www.kriminoloji.com
SUÇUN NEDENLERİ – SUÇ ETOLOJİSİ
Prof.Dr. Timur DEMİRBAŞ[1]
©
www.kriminoloji.com 2002
II. PSİKOLOJİK
VE PSİKİYATRİK TEORİLER
A)
Genel
Olarak:
Suçun oluşumunu açıklama denemelerinden
bir diğeri, psikoanalitik bakış açısı olmuştur. Franz Alexander, Hugo Staub,
Theoder Reik, August Aichhorn, Paul Reiwald, Eduard Naegeli ve elbette Sigmund
Freud (1856-1939), önemlileri arasında gösterilir. Son zamanlarda Tilmann Moser
ve Helmut Ostermeyer da suçlulukla ilgili anlamlı psikoanalitik denemeler de
bulunmuşlardır. Son on, onbeş yıl içinde suçluluğun psikoanalitik izahı önem
taşımamaktaydı. Psikoanalitik açıklama için geçerli olan, psikoanalizmin tüm
temsilcilerinin katıldığı belirli bir kapalı teori ile ilgili bulunmaktaydı.
Her zaman Freud’un geleneksel
öğretisinin psikoanalizmine dönülüyordu, o kapalı suçu açıklayan bir
psikoanalitik teori oluşturmamıştı.
Bugünkü psikoanaliz suçu
iki seviyede açıklar: Biri suçlunun yaşam kaderinden çıkar ve diğeri toplumsal
yapılardan.
Psikoanalitik
düşüncelerin anlaşılmasında birkaç psikoanalitik kavramın kısaca ortaya
koyulması gereklidir. Psikoanaliz Freud tarafından kurulan libido teorisinde
temsil edilir. Bilinçaltı ve onun içerdiği dinamik güçlerin neler olduğu
konusunda kapsamlı teoriyi ortaya atan Freud olmuştur. Fakat psikoanaliz aynı
zamanda; Freud tarafından geliştirilen bilinmeyenin araştırılması tekniğini de
tasvir eder. Freud’un öğretisinin anlaşılması için id, ego ve süperego
kavramlarının tanımı önemlidir[2].
Alt benlik (id), cinsellik ve saldırganlık gibi iç güdüler; üst benlik (süper ego), anne-baba ve
diğer önemli kişiler ile etkileşim suretiyle geliştirilmiş değerlere dayanan
vicdan; benlik (ego) ise, alt
benliğin istekleri ile üst benliğin istekleri arasında arabulucudur. Benliğin
alt benliği denetleyememesi ile üst benlikte yapısal bozukluklar bulunması
halinde, dengesiz bir kişilik oluşmaktadır. Bu durum davranışı etkileyerek
suçluluğa neden olmaktadır. Doğuşla birlikte yalnızca alt benlik vardır ve
burada zaman ve gerçek kavramları değil, sadece zevk yer almaktadır. Kişi
yaşama iki içgüdü ile başlamaktadır; bunlar, eros (yaşama yada cinsellik
içgüdüsü) ve thanatos (ölüm yada nefret iç güdüsü)’dur. Benlik kişinin toplum
gerçekleriyle kurduğu ilişkinin bir bölümünü oluşturmaktadır. Gerçekliğe uygun
bir benliği olan kimse, doyumunu erteleyebilmekte, fakat tamamen
vazgeçememektedir. Buna karşılık, üst benlik, ahlâk, pişmanlık ve suçluluk
duygularını geliştirdiğinden, kişinin toplumsallaşmasında temel güçtür; bu
şekilde üst benlik bilincin ve ideal benliğin gelişmesini sağlamaktadır. İdeal
benlik, “ne yapmamız gerektiğini” bilinç ise, “yanlış davrandığımız zaman suçluluk
duymamız gerektiğini” gösterir[3].
Alt benliğin, benlik ve
üst benlikçe doyurulması ve hatta bilince kadar yükselebilmesi, uygunsuz
istekleri benliğin sansür edici gücünce karşılanıp baskı altına alınır ve
bilinç altına itilir. Bu şekilde kişinin yaşı ilerledikçe çevresinin gerçekleri
ve geleneksel değerler hakkında bilgisi
arttıkça, sansürün bilinçaltına zorladığı isteklerin kapsamı da artar ve
bilinçaltı genişler. Bilinçaltına kapatılan bu ruhsal malzeme cansız ve
hareketsiz değildir; devamlı olarak kapandıkları yerden bir yolunu bulup
kurtulmaya, kendilerini reddeden benlik ve üst benliğe kabul ettirmeye
çalışırlar[4].
Psikoanalitik görüşe göre
suçluluk, benlik ile üst benlik gelişimindeki yetersizlikler nedeniyle suç
dürtülerinin, yani alt benliğin denetim altına alınmamasından doğar. Diğer bir
ifadeyle, çok gelişmiş alt benliğe sahip olan bir kişi, sonunda suç
işlemektedir. Aşırı gelişmiş bir üst benlik ise, alt benliğin arzularının
doyurulmasına izin vermemekte ve nevrotik bir kişiliğin oluşmasına neden
olmaktadır[5].
Psikoanalitik suç
açıklama anlayışı için, ruhsal hastalıklara, nevrozlara yönelik Freud’un yeri
de önemlidir; çünkü, nevrotik suçlular tüm suçlulular içinde önemli bir grubu
oluştururlar[6].
Avusturyalı psikoanalitik
Alfred Adler (1870-1937) kendisi tarafından temsil edilen bireysel psikolojide
aynı şekilde suç ve suçluyu tartıştı. Adler’in görüşlerinin analizi
Treffer/Kaufmann tarafından (1998) aşağıdaki yapıda tasvir edildi: Suç,
müşterek duygudaki bir eksikliktir ve sadece normdan bir derece sapmasıdır.
Özel zekanın ifadesi ve birliktelik yeteneğindeki eksikliktir. Sonuç olarak
suç, ne yalnızca beden şartlı, nede çevre şartlıdır. Aşağılık kompleksinden
oluşur. Suçlu aktif bir kişilik olmalı veya özürlerden sonra arayan fakat
korkak da. Suçlular aile içinde daima karşılaştıkları güçlüklere sahip
olmuşlardır[7].
Psikoanalitik suç
açıklamaları her şeyden önce ceza adaletinde öteden beri sert görüşler, hatta
düşmanlıklar açmıştır. Bir kere psikoanalitik, ceza hukukuna karşı sert cephe
almış ve ceza adaletini bilinçsiz motifle suçluları takibata tabi tuttuğu için
eleştirmiştir[8].
Psikiyatride gerçek akıl
hastaları psikozlar olarak adlandırılır; göze çarpan karakter anormallikleri
ise, psikopatlar ve nevrozlar olarak gruplandırılır; ruhsal yaşamın elde
edilmiş rahatsızlıkları, heyecan (affekt) ağırlıklı tepki göstermeye hazır
olmalıdır[9].
Psikiyatride hakim olan
hastalık kavramı, bir somatolojik hastalık kavramıdır. Bir akıl hastalığından
veya psikozdan, etkileri ruhsal yaşamda olan, bedeni hastalıklar anlaşılır;
bundan vücudun yapısı ve fonksiyonunda, yani organlarında normale
aykırılıkların mevcut olması halinde söz edilir. Bu dar sınırlı hastalık
kavramı, bedene bağlı olmayan psikolojik rahatsızlıklar karşısında açık sınır
çizmeyi mümkün kılar[10].
Biz burada suçun
psikolojik ve psikiyatrik yanı bakımından psikozlar, nevrozlar, psikopatlık,
zeka geriliği ile alkol ve uyuşturucu bağımlılığı üzerinde duracağız.
B)
Psikozlar:
Psikozlar organik (bedeni
temelli veya semptomatik, exogen) ve coşkusal (endogen) psikozlar şeklinde
birbirinden ayrılırlar[11].
1)
Bedeni
Psikozlar
Bedeni yada organik
psikozlar; enfeksiyon hastalıklarındaki psikozlar (menenjit gibi); iç
hastalıklarındaki psikozlar (kalp ve dolaşım hastalıkları, bitkinlik); beyin
damar hastalıkları ve dimağ kaybı hastalıklarındaki psikozlar; beyin tümörleri,
beyin yaralanmaları ve beyin intoxilerindeki (alkol ve uyuşturucu madde)
psikozlarıdır.
Frenolojistler, kişilik
özelliklerinin beyindeki bazı bölümlerle bağlantısı olduğunu ifade etmişler ve
suçu açıklamak için kafatasında çıkıntı aramışlardır. Portekizli
nöropsikiyatrist Antonio de Egas Moniz, bu amaçla gerçekleştirdiği operasyonlar
nedeniyle 1949 Nobel ödülünü kazanmıştır. Frenolojistlerin çizdikleri beyin
haritasıyla, beyne ilişkin bilgiler uyuşmamışsa da, bu görüş o dönem oldukça
ilgi çekmiştir. Fakat, Moniz, operasyon uygulayıp iyileştirdiğini sandığı bir
hastası tarafından silahla yaralanınca, kendiside başarısından kuşku duymaya
başlamıştır. Operasyonlardan bazıları başarılı görülmüşse de, bitkisel yaşama
ve ölüme neden olanlar da olmuştur[12].
Portekiz asıllı ABD’li
nörolog Antonio Damasio, eşi Hana ile birlikte2525 vaka üzerinde 25 yıl
sürdürdüğü “hasarlı beyinler arşivi”ndeki araşrıma sonucunda; “insan
davranışını yönlendiren, ceza ve ödüllendirmeye tepki veren, ahlâk, acıma gibi
duyguları komuta eden” ön beyindeki merkezin, kaza veya herhangi bir nedenle
zarar görmesi halinde, kişinin iyi yönünün bir kenara itilerek, saldırgan
yönünün ön plana çıkmasına neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kaliforniyalı
nöropsikolog Adrien Raine ise, yaptığı benzer çalışmada, adam öldürme işlemiş
faillerin beyinlerini incelemiş ve “faillerin hiçbirinde beynin bu bölgesi
hasarlı olmamakla birlikte, beyin faaliyetlerinin normalin altında olduğu”
sonucuna varmıştır[13].
2)
Coşkusal
(Endojen) Psikozlar
Coşkusal (endojen)
psikozlar; bedeni hiçbir temeli bulunmayan, işlevsel bozukluklardır. Organik ve
işlevsel bozuklukları, otomobil arızalarına benzetilerek birbirinden ayırt
edenler olmuştur: Bir otomobil motoru iki neden yüzünden işleyemez hale gelir;
birincisi motor aksamından birisinin kırılması, ikincisi ise, yakıt borularının
tıkanmasıdır. İşte, bunlardan ilki bedensel, ikincisi ise, coşkusal ruhsal
bozukluklardır[14].
Coşkusal (işlevsel)
bozukluklar, şizofren, paranoya ve mani-depresiftir:
a)
Şizofreni
Şizofreni (erken bunama),
nispeten sık bir akıl hastalığıdır. Sıklık iddiaları nüfusun %1’inde oynar.
İşlevsel bozukluklar arasında en sık görülenidir. Bazılarına göre, akıl hastanelerindeki
vakaların %25’ini oluştururlar. Erken buna denilmesinin nedeni, bu hastalığın
daha çok 20-30 yaşları arasında patlak verdiğinin sanılmasındandır. İsviçreli
Bleuler, bunun bu yaşlardan önce veya sonrada görülebileceğini bulmuş ve arazın
anlıksal olmaktan çok, heyecansal olduğunu ileri sürmüştür. Bu psikoza
şizofreni ismi, E. Bleuler tarafından verilmiştir. Bu gerçeklerle olan bağların
koparılması, yada kişiliğin ikiye ayrılması anlamına gelmektedir. Şizofreninin
temel belirtisi, “duygusal kütlük” şeklinde kendini gösterir. Kişi, normal bir
insanda sevinç, keder, korku veya merhamet uyandıracak olaylar karşısında
tamamen duygusuz kalır[15].
Genel olarak şizofreni
dörde ayrılır: Paranoid, katatonik, hebefrenik ve simplex. Paranoid’de aşırı
saçmalama ve sanılardan ızdırap çekerler; özellikleri kesin olmamakla birlikte,
çokluk duygu kütlüğü, gerçeklerden kaçıp bir hayal dünyasına sığınmak,
sorumsuzluk ve genel olarak cinsel nitelikte sabit fikirler şeklindedir.
Kantatonik’de, donuk bir
kas gerginliği şeklinde kendini gösteren hareketsiz bir tutukluk hali görülür.
Hebefrenik’de, düşünme ve
davranışta çocukça davranış şekillerine doğru bir gerileme görülür; gençlik
yaşlarında ortaya çıkan şizofrenidir.
Birçok vakaların bu üç
tipten birine kesin olarak girmediği karışık belirtiler gösterdiği
saptanmıştır. Bunlara karışık haller denilir[16].
b)
Paranoya
Bir çok belirtilerde
büyük benzerlik olduğu için bazı psikiyatrisler paranoya’yı şizofren kapsamında
incelerler. Bunların en tipik belirtisi, devamlı ve sistemli saçmalamalarıdır;
köklerli çok derinde olan esaslı duygusal değişikliklerin sonucu olarak ortaya
çıkarlar. Bu saçmalamalar, bilinçaltı çatışma ve kompleksleri
yansıtmaktadırlar. Diğer yandan kişilikte açık bir anormallik dikkat çekmez.
Paranoya, etrafındakilerden şüphe eden, vesveseli, gerekli gereksiz her şey
üzerinde durmadan tartışmalara girişen kişilikte gelişme olanağı bulur[17].
c)
Mani-Depressif
Mani-depressif
hastalıklar, şizofrenden sonra en sık görülen psikozdur. Akıl hastanelerindeki
vakaların %15’i bunlardır. Hastalığın adından anlaşılacağı gibi arazi mani ve
melankoli halleri arasında bocalamaktadır. Ancak, hastalığın sadece mani yada
melankoli şekillerinde de sık rastlanır. Mani halinde, hasta aşırı derecede
neşeli, konuşkan, esprili ve hareketlidir; hiç tanımadıkları kimselerle
ahbaplık ederler; durmadan bir korkudan diğerine koşarlar diğerine uçarlar.
Maninin şiddetli halinde, hasta saldırgan ve kırıcıdır; kendine güven
duygusunun şiddete yönelik artması söz konusudur.
Depresif (çöküntü-melankoli)
nöbetlerinde ise, kişi yoğun bir üzüntü ve ümitsizlik içindedir. Kendisini
yaşama lâyık görmez, bu nedenle davranış ve konuşmalarında olumsuzluk söz
konusu olup, kararsızlık ve intihar düşüncesi öndedir. Hasta konuşmayı ve yemek
yemeyi reddeder; böbreğinin iltihap haline gelip, idrarıyla akıp gideceğini
sanır. Midesinin ve bağırsaklarının cam haline geldiğini, yemek yerse bunların
kırılıp parçalanacağını sanır. Bunlar arasında intihara teşebbüs edenlere
sıklıkla rastlanır[18].
C)
Nevrozlar:
Derinler psikolojisi ve
nevrozlar, psikiyatrinin olduğu gibi
psikoloji öğretisi ve araştırmasının da tamamlayıcı parçasıdır. Derinler
psikolojisinden bilinçaltının öğretisi ve ona hakim olan dinamizmler anlaşılır;
nevroz kavramı kendini önceleri çok açık olamayarak gösterir, çünkü onun kesin
bir çevresi yoktur. Ruhi rahatsızlıkları düşündüren nevroz kavramı ile yaklaşık
tarzda tasvir edilebilir; diğer taraftan bedeni hastalık usulünün olmayıp,
bilakis bilinçaltınında onlara katıldığı belirli iç psikolojik usullerden ileri
gelir[19].
Bazı insanlar kuvvetli
ruhi baskılar üzerine geçici veya devamlı bedeni rahatsızlıklarla cevap
vermelerinden (bayılma, titreme, konuşma kaybı, bağırma ve ağlama krampları
vs.) hareketle, psikiyatride nevroz öğretisinin kısmı olarak konulabilen
anormal sonuç tepkileri öğretisi gelişmiştir; anormal sonuç tepkileri ve nevroz
kavramları daha önceleri aynı yere oturtulmuş olarak gösterilmekteydi[20]. Ruh hastalıkları ile
uğraşanların bir kısmı, bu tür hastalıklı tepkilerin bir çeşit savunma silahı
olduğuna değinirler; normal yollardan ve başarılı şekilde çatışmalarını
çözemeyenler, bunları hastalıklı sayılacak tepkilerle çözmeye kalkarlar.
Örneğin, çözülemeyen bir zorluk karşısında kalan kimse, baş ağrısı, baş dönmesi
ve bulantı gibi belirtiler geliştirmek suretiyle, çözümleyemediği sorunun
yarattığı gerilimden kurtulmak ister. Kişi sıkıntılarını bu nevrotik tepkilerle
çözümleyemezse, o zaman psikoz denilen savunma durumuna çekilir. Bu bakımdan
psikozlar, nevrozlara göre daha ileri ve ağır ruhsal dengesizliklerdir[21].
Bugün derinler
psikolojisinin ve nevrozlar öğretisinin merkez kavramı bilinçaltıdır. Eski
psikoloji, ruh kavramını bilinç alanı ile sınırlarken; Freud, bilinç
psikolojisini, bilinçaltındaki ruhi yaşamın büyük kısmında, onun sonucu gerçekleşen
bilinçaltı öğretisine uzatmıştır. O zamandan beri, bilinç psikolojisi ve
derinler psikolojisi insan ruhi yaşamının birbirinden ayrı disiplinleri olarak,
tüm insan psikolojisinde birleşen iki kısım olmaya başlamıştır[22].
Freud için psikolojik
rahatsızlıkların araştırılması bilinçaltının keşfi için çıkış noktasını
oluşturmuştur[23].
Nevrozlarla psikozlar
arasındaki en önemli fark, “gerçeklerle olan ilişkiler” yönündendir;
nevrozluların gerçeklerle ilişkileri kopmamıştır. Geçmişleri, şu anki durumları
ve gelecekleri konusunda gerçeklerle ilişkilidirler. Buna karşılık psikozluda
ise, gerçeklerle ilişkisi geniş ölçüde zayıflamış ve kesilmiştir. Yani,
gerçeklerden uzak bir hayal dünyasında
yaşarlar; örneğin, psikozlu bir kişi, hastalanmadan önceki işini doğru olarak
cevaplandırsa bile, daha sonra “peygamber” yada “komutan” olduğunu ileri
sürmekte tereddüt etmez[24].
D)
Psikopatlık:
Psikopatolojik suç
düşüncesi, hastalıklı ruhsal yaşamın tezahürlerinin özel görünüş noktaları altında
suçun mütalaa edilmesidir. Psikopatoloji kelimesi, ruhsal yaşam üzerine bütün
hastalık ve anormallikleri kapsayıcı anlamda mütalaa edilmelidir.
Psikopatolojik suç düşüncesi bu yüzden, suçu ruhi hastalıklar ve ruhsal
anormallikler yanından anlamaya teşebbüs eder[25].Psikopat
kavramı ile bedeni hastalığa dayanmayan anormal karakterli davranış anlaşılır[26].
Psikopat suçlu, burada
esas alınan dayanak noktasına göre, aynı zamanda öncelikle gerçek psikopat
tiplerle sınırlanmalıdır, belirli kişilik tipleri ile özellikle Schneider’in on
tipi ile ilgilidir. Suçlu psikopatların belirli gruplama içina sokulması kolay
değildir. Suç politikasının önemli sorusu, psikopatlara ceza hukukunda nasıl
muamele edileceğidir. Bu, ceza hukukunun tartışmasız en önemli problemlerine
dahildir[27].
Alman psikiyatrist Kurt
Schneider, 1928’de yayınladığı “Psikopatolojik Kişilikler” kitabında, klinik
tecrübesinden hareketle on psikopat tipi tasvir etti. Schneider, psikopat
kişilikleri anormalliklerini çeken veya anormallikleri altında topluma
çektiren, anormal kişilikler olarak tanımlanmıştı. Anormal kişilikler olarak
psikopatların, kişilik anormallikleri dolayısıyla çok yada az her yaşan
durumda, bütün ilişkiler altında iç veya dış çatışmalara gelmek zorunda
olduklarını da açıklamıştı. Schneider’e göre psikopatik kişilik gelişir. Bu
gelişmeyi, bir yandan büyümenin bir ürünü ve doğan yapının yayılması ve diğer
yandan geniş anlamda yaşananlar ve kader olarak anlamıştı. Yapı ve yaşanan
çevre bu yüzden kişilik açılımı için önemlidir. Schneider, yapıdan, kişiliğin
biraz birlikte aldığı, onun gelişimine biraz avans verilmişleri anlamıştı. Bu
birlikte alınanlar veya avans verilenler psikopatlarda üstündürler. Şüphesiz
anormallerde yapıya uygun olarak şekle sokulabilir olabilir. Schneider, psikopat
kavramının anormal kişilikle değiştirilmesini önermiştir. Sonunda, psikopatı
tıbbi teşhisin istismarına ve suçluyu psikopat olarak damgalamaya karşı
uyarmıştır. Diğer bir psikopat tanımı, Amerikalı psikologlar William ve Joan
McCord (1956) tarafından önerildi: “Psikopat, asosyal, saldırgan, yüksek
heyecanlı bir kişidir; onda kusur duygusu hiç yoktur yada az gelişmiştir ve
devam eden duygu ilişkilerini diğer insanlarla bağlayarak yapmaya muktedir
değildir.” McCord’lar psikopatı, nevrotikten ayırt eder; nevrotik, psikopatın
tam aksine, korku ve kusur duygusunun baskısı altındadır, sevgi bağlantılarına
girebilir ve düşmanlığın altında ezilir. Şüphesiz, duygularını dışa vuran bir
nevrotiker, iç çatışmalarını sosyal sapıcı ve suçlu davranışlarla çözen kişiliktir.
Psikopatdan fark duygularını dışa vuran nevrotiğin kronik iç çatışmalarını
hissetmesi ve kusur duygusuna sahip olabilmesinde bulunur. Psikopat hiçbir
kusur duygusu geliştiremez, çünkü o, mutad anlamda bir vicdana sahip değildir.
Tekerrüre eğilimleri ile ayırt edilen suçluların en tehlikeli kısmı, esaslı
olarak psikopatlardan çıkmaktadırlar[28].
Psikopataloji,
kriminolojide önemli rol oynamıştır. Özellikle mahkemelerdeki psikiyatrik
bilirkişi uygulamasında kuvvetli bir ağırlık işgal eder. Yapısal psikopati,
kalıtımsal yüke dayandırılır. Ruh, duygu, dürtü ve irade anormalliklerinde
sonucu ortaya koyar. Suçlu psikopatolojisi, suçlu kişilikleri klinik hastalık
durumlarının şekline göre analiz eder[29].
Stumpfl, yaptığı
araştırmada; bir defa suç işlemiş 166 failin 24’ü, yani %14,5’unun
psikopatlığına karşılık; 195 mükerrir failin 140’ında, yüksek, zayıf veya
kararsız olmak üzere %72’sinin psikopat olduğunu bulmuştu. Çoğu kararsız, soğuk
veya yüksekti (hipertim). Onun araştırmaları özellikle esaslı olmuştu;
psikopatlık sonucuna, mükerrirlik gerçeğinden değil, aksine ağır karakter
bozukluklarından varıldığını kuvvetle vurgulamıştı[30].
Benzer sonuçlar, Belçika
ve Danimarka’da da ortaya çıktı. Freys araştırmalarında mükerrir suçluluğun,
psikopatlık içinde temel bulduğunu ispata çalıştı. 160 araştırmada, 1936-1949
yıllarında Basel’de mahkûm olan gençlerdi. Onalardan %57,5 kesin psikopat ve
%25’i sınır hallerdi. Bunlardan 75’i uzun süre takip edildi ve 10’u psikopatik
ve hastalıklı idi. Kuşkusuz erken suçluluk, mükerrirlik ve psikopatlık arasında
çok sıkı bir ilişki mevcuttur[31].
Suçlularda psikopatlığın
sıklığı üzerinde yapılan araştırmalar, şu sonuçları ortaya koymuştur[32]:
Psikopatların Suçlular İçindeki Oranı % |
||
M. Riedl |
800 itiyadi
(Gewonhnheit) suçlu |
40 |
Schnell |
502 çok kez
mükerrir olmuşlar |
48.7 |
Schiedt |
245
mükerrir suçlu |
63,7 |
Michel |
302 itiyadi
suçlu |
83 |
Reis |
131 ağır
suçlu |
88 |
Vervaeck |
6000
mükerrir suçlu aşağı yukarı |
90 |
Rattenhuber |
113
tehlikeli genel âdab suçlusu |
55 |
Stumpfl |
195 çok kez
mükerrir olmuşlar |
99 |
|
166 ilk
defa suç işlemişler |
14,5 |
A. Schmidt |
502 ilk
defa suç işlemişler |
18 |
Stumpfl’in araştırmaları, anormal kişiliklerin
ilk ve mükerrir suç işleyen akrabalarda meydana çıkmasını şu tabloyla ortaya
koymuştu[33].
|
İlgili Sayı |
Anormal Kişilik (Psikopat) |
|
İlk defa
suç işleyenlerin babaları |
149 |
10 |
% 6,7 |
Mükerrirlerin
babaları |
169 |
53 |
31,4 |
İlk defa
suç işleyenlerin kardeşleri |
560 |
39 |
7,0 |
Mükerrirlerin
kardeşleri |
336 |
116 |
34,5 |
İlk defa
suç işleyenlerin kuzenleri |
1256 |
50 |
4,0 |
Mükerrirlerin
kuzenleri |
627 |
56 |
8,9 |
Psikopatlığın kalıtımsallığı, bugün de
aile ve evlatlık çalışmalarıyla ispat edilmeye teşebbüs edilmektedir. (Fini
Schulsinger 1977); aynı zamanda Kurt Schneider (1958), psikopatlığın ailevi
ortaya çıktığına dair psikopatik bir yapının bir delili için değerlendirilemezliğine
dikkat çekmiştir; çünkü, suçlu ebeveyn ve akrabalarda suçlu çevrenin etkisi
altında olarak değerlendirilebilirler.
Bu yüzden, psikopati, fizyolojik öğrenme özürlülüğü olarak mütalaa edilir[34].
Kriminolojik psikopatolojiye
birkaç önemli itiraz ileri sürülmüştür: Psikopatlık kesin olmayan bir
tasvirdir. ABD’de cezaevinde bulunanlar içinde psikopatların oranı % 3’den %
45’e kadar ulaşmaktadır. Çeşitli araştırmalara göre, psikopatların oranı %40 ve
%100 arasınsa ortaya çıkmaktadır. Nüfustaki psikopat oranı ise belli değildir.
Psikopati tasvirinin açık olmaması, bu kavramın yüksek farklı taslaklara
dayanmasına ve çok çeşitli tanımlanmasına dayanmaktadır. Psikopatlık kavramının
anormal kişilik tasviri vasıtasıyla değiştirilmesi açıklık kazanmaz.
Psikopatlık tasviri, bir yüksek sübjektif ve değersiz kılıcı değerlendirmedir.
Bu kriminolojik araştırmalar içinde, mahkeme önündeki psikiyatrik bilirkişi
uygulamaları gibi geçerlidir[35].
E)
Oligophrenie
(Zeka Geriliği):
Oligophrenie, doğuştan
veya erkenden edinilen zeka geriliği durumları demektir. Zeka azlığı da, bu
anlamda kullanılmaktadır. Oligophrenieler, hastalık belirtisi ortaya koymazlar.
Bu kavramla, zeka kapasitesi, organizmanın, onun çevresi karşısında gerektiği gibi
hizmet etmesi için yeterli olmayan kişiler nitelendirilir. Rahatsızlığın
ağırlık derecesine göre; hafif derecesi “debilitaet”, orta derecesi
“imbezillitaet” ve ağır derecesi “idiot” olarak isimlendirilir[36].
William Stern, zekayı
genel olarak tanımlar; istemler üzerine düşünce amaçlarının amaca uygun
kullanıma sokulmasıdır. İlk olarak Richard Dugdale (1877), aptallığı (zayıf
akıllı) soysuzlaşma işareti olarak gördü ve onun yapısal az değerlilikle
bağlantısını iddia etti. Henry H. Goddard, suç işlememiş gençlerden bir kontrol
grubu oluşturmaksızın gençlerin suçluluğu üzerinde yaptığı araştırmada (1912,
1914, 1915), genç suçluların %25’den %50’ye kadar aptal (zayıf akıllı) olduğunu
tespit etti. Bu sonuç, daha sonraki çok kapsamlı zeka araştırması vasıtasıyla onaylanmadı.
Hatta çoğu kez mahkumların I. Dünya savaşına katılan ABD askerlerinden daha
zeki olduğu tespit edildi. Diğer yandan yeni araştırmalar, suçluların suç
işlemeyenlere göre daha az zeki olduklarını ortaya koydu. Bu sonuç, zeka
testlerinin sınıfa bağlı zekayı ölçtükleri; orta sınıfın çocuklarını iyi okula
gönderdikleri, alt sınıf çocukların ise iyi eğitim alamadıklarından; orta
sınıfın zeka testinde daha iyi sonuç verdikleri yönlerinden şüphesiz
tartışıldı. Resmi bilinen suçlar esaslı olarak alt sınıftan, fakat suçlu
olmayanların orta sınıftan geldikleri ileri sürüldü. Bazı yetişkin suçluların
az zekaya sahip oldukları doğru olmakla birlikte; onların suçunun oluşumunu
zeka açıklamaz. Her durumda onların suçtan sonra kolay yakalandıkları ve mahkum
edildikleri kabul edilir. Şüphesiz bu işlenen suçun şekline de bağlıdır. Şiddet
suçu failleri nüfusun ortalama bireyine göre, muhtemelen daha az zekaya
sahiptirler; buna karşılık ekonomik organize ve politik suçlular nüfus
ortalamasına göre, yüksek sosyal zekaya sahiptirler; bu yüzden polis ve mahkeme
önünde yetenekli davranırlar[37].
Zeka suçlarına, bazı
casusluk (vatana ihanet) suçları, ekonomik suçlar ve her şeyden önce
dolandırıcılık dahildir. Goring’in 3000 İngiliz ağır suçlu üzerinde yaptığı
araştırmada, esaslı ağırlıkta aptal kişi buldu; bunlar, suç işlememiş uygun
nüfus grubuna göre, zekaca aşağı seviye idiler[38].
Daha sonra yapılan
araştırmalar, suçlular arasında zeka geriliğinin sanıldığı kadar yüksek
olmadığını ve nüfustaki sayılarından biraz fazla olduğunu ortaya koymuştur.
Nitekim, Dr. Gluck, 1918 yılında Sinsing Cezaevinde 608 mahkûm üzerinde yaptığı
dokuz ay süren araştırmada, bunların %28’inin farklı derecelerde geri zekalı
kimseler olduğunu belirlemiştir. Birleşik Amerika’nın Maryland eyaleti ceza ve
ıslahevlerinde yapılan başka bir araştırmada, zeka geriliğinin mahkumlar
arasında %27 olduğu görülmüştür. Genel nüfus içindeki zekaca normalin altında
olanların oranının %3-5 olduğu kabul edilirse, suçlular arasındaki oranının çok
yüksek olmadığı görülür[39].
Suçlular arasında zeka
geriliği (azlığı) üzerine yapılan bazı araştırmaların sonucu şu şekildedir[40].
Stumpfl |
166 ilk suç
işleyen 195
mükerrir |
%8,4 %26,7 |
Zeka geriliği “ |
Rattenhuber |
11
tehlikeli genel adaba karşı |
%29 |
“ |
M. Riedl |
200 erken
suçlu 200 geç
suçlu 150 suçlu
kökenli |
%49 %26 %65,3 |
“ “ “ |
Bonhoeffer |
404 sık
cezalandırılan serseri mükerrir
yaralama suçu işleyen |
%22 %22 |
“ “ |
Vervaeck’in 1000 mükerrir ve 1000 ilk defa suç
işleyen kişinin akli durumu üzerine yaptığı araştırma, aşağıdaki sonucu ortaya
koydu[41]:
Zeka |
Çok iyi |
Orta |
Eksik |
Akli çöküntü |
1000 ilk
suç işleyen |
7,5 |
57,2 |
31,7 |
3,6 |
1000
mükerrir suçlu |
3,3 |
32,3 |
47,3 |
17,1 |
A. Schmid ve Schnell’in mükerrirlerin
zekasının esaslı azlığı üzerine benzer tespitleri şu sonuçu vermişti[42].
Zeka |
İyi |
Yeterli |
Kötü |
500 ilk suç
işleyen |
18,6 |
60,7 |
20,7 |
500
mükerrir fail |
13 |
52 |
35 |
Suçun türü kriter
alınarak, az zeka kapasitesi ile karakteristik çeşitli suç grupları esas
alınarak Rockoff/Homann (1977) tarafından yapılan bir araştırmada; aşağı zeka
seviyesinde (IQ’su 79 ve aşağısı) ve karşılaştırma grubu içinde normal zekada
(IQ’su 90 ve üzeri) 2227 fail tespit edilmiştir; zekası normal olanlar sıklıkla
şiddet unsuru içermeyen ve topluma veren suçlardan mahkum edilmiş iken; zekası
az olanlar sıklıkla şiddet suçları işlemişlerdir. Şiddet suçları içinde cinayet
ve yaralamanın ayrıldığı bir araştırmada, katillerin, yaralama suçu faillerine
göre daha az zeka düzeyinde olduğu ortaya çıkmıştır. Tübingen’de genç failler
ile karşılaştırma grubu arasında yapılan araştırma, şiddet suçlarından mahkum
olan gençlerin, cezalandırılmayanlara göre, ortalamanın aşağısında IQ
seviyesinde oldukları ortaya çıkmıştır[43].
Özetlenecek olursa,
araştırmaların birlik sağlanamayan sonuçları, zeka ve suç arasında doğrudan
doğruya bir bağlantının mevcut olmadığını, göstermektedir. Bu sonuç şaşırtıcı
değildir, çünkü, zeka bir insanın davranışını tek başına belirlemez[44]. Ancak, geri
zekalılık öğrenme gücünü azalttığından, bunların daha çok ilgiye ihtiyaçları
vardır. Bunların doğdukları çevre genel olarak normal bir bakım ve eğitimi
temin edemeyecek kadar düşük seviyede olduğundan, bu çocukların her türlü kötü
etkilere açık bir şekilde bırakılmaları ve iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt
edilebilecek durumda olmamaları onları sık sık suça yöneltebilir. Çünkü bunlar,
davranışlarını kontrol etmeyi kolay öğrenemedikleri gibi, başkalarının
telkinlerine de açıktırlar ve kötü bir çevre içinde yanlış yola kolaylıkla
yönelebilirler[45].
F)
Alkol
ve Uyuşturucu Bağımlılığı:
Alkolü kötü kullanmanın
nedenleri tartışmalıdır. Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmaların büyük kısmı,
suçlu ailelerindeki alkolikliğin, özelliklede mükerrir faillerin ailelerinde
sıklıkla olduğu ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan araştırmaların önemli
sonuçları aşağıdaki şekilde ortaya çıkmıştır[46].
|
Alkolün Kötü Kullanımı (%) |
|||
Baba |
Anne |
Erkek Kardeş |
||
Stumpfl |
|
|||
|
İlk defa
suç işleyen fail Mükerrir
fail |
10 34,7 |
1,2 2,1 |
- - |
Schmid
Olarak |
|
|||
|
İlk defa
suç işleyen fail |
14,7 |
0 |
1,2 |
Shonell |
|
|||
|
Mükerrir
fail |
39,4 |
2,4 |
7,0 |
Lund |
|
|||
|
Suç
işlememiş gençler Suçlu
gençler |
8,1 39,6 |
0,4 7,7 |
- - |
Glueck |
|
|||
|
Suç
işlememiş gençler Suçlu
gençler |
39,0 62,8 |
7,0 23,0 |
- - |
Kronik alkolikler;
kıskançlık cinayeti, kişilere ve eşyalara karşı saldırılar, cinsel alanda
teşhircilik, çocuklarla cinsel ilişki gibi suçları genellikle işlemektedirler.
Grigsby’nin (1963),
Florida Radford Cezaevindeki 2457 hükümlü arasından seçtiği 351 kişi üzerinde
yaptığı araştırmanında ortaya koyduğu gibi, alkolikliğin mükerrirliklete de
önemli bir rolü vardır:[47]
Önceden
sabıkası olmayan |
%18,9
devamlı alkol içer, |
1’den 2’ye
kadar önceden cezası olan |
%27,5
devamlı alkol içer, |
3’den 4’e
kadar önceden cezası olan |
%33,0
devamlı alkol içer, |
5’den 6’ya kadar
önceden cezası olan |
%55,3
devamlı alkol içer, |
7’den 10’a
kadar önceden cezası olan |
%72,7
devamlı alkol içer, |
11 ve daha
fazla önceden cezası olan |
%75,6
devamlı alkol içer, |
Federal Almanya’da
1997’de aydınlanmış 237,772 olayda, sanıkların %7,1’inin (1996’da %7 idi) suçu
işlerken alkolün etkisi altında olduğu tespit edilmiştir; açıklanmış tüm şiddet
olaylarının %24,3’ünün (1996’da aynı şekilde %24,3) sanığı, alkolün etkisi
altında suçu işlemişlerdir.[48]
Suçlar |
Alkol Etkisi Altında Sanıklar |
||
1997 |
% |
1996 % |
|
Devlet
otoritesine karşı gelme |
11573 |
56,4 |
56,1 |
Önemli iş
aracını tahrip etme |
144 |
52,4 |
55,4 |
Şiddet
suçları |
31567 |
24,3 |
24,3 |
-yağmada cinayet |
20 |
30,2 |
27,1 |
-seks cinayeti |
3 |
18,8 |
23,3 |
-kasten adam öldürme |
855 |
40,8 |
36,6 |
-ırza geçme |
1448 |
28,7 |
30,4 |
-taksi sürücüsüne yağma |
49 |
35,0 |
34,5 |
-alem sonucu yağma |
136 |
60,2 |
60,3 |
-kastın aşılması sonucu ad.öld. |
142 |
34,5 |
32,3 |
-ağır müessir fiil |
24027 |
27,4 |
27,3 |
Alkolün
yağma faili ve mağdurunda etkisi.[49]
|
(Yüzde) |
|
Yazarlar |
Fail sarhoş |
Mağdur sarhoş |
Feller |
22,7 |
25,8 |
Feldmeier |
26,6 |
25,0 |
Hoeldeskamp |
16,6 |
12,0 |
Kinzig |
13,0 |
9,0 |
Baumsteiger |
13,6 |
10,9 |
Heiman |
25,0 |
34,2 |
DİPNOTLAR:
[1] Bu yazı Prof.Dr. Timur Demirbaş’ın’in
Seçkin Yayıncılık’tan çıkan “Kriminoloji” kitabından (Ankara, 2001,
S.112 vd.) alınmıştır. Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden,
yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç
bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için
ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz. www.seckin.com.tr
[2] Kürzinger, 93; Schwind, 106.
[3] Kürzinger, 93; Schwind, 106.
[4] Enç, 39 vd.
[5] Haskell-Yablonsky’den naklen Attar, 9.
[6] Kürzinger, 94,
[7] Kürzinger, 94.
[8] Kürzinger, 96,
[9] Mergen, 179,
[10] Kaufmann Hilde, Kriminologie, I,
Stuttgart 1971. s.17.
[11] Kaufmann, I, 23.
[12] Attar Handan, Eğitim ve Çocuk Suçluluğu,
İzmir 1994, s. 6.
[13] Aktüel (levent Yayla), 2-8 Kasım 2000,
s.485, s.67 vd.
[14] Enç, 141 vd.
[15] Enç, 142; Kaufmann, I, 26.
[16] Enç, 143.
[17] Enç, 145 vd.
[18] Enç, 146 vd.
[19] Kaufmann, I, 56.
[20] Kaufmann, I, 57.
[21] Enç, 121 vd.
[22] Kaufmann, I, 59.
[23] Kaufmann, I, 60.
[24] Enç, 123.
[25] Mezger, Kriminalpolitik, 29.
[26] Kaufmann, I, 44.
[27] Mezger, Kriminalpolitik, 58 vd.
[28] Schneider, 382 vd.
[29] Schneider, 383.
[30] Stumpfl Friedrich, Erbanlage und
Verbrechen, Berlin 1935, s.143 vd.
[31] Bauer, 74.
[32] Exner, 183.
[33] Stumpfl, 146.
[34] Schneider, 390.
[35] Schwind, 392 vd.
[36] Kaufmann, I, 41 vd.
[37] Schneider, 380 vd.
[38] Exner, 160 vd.
[39] Enç, 156 vd.
[40] Exner, 163.
[41] Exner, 163.
[42] Exner, 163.
[43] Göppinger, 246.
[44] Göppinger, 247.
[45] Enç, 158.
[46] Bauer, 88 vd.
[47] Göppinger, 227.
[48] Schwind, 519 vd.