gelerek bazı kadınları korur. Örneğin, eğer kadınlar ailenin
dışında otorite ve güce sahipse partneriyle olan ilişkisindeki istismar riski
oranı da düşer. Aynı şekilde, aile bireylerinin hemen müdahalede bulunması da
aile içi şiddet riskini azaltır.
Eşin Uyguladığı Şiddete İlişkin
Bir Model
Kadına karşı şiddet altında yatan
nedir? Artan sayıda araştırmacılar, istismar nedeni olan kişisel, duruma
ilişkin ve sosyokültürel etkenlerin açıklanmasında "ekolojik
model"'i kullanır. Bu modele göre, kadına karşı şiddet sosyal çevrenin
farklı düzeylerindeki etkenlerin etkileşiminden kaynaklanmaktadır.
Bu model, en iyi, merkezleri bir
olan dört daire ile gösterilebilir. En içteki daire herkesin ilişkilerdeki
davranışlarına taşıdığı biyolojik ve kişisel geçmişi temsil eder. İkinci
daire, çoğunlukla aile ya da diğer tanıdıkları içine alan, istismarın
gerçekleştiği ortamı temsil eder. Üçüncü daire ise yaşanılan çevre, işyeri,
sosyal ağlar ve arkadaş grupları gibi iletişim örüntülerini içeren hem formel
hem de formel olmayan kurum ve sosyal yapıları temsil eder. Dördüncü ve en
dıştaki daire kültürel normların da dahil olduğu ekonomik ve sosyal çevredir.
Çok sayıdaki çalışma bir erkeğin
partnerini istismar etmesi olasılığını arttıran bu düzeylerin her birindeki
bazı etkenler üzerinde hemfikirdirler:
Bireysel düzeyde, bunlar arasında, çocukken istismara maruz kalmış
olmak ya da eşler arasında yaşanan şiddete şahit olmak, babanın evde olmayışı
ya da kendisini kabul etmemesi ve sıkça alkol kullanılması
Aile ve ilişkiler düzeyinde,
kültürler arası çalışmalar aile içinde servetin ve karar verme yetkisinin
erkeğin kontrolünde ve eşler arasındaki uyuşmazlığın istismarın kuvvetli bir
göstergesi olduğunu göstermektedir.
Yaşanılan bölge düzeyinde,
erkeğin şiddet göstermesini meşru kılan ve ona göz yuman erkek arkadaş
grupları da işin içine katıldığında, kadının izolasyonu ve sosyal destekten
yoksun olması büyük boyutlarda şiddet yaşanmasına zemin hazırlar .
Toplum düzeyinde, bütün
dünyada yapılan çalışmalar kadına karşı şiddetin cinsiyet rollerinin katı bir
şekilde tanımlandığı ve bunun için baskının yapıldığı ve erkekliğin sertlik, erkeklik
gururu ya da egemen olma ile bağdaştırıldığı yerlerde en yaygın şekilde
görüldüğünü ortaya koymuştur. İstismara zemin hazırlayan diğer kültürel
normlar arasında kadınların ve çocukların fiziksel istismarına müsamaha
gösterme, kişiler arası uyuşmazlıkların çözümünde şiddeti bir araç olarak
kabul etme ve erkeğin kadın üzerinde bir "sahiplik" hakkı olduğunun
kabul edilmesi yer almaktadır.
PARTNERİN UYGULADIĞI İSTİMARA İLİŞKİN ETKENLERİN EKOLOJİK MODELİ
Cinsel Yönden Zorlama
Cinsel yönden zorlama, tecavüz ile
kızları ya da kadınları istekleri dışında seks yapmaya zorlama arasında
değişen çeşitli hareketleri kapsar. Bu tip zorlamanın en önemli yanı kadını
seçim hakkının olmayışı ve eğer cinsel davranışlara direnirse ciddi fiziksel
ve toplumsal sonuçlarla karşı karşıya kalacak olmasıdır.
Bazı zorlama şekilleri zorla penetrasyon (tecavüz), cinsel saldırı (zorla cinsel
temas) ve çocuklara cinsel saldırı pek çok hukuki sistem tarafından suç
olarak kabul edilir. Diğer şekiller;gözünü korkutmak, sözle baskı ya da zorla
evlendirme kültürler tarafından hoş görülmektedir ve zaman zaman da bunlara göz yumulmaktadır. Başka şekilleri de
kadınları ve çocukları karanlık işlerde kullanma ve savaşta tecavüz gibi
organize suçlardır.
Rıza olmadan cinsel ilişki en çok
birbirini tanıyan kişiler, eşler, aile bireyleri, flört eden partnerler ya da
tanıdıklar arasında gerçekleşir. Cinsel yönden zorlama bir kadının hayatının
herhangi bir noktasında gerçekleşebilir. Birkaç aylık bebekler bile tecavüze
ya da başka cinsel saldırıya uğramışlardır. İleri yaşlarda bile kadınların bu
durumla karşı karşıya kalma riskleri vardır: Tecavüz kriz merkezleri,
yetmişlerinde ve hatta daha yaşlı kadınların uğradıkları tecavüzleri
bildirmişlerdir. Çocuklara ya da ilk gençlere karşı cinsel saldırıların çoğu
hem endüstriyel hem de gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmektedir. Şili,
Peru, Malezya, Meksika, Panama, Papua Yeni Gine ve
A.B.D'deki adalet sistemleri ve tecavüz kriz
merkezlerinden edinilen bilgiye göre, bilinen cinsel saldırı kurbanlarının
üçte biri ile üçte ikisi arası kurbanlar 15 yaş ve altıdır. Çocuklukta küçük
kızlar zorlama ve kandırma ile cinsel saldırıda bulunan, yaşları daha büyük
olan erkek akrabalar ya da arkadaşlar tarafından kolay hedefler olabilirler.
Daha ilerde ise, erkek arkadaşlar, öğretmenler, akrabalar ya da kendileri
üzerine otorite sahibi başka erkekler genç kadınlara cinsel saldırılarda
bulunabilir.
Kadınların önemli bir azınlığı
için cinsel aktivitenin başlangıcı zorlama ve korku tarafından takip edilen
travmatik bir olaydır. Başka kadınlar için de, fiziksel bir zorlama olmasa da
cinsel aktivite başlatılması istenmeyen bir durumdur; bu aktivite kadınlar
tarafından kendilerinin seçtikleri değil de yaşamak durumunda kaldıkları,
başlarına gelen bir olay olarak algılanır. Örneğin, Güney Afrika, Cape Town'ın varoşlarındaki bir antenatal
klinikte yaş ortalamaları 16 olan 192 genç annenin %32'si ilk cinsel
ilişkilerinin zorlanarak gerçekleştiğini belirtmiştir. Bu annelerden %72'si de
herhangi bir noktada istemeden seks yapmak durumunda kaldıklarını ve %11'i de
tecavüze uğradığından söz etmiştir. Bu annelerden %78'i eğer cinsel ilişkiyi
reddederlerse dövüleceklerini, %39'u kendilerine gülüneceğinden korktuklarını
%6'sı da arkadaşlarını kaybetmekten korktuklarını söylemişlerdir. Yüzde elli
sekizlik (%58) bir kısım anne de cinsel partnerinin kendisini 10 ya da daha
fazla kez dövdüğünü bildirmiştir. Aynı şekilde, Güney Afrika, doğu Cape'de genç kızların %28'inin partnerleri tarafından zorlanmalarıydı;
söz konusu durum annelerin %20'si tarafından bildirildiğine göre arkadaş
baskısı ile geçekleşiyordu .
Adolesan
çağdaki erkekler partnerlerine karşı zorlama olduğunu kabul etmektedirler.
Örneğin, Kenya'da 12 ile 14 ve 15 ile 19 yaşları arası odak grup
tartışmalarında katılımcılar tarafından şunlar dile getirilmiştir: "İlk
başta onları baştan çıkarıyoruz, fakat direnirlerse zorluyoruz; bağırmalarını
önlemek için ilaçla uyuşturuyoruz ya da ağızlarını tıkıyoruz". Güney
Afrika'daki bir odak grup tartışmasında bir genç kız şunları söylemiştir:
"Cinsel ilişki için zorlamanın bir norm olduğunu düşünüyorum. Kişilerin
cinsel yönden birbirlerine yaklaşım yolu bu".
Bir kadının ilk cinsel ilişkisindeki yaşı ne kadar küçükse bunun zorla
gerçekleşmiş olma olasılığı o kadar büyüktür. Örneğin, Yeni Zelanda'da 14
yaşından önce cinsel ilişki yaşamış her dört kızdan biri bunun zorla ve
çoğunlukla da yaşları çok daha büyük erkekler tarafından gerçekleştirildiğini
söylemektedir.
Benzer şekilde, A.B.D.'de 14
yaşından önce cinsel ilişki yaşamış kızların %24'ü bunun zorla
gerçekleştiğinden söz etmektedir. İlk cinsel ilişki evlilikte yaşanmış bile
olsa ve özellikle de kızlara ve kadınlara seks hakkında az bilgi verilmişse
travmatik olabilir. Hindistan'da yoksul bir bölgede evli kadınlar arasında
yapılan evli kadınlar arasında yapılan bir çalışmanın bulgularına göre birçok
kadın ilk cinsel deneyimini travmatik bulmaktadır; bunlardan sadece %18'i
evlendikleri gece neler bekledikleri hakkında çok az bir fikirleri vardır.
Bir kadın o gece yaşadıklarını korku verici olarak nitelendirmektedir;
"Direnmeye çalıştığımda ellerimi başımın üstüne bağladı". şeklinde
anlatmaktadır.
Küçük yaşlarda evlendirilen
kızların durumu özellikle kötüdür. Çocuk yaşta evlendirmelerde azalma görülse
de bu sayı yeterli değildir. Yine küçük yaştaki pek çok kız rızası olmadan,
hem de kendilerinden yaşça çok büyük kişilerle evlendirilmektedir. Küçük
yaşta cinsel ilişki, bazı kültürler tarafından desteklense de, kızlar için
travmatik sonuçlar doğurabilir. Örneğin, antropolog Mary
Hegland A.B.D.'de yaşayan Doğulu kadınlarla
ülkelerindeki ilk cinsel deneyimlerini konusunda yaptığı mülakatta çoğu
katılımcı zorla kızlık bozma olaylarının başlarından geçtiğini söylemiştir.
Çoğunlukla, akrabalar kızı tutarken erkek zorla cinsel ilişkiye girmektedir.
Mülakat yapılan kadınlar yaşadıklarını anlatmak için "tecavüz" ve
"işkence" gibi kelimeler kullanmışlardır; fakat, Doğu'da bu
olaylara tecavüz denmediğini, çünkü bunun evlilik içinde geçtiğini de
eklemişlerdir.
Bütün toplumlarda, kadının
özerkliğini ayaklar altına alan ve cinsiyete dayalı şiddete zemin hazırlayan
kültürel kurumlar, inançlar ve uygulamalar vardır. Örneğin, çeyiz gibi bazı
evlilik uygulamaları kadınları ve kızları dezavantajlı bir konuma
düşürmektedir. Örneğin, bazı ülkelerde çeyizin, evliliğin beklenen bir bölümü
haline geldiği görülmektedir. Erkek evliliğin öncesinde ve sonrasında, artan
miktarlarda çeyiz talep etmektedir. Çeyiz talepleri taciz, tehdit ve istismara
kadar gidebilir; uç noktadaki bir durum, eşin başka bir evlilik yapması ve
yeni bir çeyiz alması amacıyla kadının öldürülmesi ya da intihara
sürüklenmesidir .
Başka bir yerde, erkeklerden
başlık parası ödenmesi beklenir. Burada amaç, gelinin ailesinin evdeki işgücü
kaybını karşılamaktır. Afrika ve Asya'nın bazı bölgelerinde aynı işlem ticari
bir hale getirilmiştir. Büyük miktarlardaki başlık parası erkeklere neredeyse
evlenecekleri kadını "satın aldıkları" duygusunu verir. Güney Afrika'nın
Doğu Cape bölgesinde yapılan bir araştırmada kadınların %82'sinin şu durumun
kültürlerinde kabul edildiği söylenmektedir: Bir erkeğin lobola
(başlık parası) ödemesi durumunda onun sahibi olacağı anlamına gelir.
Kadınları %72'si bu durumu kabul ettiklerini belirtmişlerdir .
Söz edilen her iki evlilik geleneği de kadını istismarın yer aldığı
ilişkilere savunmasız bırakmaktadır. Örneğin, Hindistan'ın bir yöresindeki
yeniden para ödemek zorunda kalacakları korkusuyla kızlarının eve geri
dönmesini istememektedirler. Başlık parasının uygulandığı ülkelerde ise,
kızlarının eşini terk etmesi durumunda ebeveynleri damada başta ödediği
parayı geri vermek zorundadır. Hindistan'daki istismara uğramış bir kadının
düşünceleri şöyledir: "Çoğu zaman insanın canı her şeyi bırakıp gitmek
istiyor. Fakat nereye gidebilir ki? Tek gideceği yer anne babasının evi;
fakat onlarda seni devamlı geri göndermeye çalışırlar."
Kızların bekareti ve erkek gururu
üzerine kültürel tutumlar da ayrıca kadına karşı şiddeti mazur gösterir ve
sonuçlarını ağırlaştırır. Latin Amerika'nın ve Yakın Doğu'nun bazı
bölgelerinde erkeklik gururu ailedeki kızların cinsel "temizliğine"
bağıdır. Eğer bir kadın cinsel olarak "kirlenirse" ya tecavüzle ya
da kendi isteğiyle evlilik dışı seks yoluyla aile namusunu ayaklar altına
almış olur. Örneğin, bazı Arap toplumlarında ailenin şerefini
"temizlemenin" tek yolu "kabahat işlemiş" kadını
öldürmektir. Mısır, İskenderiye'de kadınların öldürülmesi üzerine yapılan bir
çalışmada öldürülen kadınların %47'sinin bir akraba tarafından, tecavüz
edildikten sonra cinayete kurban gittiği tespit edilmiştir . Yakın zamanda
Ürdün'de yapılan bir konferansta altı Arap ülkesinden gelen uzman namus
yüzünden her yıl en az birkaç yüz kadının öldürüldüğü tahmininde
bulunmaktadır. Bu durum özellikle güneydoğu Anadolu bölgesinde bizim için de
geçerlidir.
Çocuklarda Cinsel
İstismar
Çocukların cinsel istismarına
bütün toplumlarda rastlanmaktadır. Bir yetişkin ya da bir aile bireyi ve bir çocuk
arasındaki herhangi bir cinselliğe ilişkin hareket ve çocuk ve arkadaşı
arasındaki istenmeyen her türlü cinsel hareket çocuğun cinsel istismarı
demektir. Kanunlar, genellikle bir yetişkin ve bir çocuk yaşının altındaki
kişi olarak tanımlanır cinsel temas durumlarında rıza meselesi konu dışıdır.
Konunun tabu niteliği nedeniyle çocukluktaki cinsel istismar üzerine
güvenilir istatistikler toplamak zordur. Temsil niteliğinde örneklem içeren
mevcut bir kaç araştırma bu tip istismarın yaygın olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu çalışmalar direkt olarak birbirleriyle karşılaştırılamazlar;
çünkü istismarın tanımında ve örneklemde farklılıklar vardır. Çoğu fiziksel
temas içeren ve içermeyen (örn., teşhircilik) arasında ayırım yapar. Ayrıca,
farklı tipteki cinsel temaslardan da söz edilir; örneğin, genitallere
dokunma ve cinsel ilişki gibi.
Hem kızlar hem de erkekler cinsel
istismar kurbanı olabilir; ancak çoğu çalışma kızların erkeklerden 3 kat daha
fazla olmak üzere istismar edildiklerini ve bu sayının bazen çok daha fazla
olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte, erkek çocukların istismarının
açığa vurulması kızlara oranla daha az olabilir. Kadınlar cinsel istismardan
erkeklere oranla daha çok etkilendiklerini bildirme eğilimindedir; buna
karşın, bazı erkekler de şüphesiz bu durumdan çok etkilenebilirler. Penetrasyonu yaşamış olmanın hem erkekler hem kızlar için
de özellikle travmatik yaşantılar olduğu bulunmuştur.
Çalışmalar devamlı olarak
göstermektedir ki kurbanın cinsiyeti ne olursa olsun faillerin çoğu erkektir
ve kurban tarafından kim oldukları bilinmektedir. Faillerin birçoğu da
çocukluklarında cinsel istismara uğramışlardır. Şunu da belirtmek gerekir ki
çocuklukta böyle bir olay yaşamış pek çok erkek başkalarını istismar etmez.
Cinsel istismar, davranış problemleri ve psikolojik problemler, cinsel
fonksiyon bozuklukları, ilişkilerde problemler, öz saygının azalması, intihar
düşünceleri, alkol ve narkotik ilaç kötüye kullanımı ve cinsel yönden risk
alma gibi çok çeşitli sağlıklı olmayan duruma yol açar.
Çocukluğunda cinsel istismar yaşamış kadınların da
yetişkinlikte fiziksel ya da cinsel yönden istismar edilme riskleri
yüksektir.
Bazı
çocuklar için cinsel istismarın etkileri çok ciddi boyutlardadır ve uzun
sürelidir; ancak, hepsi de yetişkinliğe kadar uzanan etkilerin altında
kalmayacaktır. Cinsel istismar, uzun bir dönem devam etmişse, bir baba ya da
baba figürü tarafından gerçekleştirilmişse, penetrasyon
meydana gelmişse ve zor ve şiddet kullanılmışsa uzun dönemli zararlara yol
açacaktır. Çocuğun çabuk iyileşme yeteneği (esnekliği) ve yaşadığı istismarı
açığa vurduğunda aldığı tepkiler de uzun dönemli sonuçları etkileyecektir. Bu
açıklamayı yapan çocuklara inanılırsa ve destek görürlerse, sonuçların
şiddeti daha az olur.
|