www.kriminoloji.com
CEZA ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ
(ARAŞTIRMA)
Ord.Prof.Dr.
Sulhi DÖNMEZER
Prof.Dr. Feridun YENİSEY**
©
www.kriminoloji.com 2002
ÜÇÜNCÜ KISIM
BİRİNCİ
BÖLÜM
ARAŞTIRMA SONUÇLARI, YORUM
VE DEĞERLENDİRMELERİ
Giriş
90. İstanbul’un Ceza
Mahkemelerinde, “Ceza Adalet Sisteminin Etkinliği” konusunda yapmış
bulunduğumuz araştırmanın ne suretle icra olunduğu hususunda önsözde bilgi
verilmiş ve Kullandığımız anket formu (sh. 293) bu
esere eklenmiştir.
Araştırmamızın
temel amacı Ceza Adalet Sisteminin fiilen ne suretle işlemekte bulunduğunu
belirlemek olmuştur.
Kanunlar,
özellikle usul kanunları, sistemin ne suretle işleyeceğine dair hükümleri,
ilkeleri, usulleri ve şekilleri içerirler. Ancak kanunların belirttikleri bu
normlar uygulama ile şekil alır. Uygulamalar üzerinde ise ayrıca başta adli
kültür olmak üzere çok çeşitli unsurlar ve elbette ki, maddi araçlar etkili
olur. Bu hususta eserin birinci kısmında altı bölüm halinde bilgiler
sunulmuştur. Araştırmamızın anlamını tam olarak algılayabilmek bakımından geniş
ölçüde mukayese imkânını veren birinci kısmın dikkatle okunması ve
karşılaştırmalar yapılması özellikle faydalı olacaktır.
Soru varakası incelendiğinde görüleceği üzere, anketin
temel amacı sistemin işleyişinin ortaya çıkarılması ve geniş ölçüde olmak üzere
bu bakımdan sistemdeki dar boğazların nelerden ibaret bulunduğunun tayini ve
sonra bunlara göre önerilerin ortaya konulması olmakla beraber, okuyucu Türk
CAS’ının niteliği yani tevzi olunan adaletin vasfını belirleme bakımından da
soruların önemle ele alınmış bulunduğunu tesbit edecektir. Yine, kriminolojik bakımdan sorulmuş
sorular ve elde edilmiş cevaplar vardır. Soruların cevapları CAS bakımından
süratin olduğu kadar, muhakkaklığın, kesinliğin, dürüst yargılamanın da
gözönünde bulundurulduğunu ve bu bakımdan da ortaya dikkati çekici sonuçların
çıktığını göstermektedir.
Anket
sonucu elde edilen neticeleri arz etmek bakımından araştırıcılar, iki metottan
birisini seçmek durumunda idiler:
1.
Her sorunun cevabını rakamlar ve orantılar halinde açıkladıktan sonra,
araştırıcıların yorumlarını ve sistem bakımından önemli olan sonuçları
“değerlendirme” başlığı altında her soru ve cevap bakımından müstakilen yapmak.
2.
Cevapları sistemin unsurları itibariyle toparlamak, sentezleştirmek ve
neticeleri de bir bütün halinde arz etmek.
Biz,
esasta birinci metodu uygulamayı daha uygun saydık. Soruları ve cevaplarını,
bunlara ait değerlendirmeleri ayrı ayrı arz etme yolu tutulduğunda bu eseri
inceleyecek olan diğer uzmanların da farklı yorumlar yapabilmeleri ve onlar
bakımından da araştırma sonuçlarının değerli malzeme teşkil edebilmesi bu yolla
mümkün olacaktır.
Bu
metodun uygulanmasında genel sentez bulunmamasının ortaya çıkaracağı noksanı
bertaraf etmek üzere de, ikinci kısmın dördüncü bölümünde araştırmalarımızdan
kaynaklanan önerileri bir sentez halinde sunmayı uygun mütalaa ettik. Böylece
her iki metoda da yer vermiş bulunuyoruz. Bir kısım tekrarlar varsa, sebebi her
iki metoda yer verilmiş olmasıdır.
Önsözde
açıklandığı üzere 1117 kesinleşmiş Ceza Mahkemesi, dosyası incelenmiştir.
Bunların
305 ‘i Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlara aittir.
Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlardan alınan dosya sayısı 300
(istatistik uygulama sonucu bu miktar 717 sayılmıştır.)
Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlardanden yine 300 dosya alınmış
istatistik uygulama sonucu bu miktar 96 sayılmıştır.
Sözkonusu
1117 dosyanın İstanbul ilçeleri arasındaki dağılımı şöyledir: Bakırköy adliyesi
171 dosya, Beyoğlu adliyesi 169 dosya, Eyüp adliyesi 80 dosya, Fatih adliyesi
98 dosya, Kadıköy adliyesi 135 dosya, Kartal adliyesi 108 dosya, Üsküdar
adliyesi 60 dosya, Sultanahmet adliyesi 298 dosya. (108)
I. ÖN SORUŞTURMADA KOLLUK TARAFINDAN
YAPILAN ARAŞTIRMA VE SORUŞTURMALAR:
91. Suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merciler (soru formu 2);
tesbitler:
a)
Genel Değerlendirme: 1117 dosyadan 560’ında (%50,1) suçu ilk defa polis
öğrenmiştir. (109) 398 olayda savcılık
(%35,6), 37 olayda kambiyo müdürlüğü (%3,4), 18 olayda belediye başkanlığı
(%1,6) ve 12 olayda jandarma (%1,1) suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merciler
olmuşlardır.
Suçun
işlendiğini ilk defa öğrenen merci olarak göze çarpan diğer makamlar şunlardır:
Valilik, kaymakamlık (4 olay=%0,4), belediye sağlık işleri (3 olay=%0,3),
belediye zabıtası (7 olay=%0,6), mahkeme hakimlik (3
olay=%0,3), milli piyango idaresi (1 olay=%0,1), orman muhafaza (4 olay=%0,3),
sahil güvenlik (1 olay =%0,1), bankalar (6 olay=%0,5).
b)
Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki (gerçek davalarda) işlerde polisin
öğrendiği suç sayısı 462’dir (%54,3).
92. Kovuşturma makamının suçu nasıl öğrendiği (soru formu 3);
tesbitler:
a)
Genel Olarak: 1117 dosyadan 437’si ihbar yolu ile (%39,1), 367 si (%32,8)
re’sen, 274 ü (%24,5) şikayet ve 7 si de (%0,6) şahsi
dava yolu ile öğrenilmiştir.
İncelenen
dosyalardan polisin doğrudan doğruya kendi gayretiyle tesbit ve takip etmiş
bulunduğu suç oranı %32,8 dir; Batı polisinin faaliyetleri ile mukayese
olunduğunda yüksek bir orandır. Batıda, ortalama olarak, polis olayların %90
nını ihbar ve diğer yollarla öğrenebilmektedir; kendisinin doğrudan doğruya
tesbit ettiği suçlar %10’u aşmıyor. CAS’inin önemli bir kısmını oluşturan
polisin etkinliğinde ölçülerden birisi olabilecek bu orantıyı memnunlukla
karşılamak uygun olur. Mahkemelerin nevine göre oranları aşağıda
gösterilmiştir:
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Re’sen 23 = %23,8; İhbar 45 =
%46,3; Şikayet 24 = %24,7.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 267 = %37,3; İhbar
244 = %34; Şikayet 184 = %25,7; Şahsi Dava 1 = %0,02.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 77 = %25,1; İhbar 149
= %48,9; Şikayet 64 = %21,8; Şahsi Dava 5 = %1,7.
e)
Önödeme ve ceza kararnamesi dışındaki işlerde:
851 olayın 285’i re’sen (%33,5) 283’ü ihbarla (%33,3) 245’i şikayet (%28,9).
1.- ÖNERİ: Polis eğitimi veren çeşitli
derecedeki okullarda Ceza Hukuku ve Usulünün geniş biçimde ve önem verilmek
suretiyle okutulması uygun olacaktır. Bilgisizlik dolayısıyla delil toplanması
bakımından noksanlıklar sözkonusu olabilir. Bu hal davaların uzamasının temel
sebeplerinden biridir.
93. Suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenilmesi arasında geçen süre (soru
formu 4):
Ağır
cezalı suçlarda suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenildiği tarih arasında; 96
dosyadan 61’inde (%63,1) bir günden az
süre geçmiştir. Medyan süre sıfır gündür.
%36,9
oranına giren diğer olaylarda ise, suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenildiği
tarih arasındaki süre çok değişiktir: 2 günden başlamakta, 1987 güne kadar
gitmektedir. Büyük bir dağılma söz konusu olduğundan, bu rakamların istatistik
değeri yoktur. Önemli olan husus, suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında
geçen sürenin %60’ı geçen oranda bir günden az olmasıdır.
b)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Toplam 717 dosyadan
(ağırlıklı rakamlar) 417 sinde (% 58,1) suçun işlenmesi ile öğrenilmesi
arasında 1 günden az süre geçmiştir. Medyan süre sıfır gündür. Asliyelik suçlarda,
suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında geçen süre bakımından çok büyük bir
dağılma söz konusu olmaktadır. %58,1 oranı dışında kalan %47,9 olay, değişik
süreleri içermektedir. Ancak, ağırcezalı suçlardan farklı olarak, asliyeye
ilişkin olan suçlarda işlenen suçların öğrenilmesi çok daha fazla
gecikebilmektedir. Bunun sebebi, asliyelik suçların, en azından bazılarının,
gizli olarak işlenme ve gizli kalma şanslarının daha fazla olmasıdır.
Ağırcezalı işlerin birçoğunda (mesela adam öldürmede olduğu gibi) suçun konusu
ortadadır.
c) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Toplam 305 dosya incelenmiştir. Medyan süre sıfır gündür. 183 dosyada
bir günden az (%60), 14 dosyada bir gün (%4,5), 2 dosyada 37 gün (%0,7), 1
dosyada 303 (%0,3) gün süre içinde öğrenilen bir suç söz konusudur.
Değerlendirme:
Sulh mahkemelerinin görevine giren suçların büyük çoğunluğunda, suçun işlenmesi
ile öğrenilmesinin hemen bir gün içinde gerçekleşmesi olağan sayılmalıdır. Zira
çoğu kabahat derecesinde olan bu suçlarda fail ve fiil ortadadır. Bu suçlar
geniş ölçüde birbirini tanıyan kimseler arasında işlendiğinden, süre çok
azalmaktadır. Bir günü aşan süreler münferit olaylar halinde kalmaktadır.
Genel
Değerlendirme: İstanbul gibi ileri derecede kozmopolit ve çeşitli kültürlerden
gelen insanların toplandığı, ayrıca konut durumunun tesbitinin olağanüstü güç
olduğu bir toplumda suçların işlenmesinden çok kısa bir süre içinde fiillerin
öğrenilmesi, kolluğun etkinliği bakımından iyi bir ölçüt oluşturmaktadır.
94. Suçu öğrenen merciin, fiili hangi suç olarak kabul ettiği (tevsif)
(soru formu 5); tesbitler: Suçu ilk defa öğrenen merci tarafından yapılan
değerlendirmeye göre, 317 olayda çek kanununa aykırılık belirlenmiştir.
51
olayda (%4,6) 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunun 3 ncü
maddesine aykırılık.
54
olayda (%4,8) 6136 sayılı Kanunun 13 ncü maddesi, 11 olayda (%1) 6136 sayılı
Silahlar Hakkında Kanunun 15 nci maddesine aykırılık tespit edilmiştir.
TCK’da
yer alan suçlar bakımından inceleme yapıldığında suçların dağınık bir şekilde
serpiştirildiğini, ancak yoğunlaşmanın şu suçlarda meydana geldiği
görülmektedir: 22 olayda (%2) TCK 274, 6 olayda (% 0,6) TCK 403, 21
olayda (%1,9) TCK 404, 21 olayda (%1,8) TCK 430, 5 olayda (%0,8) TCK 455, 63
olayda (%5,7) TCK 456, 57 olayda (%5,1) TCK 459, 45 olayda (%4,1) TCK 491, 16
olayda (%1,5) TCK 491/4, 34 olayda (%3) TCK 492, 31 olayda (%2,7) TCK 493, 41
olayda (%3,7) TCK 565 ve 12 olayda (%1,1) TCK 561 üzerinde yoğunlaşma olmuştur.
Aynı
kişinin işlediği ikinci suç bakımından yoğunlaşmalar da şöyledir: 3167 sayılı
kanunun 13 ncü maddesi dört defa (%0,3), 6136 sayılı Kanunun 13 ncü maddesi beş defa (%0,5), TCK
266 dört defa (%0,3), TCK 404 dört defa (%0,3), TCK 414 beş defa (%0,5), TCK
416 dört defa (%0,4), TCK 456 on altı defa (1,4).
Aynı
kişinin üç ayrı fiil ile suçlandığı dosya sayısı 8 dir. Üçüncü suç olarak TCK
193, 345, 403, 404, 416, 456, 480, 482, 491, 498, 503 ve 571 nci maddelerin
ihlâl edildiği görülmektedir.
Bu
sorunun cevabı, suçu öğrenen merciin yani kolluğun fiili ne suretle tesbit
ettiğinin, başlı başına bir anlam taşımadığını göstermektedir. önemli olan, aynı fiili savcının ve sonra mahkemenin ne
suretle nitelendirdikleridir. Eğer tavsifte büyük ölçüde farklılık varsa, o
zaman ceza adaletinin etkinliği konusunda şüphe doğuran bir tesbit yapılmış
olur.
Suçu
öğrenen merciin varlığını kabul ettiği suç ile iddianamedeki suçun aynı olduğu
dosya sayısı 930’dur (%83,5). Bu 930 dosyanın %25,9’unu çek suçları
oluşturmaktadır. Buna karşılık 151 dosyada (%13,6) kolluğun suç konusundaki
değerlendirmesi ile savcınınki farklılık arz etmektedir.
Yaklaşık
yüzde oniki olayda suçu öğrenen merciin nitelendirmesi, tavsifi ile
iddianamedeki tavsif arasından “farklılığın” mevcut olması dikkat çekicidir. Bu
tesbit iki bakımdan önem taşır; kolluğun Ceza Hukuku bilgisinin yeterli
olmamasına ve aşağıda öneriler kısmında açıklanacağı üzere, Polis Okullarında
“Ceza Hukukuna” yeteri kadar önem verilmemektedir.
95. Failin kim olduğunun suçun öğrenildiği sırada bilinmekte olup olmaması
(soru formu 6); tesbitler: a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 983 ünde (%88), suçun
öğrenildiği sırada failin kim olduğu bilinmektedir. Faili meçhul olan yani
suçun öğrenildiği sırada failin kim olduğunun bilinmediği dosya sayısı 124 dür
(%11,1).
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda; Bilinmeyen 19 = %20.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen 71 = %9,9.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen 34 = %11.
e)
Gerçek suçlarda: 106 = %12,5.
Değerlendirme:
Kimliğin bilinmemesi halinde dava açılamaz, öğrenme için yapılan soruşturma
süreç dışına çıkar. Öğrenme için zaman kaybı olur.
1117
dosyadan 124 olayda failin kim olduğu bilinmiyor. Bu önemli bir gecikme sebebi
ve gereksiz bir bekleme zamanı oluşturmaktadır.
96. Suça ilişkin olarak yapılan “ilk araştırma işlemi” (soru formu 7.a);
tesbitler:
a)
Genel Olarak: Suça ilişkin olarak kolluk tarafından yapılan ilk araştırma
işlemi, önce genel olarak bütün dosyalar bakımından ve sonra da mahkemelere
göre ayrım yapılarak incelenmiştir.
Kolluk
tarafından yapılan ilk araştırma işlemi, genel olarak bakıldığında şöyle bir
dağılım sergilemektedir: 142 olayda (%12,7) ifade alınmış, 104 olayda (%9,3)
üst araması yapılmış, 52 olayda şüpheli yakalanmış (%4,6), 25 olayda (%2,3)
mağdur ifadesi alınmış, 54 olayda (%4,8) trafik kazası tespit tutanağı
düzenlenmiş, 77 olayda (%6,9) olay mahallinde görgü tutanağı düzenlenmiş, 14
olayda (%1,2) fail aranmış, 48 olayda (%4,3) vücudu üzerinde muayene yapılmış,
14 olayda (%1,3) ekspertiz raporu alınmış, 25 olayda
(%2,2) yakalama tutunağı düzenlenmiş, 27 olayda (%2,4) karşılıksız çek ihtarı
yapılmış, 22 olayda (%1,9) savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş, 13 olayda
(%1,1) başvuru tutanağı düzenlenmiş ve 10 olayda (%0,9) tespit tutunağı
düzenlenmiş, 4 olayda ise (%0,3) alaka incelemesi yapılmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 13 = %13,7; Üst
araması 13 = %14; Yakalama 11 = %11,5; Mağdur ifadesinin alınması 4 = %3,8;
Olay mahallinde görgü tutanağı 8 = %8,4; failin aranması 4 = %4,5; Yakalama
tutanağı 4 = %4,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
İfade alma 85 = %11,9; Üst araması 65 = %9,1; Yakalama 33 = %4,6; Mağdur
İfadesi19 = %2,6; Trafik kazası tespit tutanağı 36 = %5; Olay yeri görgü
tutanağı 48 = %6,7; Elkoyma 38 = %5,3; Kimlik tespiti 14 = %2; Yakalama
tutanağı13 = %1,8; Karşılıksız çek ihtarı 27 = %3,7; Eksik belgenin
tamamlanması 18 = %2,5; Savcılığa suç duyurusu 22 = %3.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 44 = %14,5; Arama
26 = %8,4; Olay mahalli görgü tutanağı 21 = %6,9; Trafik kazası tespit tutanağı
17 = %5,7; Yakalama tutanağı 8 = %2,6; Zabıt 7 = % 2,2.
e)
Gerçek suçlarda ifade alma: 125 = %14,7; olay yerinde inceleme: 64 =%7,5; zapt:
41=%4,8.
Değerlendirme:
İncelenen dosyalar da göstermektedir ki, polis çok değişik işlemleri savcılık
müdahalesi olmadan yapmaktadır. Bunlar arasında failin kimlik tespiti 18
olayda (%1,6) yapılmıştır. Oysa 6
numaralı cetvele göre, 124 olayda (% 11,1), failin kimliği bilinmemekte idi.
Bundan çıkarılabilen ilk netice kolluğun, şüphelinin kimliğinin araştırılması
hususunda yeterli derecede aktif olmadığıdır.
Alâka
incelemesi, (yani suçlunun evvelce, sabıkası dışında polisle bir ilişkisinin
olup olmadığı hususundaki inceleme) 4 olayda rastlanmış olup, %0,3 oranındadır.
Uygulamada şüphelinin polisin eli altında bulundurulmasından şikayetler
vardır. Oysa incelememize göre, bu
konudaki rakam çok düşük çıkmıştır.
Kolluğun
ilk işlemine ilişkin bulunan listede, polis tarafından savcılığa keyfiyetin
bildirilmesinden önce doğrudan doğruya yapılan çeşitli işlemler yer almakta,
ancak bunlardan önce savcılığa duyuruda bulunulmasına 22 olayda (%1,9) rastlanmaktadır. CMUK 154. maddedeki
hükme göre her olayı derhal savcıya bildirmek gereklidir.
Üst
araması: Üst araması doğrudan doğruya polis tarafından yapılmaktadır. Bundan
anlaşılan “gecikmesinde mazarrat bulunan hal” şartının geniş tutulduğudur.
Bütün
ilk işlemler incelendiğinde, polisin suç işlendiğinde ilk işlem olarak CMUK
gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin tutarlı bir uygulamasının bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi
yapılmamasına ve dolayısı ile son soruşturmanın uzamasına neden olan temel
etmenlerden birisi sayılabilir.
Polis
araştırması sırasında, çok
küçük oranda CMUK 154. maddesine uygun hareket edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum
savcının önüne getirilen dosyayı sadece şüphelileri dinleyerek, mahkemeye
sevketme gibi bir uygulamaya da sebebiyet verebilir. Zira çok halde savcı
başından itibaren ilgilenmediği bir polis araştırmasının yeniden icrasına karar
vermeyebilir.
Polisin
ilk yaptığı işlemlerin listesi ve niteliği ağır ceza, asliye veya sulh ceza
sözkonusu olmasına göre de, değişik bulunmaktadır. Oysa, ilk işlem bakımından esasta bir fark
olmaması gerekmektedir.
2.- ÖNERİ: Türkiye’de CAS’inin işlemesinde
kolluk bakımından çok önemli unsurlardan birisi, sanığın kimliğinin tesbitidir.
Araştırma şüphelinin kimliğinin bilinmemesine ilişkin durumun yaklaşık olarak
%11 oranında olduğunu gösteriyor. Aktif polis faaliyeti, kimliğin tesbiti ile
etkin olur. Ancak 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununun, İstanbul gibi, çok
kalabalık ve kozmopolit bölgelerde, adeta metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve
bu kanuna fiilî yürürlük sağlamak şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk
güçlerine düşmektedir:
Kimliğin gerçek olarak tesbiti, kaliteli,
adaletin olduğu kadar, davaların gecikmemesinin de şartıdır. Bu hususta ciddî
gayret gösterilmesi zorunludur.
Ağırcezalı
suçlarda: İncelenen 96 ağır cezalık suçtan 56 sında (%58,3) bu süre bir günden
azdır. 8 olayda (%8) bir gün, 4 olayda %3,7 2 iki gün süre geçmiştir. İnceleme
kapsamına giren dosyalardan bazılarında 200 ün üstüne çıkan günler vardır. Bir
olayda 309 gün süre geçmiştir.
Ağırcezalı
suçlarda medyan süre sıfır gündür. Ortalama süre
de sıfır gündür. Çek suçlarında göze çarpan 2267 günlük bir süre ilginçtir.
3.- ÖNERİ:
Suç işlendiğinde, kolluk düzeyinde CMUK
gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir
uygulamanın mevcut bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu hâl davalardaki gecikmenin
temel sebeplerinden birisidir. Polisin yetiştirilmesinde araştırma ve
soruşturma usulleri esaslı surette öğretilmelidir.
Asıl
yapılması gerekli olan şey ise, kolluğun, suça el koymasından, işin müzekkere
ile savcılığa sevkine kadar yapması
gerekli bütün işlemleri kapsayan formüller içeren bir dosya şablonu meydana
getirilmeli ve burada polisin yapacağı işler sırasıyle gösterilmelidir. Buna
yabancı hukukta ‘check list” adı verilmektedir (sözgelimi Almanya’da).
Soruşturma,
araştırma dosyasıda, bu listeye göre yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem
varsa nedeni fezlekede gösterilmelidir.
Bizdeki
uygulamada üzerinde fazla durulmadan kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye
bağlanarak mahkemeye sevkedildiğinden bu hususun olağanüstü önem taşıdığına
inanıyoruz.
98. Araştırma işlemleri (soru formu
8), Sanığın kimliğinin hangi usule göre tesbit edildiği (soru formu 8.1);
tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosya
içerisinden 801 inde (%71,7) kimlik tespiti evrak üzerinden yapılmıştır. 177
olayda (%15,8) kimlik tespiti sanığın doğru ifadesi ile, 40 olayda (%3,6)
tanıklıkla, 16 olayda (%1,4) nüfus idaresinden sorularak ve 10 olayda (%0,9)
ayrıca araştırma yapılarak sanığın kimliği tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla = %7,9; Sanığın
doğru ifadesi ile 115 = %16; Evrak üzerinde 68 = %70,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla 20 = %2,9; Sanığın doğru ifadesi ile 104 = %14,5; Evrak
üzerinden 523 = %73.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla 12 = %3,9; Sanığın doğru ifadesi ile 57 = %18,8; Evrak
üzerinden 211 = %69,2.
e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851
dosyada: Tanıklıkla 38 = %4,5; Sanığın doğru ifadesi ile 157 = %18,4; evrak
üzerinden 590 = %69,4.
Değerlendirme: Nüfus kayıtlarının muntazam
olduğu bir ülkede kimliğin tanıkla, araştırmayla ve sanığın ifadesine dayanarak
tespiti oranının bu derecede yüksek olması düşündürücüdür. Bunda, araştırmanın
İstanbul gibi kozmopolit ve yerleşmiş değil
ve fakat seyyar ve anonim bir
yaşam biçiminin egemen olduğu bir bölgede yapılmış bulunmasının etkisi
büyüktür. Anadolunun küçük şehirleri bakımından durumun çok daha iyi olabileceği tahmin olunabilir.
Sanığın kimliğinin derhal tespit
edilememiş olması ile tutuklama kararı verilmesi arasında da bir ilişki tespit
olunabilir.
Yukarda 6 no’lu soru dolayısı ile de
belirtildiği üzere, kimliğin tesbiti konusu CAS’inin işlemesinde temel
darboğazlardan birisini oluşturmaktadır.
4. -
ÖNERİ: Devlet idaresi, vatandaşların
kimlik belgesi sahibi olmalarını ve bir konutlarını mutlaka kayda bağlamalıdır.
Sürekli
konutsuzluk, batı ülkelerinde olduğu gibi “serserilik” sayılmalı ve herkesin
mutlaka sürekli oturduğu bir yer açıklayacak durumda olması sağlanmalıdır. 21.
yüzyıla geçtiğimiz bir dönemde Türkiye gibi medeni bir ülkede bazı insanların
sahipsiz yaratıklar gibi yaşamakta bulundukları kabul olunamaz.
99. Kimlik tesbiti işlemlerinin kaç
gün sürdüğü (soru formu 8.2);
tesbitler:
a) Genel Olarak: Kimlik tespitinin kaç gün
sürdüğü konusunda yapılan incelemede, 1117 dosyadan 609 unda (%54,5) sürenin
bir gün olduğu, 11 olayda (%1) iki gün, 8 olayda (%0,7) üç gün, 3 olayda (%0,3)
altı gün, 4 olayda yirmi dört gün (%0,3), 2 olayda ise yediyüz elli gün (%0,2)
sürdüğü tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 61
olayda bir gün gerçekleşmiştir %63,4.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
371 olayda bir gün sürmüştür %51,8.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 176
olayda bir gün sürmüştür %57,9.
100. Kolluğun, şüphelinin ifadesini
alıp almadığı (soru formu 8.3.a); tespitler:
a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117
dosyanın 677 adedinde (% 60,5)
şüphelinin polis tarafından ifadesi alınmıştır. Diğer hallerde alınmamış bulunması TCK 119’un uygulanmasına
dayanabilir. Nitekim Tesbit 17.4’de belirtildiği üzere, 233 (%20,9) adet
önödeme uygulaması yapılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 77 %
80,2;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
440 = %61,4;
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 159
= %52,3.. e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki
suçlarda 851 olayda 581’inde (= %68,3).
Değerlendirme: Böylece sanık ifadesinin
alınması bakımından şu tesbit yapılabilir: Polis her suçta sanığın ifadesini
almamaktadır. Savcı da ifade almazsa, sanık hakkındaki dava ifadesi alınmadan
açılmaktadır. Bu durum müdafaa açısından sakıncalıdır.
4.a.- ÖNERİ: Alman
Kanununda olduğu gibi, ifade alınmadan dava açılmıyacağı hükmü getirilmelidir.
101. İfade alma süresi (soru formu
8.3.b); tespitler:
a) Genel Olarak: İfade almanın kaç saat
sürdüğü, 143 tutanağa kaydedilmiştir. Dosyaların tümü dikkate alınarak yapılan
değerlendirmede 36 olayda (%3,2) ifade
almanın 15 dakika sürdüğü belirlenmiştir. 7 saat süren bir ifadeye de rastlanmıştır.
974 olayda ifade alma süresi dosyaya
kaydedilmemiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 72 dosyada süre belirlenmiştir.
Değerlendirme: 1991 yılı öncesi dosyalarda
süre tutanağa hiç kaydedilmiyordu. 143 olayda kayıt yapılmış olması CMUK 135a
maddesi açısından önem kazanmaktadır. Uzun süren ifade almalarda sanığın
yorulması gündeme gelir.
Kanuna (CMUK 161) göre, her tutanağa zaman
yazılması gerekirken, ifade alma süresinin az sayıda tutanağa (143 olayda) yazılması, kanunun tam olarak uygulanmadığını
göstermektedir.
5.- ÖNERİ:
Her türlü ifade almada, saat ve dakika olarak sürenin tutanağa geçirilmesi,
CMUK 135a maddesinin yasakladığı hususların tesbiti bakımından olağanüstü önem
taşır. Oysa uygulamada CMUK 161. maddenin açık hükmüne rağmen, süre tutanağa tesadüfen
geçirilmektedir. Saatin tutanağa geçirilmemiş, olması elbetteki, bir bozma
sebebi teşkil etmez; ancak Yargıtay kararlarında bu usulsüzlüğe dikkati çeken
tesbitlerin yer alması, uygulamanın kanuna uygun hale getirilmesi bakımından
fayda sağlayacaktır.
Poliste
ikrar, mahkemede bundan cayma ve polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de
sanıkların başvurduğu mutad uygulama halini almıştır. Aslında poliste ikrar, en
samimi beyandır. Bu keyfiyeti sakatlamak üzere, sanıklar ve vekilleri
sistematik olarak baskı ve işkenceden söz etmektedirler. CMUK 135 ve 135a
maddelerin de ve 136. maddede yapılan çok önemli değişikliğe rağmen, durum
değişmemektedir.
Bu itibarla
sanığın, poliste ifadesinin alınmasından önce, Fransa’da olduğu gibi doktor
muayenesine tabi tutulması ve belirli aralıklarla muayenin tekrar edilmesi çok
yerinde olacaktır.
102. Kesintilerin süresi(soru formu
8.3.c); tesbitler: İncelenen olaylardan ancak 9 adedinde, “ara verdikten
sonra”, yeniden sorguya devam edildiği anlaşılmıştır. Rakam küçüktür ve netice
çıkarmaya elverişli değildir.
103. Poliste ifadesi alınırken
sanığın suçu ikrar etmesi (soru formu 8.4.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 488 olayda (% 43.7) sanık poliste suçunu ikrar etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda oran 51 = %52,9 dır.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda oran 335 = %46,7 dir.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda oran 103 = %33,6 dır.
e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851
dosyadadır: 422 = %49,6.
Değerlendirme: Gerçek şudur ki, sanık poliste
genel olarak suçunu ikrar ediyor. Bu ikrarda baskının, işkencenin usulsüz ifade
almanın hangi oranda etkisi bulunduğunu tayni etmek mümkün değildir. Zira
Türkiye’de yargılamada son soruşturmada ikrar daima inkar ediliyor ve polisteki
ikrar baskıya bağlanıyor.
6.- ÖNERİ:
Adalet Bakanlığı tarafından 3 Ocak 1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına
gönderilen genelge ile, sanıkların her 48 saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir
doktor muayenesinden geçirilmesi istenmiştir.
(110)
104. Sanığın suçu ikrar ediş biçimi
(soru formu 8.4); tespitler:
a) Genel
Olarak: 320 olayda (%28,6) sanık suçunu tamamen, 46 olayda (%4,1) kısmen ve 127
olayda (%11,4) te’vil suretiyle ikrar etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tamamen 27 = %24,6; Kısmen 25 = %3,4; Te’vil Suretiyle 84 = %11,7
dir.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tamamen 230 = %32,1; Kısmen14 = %4,7; Teğvil Suretiyle 26 = %8,5 dir.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tamamen 63 = %20,7; Kısmen 14
=%4,7; Te’vil Suretiyle 26 = %8,5 dir.
105. Polis tarafından tanık ifadesi
alınması (soru formu 8.5);
tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 olayın 303’ ünde (%27,1) polis tanık dinlemiştir; oran:
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 46 = %48;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 181 = %25,2;
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 76 = %25;
e) Önödeme ve ceza kanunu dışı: 287 = %31,4
dür.
Değerlendirme: Olayların 2/3 ünde tanık
dinlenmemiştir. Bu rakamlarda TCK 119 m. sözkonusu olabilir.
Tanık dinleme oranı çok düşüktür. Bu sebeple
yargılama aşamasında tanıkları bulmak, tespit etmek ve davetiye ile çağırmak
veya ihzar etmek büyük zaman kaybına sebep olmaktadır.
Rakamlar hazırlık soruşturmasının özenle
yapılmadığını göstermektedir ve ortaya davaların gecikmesi bakımından önemli
bir neden çıkmaktadır.
7.- ÖNERİ:
Hazırlık soruşturmasının özenle yapılmamış olması, bu araştırmanın ortaya
çıkardığı temel bulgulardan birisidir. Özensizlik değerlendirmesine, elbetteki,
belirli bir takım tesbitlere dayanılarak varılmaktadır. Bu tesbitlerden birisi
de hazırlık soruşturmasında tanıkların tesbit ve ifadelerinin alınmasının çok
küçük oranda olmasıdır. Yukarıda belirttiğimiz “check list” Önerisi yerine
getirildiğinde bu özensizlik geniş ölçüde giderilmiş olabilecektir.
106. Dinlenen tanık sayısı (soru
formu 8.6.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 154 ünde (%13,8)
bir tanığın ifadesi alınmıştır. 72 olayda (%6,5) iki tanık, 31 olayda (%2,7) üç
tanık, 21 olayda (%1,9) dört tanık, 9 olayda (%0,8) beş tanık dinlenmiştir. 2
olayda (%0,2) on tanık dinlendiği gözlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Bir kişi 16 olayda (%16,7), iki kişi 13 oayda;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: (% 13,8) 99 .
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 39 olayda 1 kişi %12,7; 18 olayda 2 kişi % 6 dinlenmiştir.
107. Tanık ifadesi almanın süresi
(soru formu 8.6.b); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Tanık dinlemenin kaç saat sürdüğü konusunda 56 dosyada kayıt vardır.
Değerlendirme: Elde edilen veriler bir
değerlendirme yapmaya elverişli değildir.
108. Olay yerinde polis tarafından
araştırma ve inceleme (soru formu 8.7.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: Mahkemeye ve suça göre irdelemek gerekir. Genel olarak 330 olayda olay yeri
incelemesi yapılmıştır.
b)
Ağır Cezalı: Evet 34 = 35,7.
c)
Asliye Cezalık işlerde: 209 = %29,2.
d)
Sulh Ceza: 86 = %28,3.
e)
Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyadaki 276’sında (%32,5) araştırma
yapılmıştır.
Değerlendirme:
Polis tarafından olay yeri incelemesi yapıldığı haller düşük orandadır. Bunun
nitelikli adaletin gerçekleştirilmesi ve işin sonucuna çabuk ulaştırılması bakımından büyük
mahzur doğurduğu söylenebilir.
8.- ÖNERİ: Polis tarafından olay yeri
incelemesinin yapılması, ağır cezalı işlerde mutad hale getirildiği halde,
asliyelik suçlarda düşük orandadır.
Olay yeri incelemesinin hemen yapılmaması
suçlara ait önemli delillerin kaybolmasına neden olur. Bu itibarla usul
kanununa hazırlık soruşturmasında olay yeri incelemesi yapılmasını mecburî
kılan bir hüküm eklenmeli ve bundan, olayın çok açık ve delillerinin ortada
bulunduğu hallerde, gerekçesini göstermek suretiyle sarfınazar edilmesi mümkün
olmalıdır.
109. Olay yerinde kaç kere araştırma ve inceleme yapıldığı (soru formu 8.7.b); tespitler:
a) Genel Olarak: Olay yeri incelemesi 286 olayda
(%25,6) bir defa, 30 olayda 2 defa (%2,7).
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda 1 kere 28 olayda %29,31, iki
kere 4 olayda (%4,4).
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 183 olayda 1 defa %25,6, 20
olayda 2 defa %2,8.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 75 olayda 1 defa %24,6; 5
olayda 2 defa % 1,7.
e)
Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki suçlarda: 235 olayda 1 defa (%27,6), 30
Olayda 2 defa (%3,5).
110. Bütün araştırma ve incelemelerin toplam olarak kaç saat sürdüğü (soru
formu 8.7.c); tespitler: Bu süreler belli olmadığı
için, araştırmaların gecikmeye ne ölçüde neden olduğu tespit olunamıyor.
Değerlendirme:
Görülüyor ki, araştırma ve incelemelere başlayış ve sona eriş sürelerinin
tesbit edilmemiş olması hazırlık soruşturmasında bekleme süresinin tam olarak
tesbitine imkan vermemektedir.
111. Araştırma işlemi yapılırken şüpheli hazır mıdır? (soru formu 8.7.d); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 205 olayda
(%18,3) sanık olay yerine götürülmüştür.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 19 =%19,6.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 134 = %18,7.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 52 =%17,1.
Değerlendirme:
CMUK’a göre tutuklu olmayan şüpheli, usul işlemlerinde hazır bulunmak imkanına sahiptir. Oran, %18,3 tür. Usule ve esasa uygunluk
bakımından ve savunma yönünden sağlıklı bir rakam olduğu söylenebilir.
112. Vücudun muayenesi, alkol veya muayeneye dayanan uyuşturucu testi,
kızlık muayenesi ve benzeri işlemler yapılmış mıdır? (soru formu 8.8); tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyadan 232
sinde (%20,8) muayene işlemi yapılmıştır. Kızlık muayenesi 9 = %9; Alkol muayenesi 4 = %4; Vücut muayenesi 19 = %19,3.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 34 = %35; Kızlık muayenesi 24
= %3,3; Alkol muayenesi 77 = %10,8; Vücut muayenesi 26 = %3,6; yuşturucu madde
muayenesi 3 = %0,04.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:131 = %18,3; Kızlık muayenesi 3 = %1;
Alkol muayenesi 43 = %14; Vücut muayenesi 19 = %6,2; Akli muayenesi 1 = %0,03.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 67 = %22.
Genel
adab aleyhine işlenen suçlarda (cinsel suçlarda ve edeb törelerine karşı
suçlarda) %87,2 oranında kızlık muayenesi yapılmıştır.
Değerlendirme:
Ülkemizde kızlık muayenesi yaptırılması, basında eleştiri, hatta alay konusu
yapılmaktadır. Oysa kanunlarımızın uygulaması bakımından bazı hallerde kızlık
muayenesi, sorumluluğun, suçluluğun (ırza geçme, alacağım diye kandırıp kızlık
bozma, ırza geçmede mayubiyet) ve delil tesbiti bakımından zorunludur.
Mahkemelerin bu yola yoğunlukla başvurdukları anlaşılıyor. Bunda ise anormal
nitelik yoktur.
9.- ÖNERİ:
CMUK 74. madde sanığın aklî haletinin tesbiti için gözlem altına
alınmasına imkân veriyor. Bunun dışında sanığın veya mağdurun bedensel
muayenelerinin ne surette yapılacağı, meselâ şüpheli veya sanıktan veya
mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı, delil tesbiti amacıyla şüpheli sanık
veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak gibi örneklerin zorla alınabileceğine
dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede savcının gerekli gördüğünü muayene
ettireceğine dair hüküm varsa da bunun kapsamı belirlenmiş değildir. Kaldı ki,
mahkeme bakımından hiç bir hüküm yoktur.
Bu itibarla söz konusu muayenelere ve
parça almalara, kapsamını da belirtmek suretiyle, nasıl başvurulacağına,
kişilerin bu muayenelere
katlanmaya mecbur olup
olmadıklarına ilişkin hükümlerin CMUK’a eklenmesi
biran önce gerçekleştirilmelidir. (Yeni 2000 CMUK tasarısında, bu husus
ayrıntıları ile düzenlenmiştir).
113. Yapılan muayene türleri ve sayısı (soru formu 8.8.a);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 127 sinde (%11,1)
alkol muayenesi, 64 ünde (%5,7) vücudun herhangibir bakımdan muayenesi ve 31
inde de (%3,2) kızlık muayenesi yapılmıştır. 1 olayda livata fiili muayenesi, 1
olayda akli denge muayenesi, 3 olayda uyuşturucu madde muayenesi ve 3 olayda da
otopsi yapılmıştır.
114. Muayene için rıza alınmış mıdır? (soru formu 8.8.b);
tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 8
inde (%0,7) muayene için rıza alınmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3,1; Fizik inceleme 22 =
%22,5; Gerçekliğin incelenmesi 3 = %2,9; Kimyasal analiz 1 = %1; Uyuşturucu
madde analizi 7 = %7; Tıbbi inceleme 2 = %1,6.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 =%0,02.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 4 = %1,2.
Değerlendirme:
Belirli hallerde sonuca varabilmek için sanığın veya mağdurun muayenesi
zorunludur. Rıza halinde mesele yoktur. Ancak rıza bulunmadığında bu muayenenin
nasıl yapılacağını, sözgelimi Alman Kanunundan farklı olarak, Türk hukuku
tespit etmemiştir.
Bu
rakamlar bakımından dikkati çeken husus ancak 8 olayda vücut muayenesi bakımından kişiden
izin alınmış olmasıdır. Öyle anlaşılmaktadır ki, kanuna göre imkân veren hüküm
mevcut bulunmadığı halde, sanki bu hükümler varmış gibi işlem yapıldığı
görülmektedir.
Özellikle
kızlık muayenenin konusu ve bu bakımdan yapılan muayeneler medya tarafından
çarpıtılmakta ve savcılık hakkında kötü bir imajın tessüsüne imkan
verecek biçimde yayınlar yapılmaktadır.
Oysa, bazı suçlardan dolayı delil tesbiti bakımından ve müdafaa hakkı
yönünden kızlık muayenesi yapılması zorunludur. Sözgelimi, ırza tecavüz suçunda
mayubiyet cezanın ağırlaştırılması sebebidir. Mayubiyet ise, kızlığın bozulması
demektir. Yine, alacağım diye kandırıp kızlık bozma suçunda, suçun maddî
unsuru, kızlığın bozulmasıdır. Bunlar usulünce tesbit edilmeden mahkemenin
kararı vermesi mümkün değildir.
115. Laboratuarda inceleme yapılmış mıdır? (soru formu 8.9);
tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 179
adedinde (%16,1) laboratuar incelemesi yapılmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 36 = %37,6.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 117 = %16,4.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 26 = %8,5.
116. Cevap evet ise, hangi konuda laboratuvar incelemesi yapıldığını yazınız. (soru formu 8.9.a); tespitler:
a) Genel Olarak: Laboratuarda yapılan incelemenin konusu
bakımından dosyalardan alınan bilgiler şöyledir: 112 olayda (%10) fizik
inceleme, 30 olayda (%2,7) uyuşturucu madde analizi, 10 olayda (%0,9) kimyasal
analizler, 16 olayda (%1,4) gerçekliğin incelenmesi yapılmıştır. Ayrıca 2
olayda tıbbi inceleme, 1 olayda yazı
karşılaştırılması, 2 olayda parmak izi incelemesi ve 1 olayda grafolojik
inceleme yapılmıştır.
Değerlendirme:
Fizik inceleme ve uyuşturucu madde incelemesi sayısı çok olduğu halde,
diğerleri azdır. Parmak izi incelemesi çok düşük orandadır; ancak işlemlerin
süreleri hakkında bilgi elde edilememiştir.
117. İncelemeler hangi laboratuvarda yapılmıştır? (soru formu 8.9.b); tespitler:
a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyanın 149 unda
(%13,3) İstanbul Kriminal
Polis Laboratuvarında inceleme yapılmıştır. (İst
Krim Lab. 31 = %31,7) 6 olayda (%0,5) hastane, 2
olayda (%0,2) adli tıp, 9 olayda (%0,8) hıfzısıhhada, 3 olayda (%0,3) İstanbul
dışı kriminal laboratuvarlardan birinde inceleme yapılmıştır.
10.- ÖNERİ: Kriminal Laboratuvarlar, suçun iz ve delillerini
ortaya çıkarmak bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak buralarda incelemelerin
çok ciddîyetle ve dürüstlük içinde yapılması gereklidir. Uyuşturucu maddeler
gibi, değeri çok yüksek maddelerin incelenmesinde görevliler tahammülü güç
baskılar altında kalabilirler. Bu itibarla kriminal laboratuvarların sayısı
artırılmalı ve tetkikler değişik laboratuvarlara, aynı zamanda
gönderilebilmelidir.
118. Delil elde etmek için araştırma yapılması gerekmiş midir? (soru formu
8.10); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 232 sinde (%20,7)
delil elde etmek için araştırma yapılmıştır.
Araştırma
süresi bakımından yapılan incelemede 78 olayda (%7) 1 gün, 19 olayda (%1,7) iki
gün, 8 olayda (%0,7) 4 gün, 3 olayda (%0,3) 15 gün, 4 olayda (%0,4) 61 gün, 1
olayda (%0,1) 112 gün süre geçmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 = %41,8.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %11,6
Değerlendirme:
Yargılama süresinin uzamasının temel sebeplerinden birisi, delil araştırmasının
mahkemece yapılmasıdır. Polisin, savcının bu hususta gerekli gayreti
göstermedikleri anlaşılmaktadır.
Uzun
süre devam eden araştırmalar enderdir. Olayların büyük çoğunluğuna ait
araştırmalar bir veya iki gün sürmektedir. Uzun süren araştırmalarda ise failin
ele geçirilemediği anlaşılmaktadır.
11.- ÖNERİ: Adlî işleri yöneten Polis kısmı, işler hale
getirilmelidir. Adlî Polis ile ilgili önerilere bakınız.
119. Olayın tanığının ele geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır? (soru
formu 8.11); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 olaydan 35 inde araştırma
vardır (%3,2). Araştırma süresi 18 olayda (%1,6) 1 gün, 4 olayda (%0,3) 2 gün,
1 olayda (%0,1) 16 gün olarak tespit edilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %7,9.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 23 = %3,2.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = %1,7.
Değerlendirme:
Sistematik olgu bu konuda da kolluk tarafından araştırmaların iyi yapılmamasıdır.
Sebep:
Yetişkinlik, göreve karşı motivasyon, özel uzmanlık
bilgisi noksanı, medyanın haklı, haksız, görev yapan polisi hedef alan
yayınlarının neden olduğu ürkmedir.
Adli
hizmet görecek olan polisi ayrıca yetiştirmek gereklidir. Özellikle ceza usulü
bilgisini iyi bir şekilde nakletmelidir. Genç polislerin belirli bir staj
döneminden geçirilerek eğitilmesi zorunludur.
Model,
olaya el konduğu gün mümkün olanın yapılması, sonradan işin takip
edilmemesidir.
Tesbit
olunan husus şudur: olayın intikali üzerine, hemen, bir iki gün içinde ne
yapılırsa yapılıyor; sonra dosya uykuya yatıyor. Dosyanın yeniden aktive
edilmesi tesadüfen bir delil bulunmasına bağlı olarak gözüküyor. Bunun temel
nedeni, İlgili polis elemanlarının meşgul olacağı olayların üst üste yığılması,
Polis ekibine bir işi bitirdikten sonra yeni bir işin verilmemiş olmasıdır.
12.- ÖNERİ: 8.11 sayılı soru dolayısı ile elde edilen
bilgiler polis tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere dayalı
olduğunu göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması, noksan
uzmanlık bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle de bütünile ortadan
kaldırılamaz.
Türkiye’de marksist basın öteden beri
polisi pasifize etmek amacı ile yayın yapmış, halkta polis imajını kötülemek
bakımından ileri derecede faaliyette bulunmuştur. Halen marksist olmayan
liberal basın ve medya da aynı akıma kendisini kaptırmış gibidir. Bu tutum
polisin motivasyonunu sakatlamak bakımından çok kötü
etkiler yapabilir.
TCK 159. madde emniyet ve muhafaza
kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini cezalandırıyor ve fakat bu güce
dahil olan daha küçük grupların tahkiri, Yargıtay
İçtihatları çerçevesinde, suç teşkil etmemektedir. Oysa Anglo-Amerikan
hukukunda (Group libel) denilen ayrı bir suç türü bu nevi zarar verici isnatların
önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, Ceza Kanunumuza gerekli hükmün
eklenmesi tavsiye olunur.
120. Şüphelinin veya Sanığın ele geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır?
(soru formu 8.12.a); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 179’unda (%16)
sanığın araştırılması için polis tarafından çalışma yapılmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 46 = %47,7.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 102 = %14,2.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 =%10,2.
Değerlendirme:
Dava açılmış olduğuna göre, şüpheli veya sanığın elinde bulunduğu yahut hemen
yakalandığı anlaşılıyor.
Rakamlar,
şüphelinin veya sanıkların yakalanması bakımından polisin etkili olduğunu
gösteriyor. Failin ele
geçirilmesi bakımından, gecikme itibariyle bir problemin olmadığı anlaşılıyor.
Türkiye’de
faili meçhul cinayetler konusu basın ve TV’ler tarafından ileri derecede
abartılıp istismar edilmektedir. Terörün geniş ölçüde yaygın olduğu bir ülkede
faili meçhul suçların çok sayıda olması doğaldır. Suçlara ait aydınlatma
oranının yüksek olduğu yukarıda açıklanmıştır. Terör suçları ayrı bir inceleme
konusudur.
121. Cevap evet ise, araştırma kaç gün sürmüştür (soru formu 8.12.b);
tespitler:
a) Genel Olarak: Sanığın yakalanması için 63
olayda 1 gün, 12 olayda (%1,1) 2 gün, 3 olayda 3 gün (%0,3), 4 olayda (%0,4) 30
gün, 4 olayda (%0,3) 141 gün, 1 olayda (%0,1) 228 gün uğraşılmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 15 olayda 1 gün (%15,9).
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 olayda 1 gün (%5,5).
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
Değerlendirme:
Polisin şüpheli veya sanığı yakalama bakımından başarılı olduğu
anlaşılmaktadır; genel olarak polis, gerçekten istediğinde, suç faillerini
yakalayabilmektedir.
122. Polis soruşturmasında ancak hakim tarafından
yapılabilen soruşturma işlemleri fiilen hakim tarafından yapılmış mıdır? (soru
formu 8.13.a); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 157’sinde (% 14) hakim tarafından işlem yapılmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39 (%40,4).
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 108 = %15,1.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 10 = %3,1.
Değerlendirme:
Bu tesbitler, “gecikmesinde mazarrat bulunan haller” istisnasının kural haline
getirildiğini göstermektedir. Bu ise,
adaletin vasfı (kalitesi) bakımından dikkati çekici bir tesbittir. Temel sebep
örgütlenme kusurudur. Polis ihtiyaç hasıl olduğu
hallerde hemen, vakit kaybetmeksizin hakime başvrup karar almak imkanına sahip
olsa, elbetteki, ceza, usulünün vermiş bulunduğu bu imkânı fazla kullanmaz.
Amerika’da bazen hakim kararı telefonla
alınabilmektedir. Örgütlenme kusuru olduğu aşikârdır.
13.- ÖNERİ: Kanunun belirli işlemlerin ancak istisnai
hallerde polis tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen daima,
kural halini alır. Yabancı ülkelerde de durum genellikle bu tesbite uygundur.
Polis genel olarak hâkimden karar almanın uzun ve zahmetli gecikmelere neden
olacak nitelikte bulunduğu hallerde istisna teşkil eden bu nevi hükümleri
kullanır. Bunun içindir ki, bazı ülkelerde hâkime başvurma kolaylaştırılmıştır.
Bizde de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli hâkimlerin polise ait
kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zorunlu hallerde bu hâkime,
sonradan yazı ile teyid edilmesi suretiyle, telefonla başvurulması da kanun
hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm eklenmesi çok yerinde
olacaktır.
Bu hususta savcıların gerekli ilgiyi
göstermedikleri, bunun da motivasyon noksanından ileri geldiği ayrıca
eklenmelidir.
123. Cevap evet ise, hangi işlem yapılmıştır? (soru formu 8.13.b); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 168 olayda çeşitli hakim işlemleri yapılmıştır. Dağılım şöyledir:
67
olayda (%6) sorgu, 40 olayda (%3,6) tutuklama kararı, 32 olayda (%2,9) arama
kararı, 15 olayda (%1,3) sorgu ve tutuklama kararı, 8 olayda (%0,7) toplatma
kararı verilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 17 (17,2); Arama kararı
4 = %4,6; Tutuklama kararı 10 = %10,3.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 5 = %2,5; Arama Kararı 4 = %1,5;
Tutuklama Kararı 2 = %0,05; Toplatma Kararı 5 = %0,03.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
Değerlendirme:
1117 olayın 168 ‘inde hakimin işlem yaptığı
görülmüştür. 1117 dosyada hakimin müdahale ederek
yaptıracağı işlemlerin çok daha fazla olması gerekirdi.
124. Sanık hakları ile ilgili sorular: Arama, el koyma (Rızaya dayanan
aramalarda) Sanığa rıza gösterme hakkı olduğu söylenmiş midir? (soru formu 9.1.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyadan 16 sında
(%1,4) sanıktan rıza talep edilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %2,7.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %0,08.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %2,5.
Değerlendirme:
Öyle anlaşılmaktadır ki, mesken veya iş yerinin aranması hususunda sanığın
rızası olup olmadığı sorulduğunda, ilgililer çok yüksek oranda olarak rıza
beyan etmektedirler. Asıl önemli olan, bu gibi hallerde suça ait eser veya
delillerin hangi oranda ele geçirilebildiğidir.
Araştırma bu hususta bilgi sağlamaya imkân vermemiştir.
125. Elkoymada, tanıklıktan çekinme hakkı olduğu hallerde eşyayı teslim
etmeme hakkı olduğu önceden kişiye bildirilmiş midir? (soru formu 9.1.b); tesbitler:
a)
Genel Olarak: 1117 dosyadan 2 sinde (%0,2) eşyayı teslim etmeme hakkı
söylenmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
0.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = %0,06.
126. Tutuklama ile ilgili sorular: Tutuklamada altı aya kadar hürriyeti
bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda tutuklama kararı verilmiş midir?
(Tutuklama kararında suçun toplumda infial uyandırması veya ikametgâh
bulunmaması gibi nedenler dile getirilmiş midir?) (soru formu 9.2.a); tespitler:
a) Genel Olarak: İncelenen 1114 dosya içerisinde,
6 aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlardan tutuklama kararı,
53 olayda (%4,8) verilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 9 = %9,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 39 = %5,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
5 = %1,6.
Değerlendirme:
altı aydan az hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren hallerde kanun ancak suçun
toplumda infial uyandırması gibi nedenlerle tutuklamaya imkan
vermektedir. Suçun umumî infial uyandırması çok istisnai hallerde söz konusu
edilebileceğine göre, %4,8 sayısı, suçun İstanbul da işlenmiş bulunduğuna yani
kozmopolit bir çevrede işlendiğine göre, konut veya ikametgâh bulunmamasına
dayandırılmış olmak gerekir. Bu rakam çok önemli bir sosyal probleme delalet
etmektedir. Şehirde sabit bir yeri olmayan yüz binlerce kişinin yaşamakta
olduğu anlaşılıyor.
Bu
hal, İstanbul suçluluğu bakımından en başta gelen darboğazlardan birisidir.
Gerçek şudur ki, belirli bir oranda tutuklanmamış olan sanığın bir daha ele
geçirilmesi olağanüstü zor olmaktadır.
14.- ÖNERİ: CMUK’un 114. maddesinde yer
alan ve altı aydan az cezayı gerektiren hallerde suç, toplumda ihfial
uyandırdığında sanığın tutuklanmasına ilişkin hüküm doktrinde çok
eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir koruma tedbiri (delili
koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir tedbir niteliğini
almaktadır. Bu gibi tutuklamalar, şüpheli veya sanığı toplumun fiili
hareketlerine karşı korumak için yapılabilir.
Bu nedenle, hafif suç işleyen kişiyi
toplumun fiilî tepkilerinden korumaya imkân verebilecek veya failin yarıda
kalmış suçlarını tamamlamasına neden olacak bir takım tedbirleri almak
yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde yarar olabilecektir.
127. Tutuklamada CMUK 104/4
uygulanmış mıdır? Yani soruşturma konusu fiilin önemi dikkate alındığında
tutuklamanın haksızlığa sebep olabileceği düşünülerek bir başka yargılama
önlemine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.2.b);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde
(%0,5) Kanunun öngördüğü (m.104/4) orantılılık ilkesi uygulanmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = %2,3.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = %0,02.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %0,04.
e) Gerçek davalar: 5 = 0,08.
Değerlendirme:
Kanuna yeni giren bu hükmün yerleşmiş adli kültürün etkisinde henüz fiilen
uygulamaya intikal etmediği anlaşılıyor.
128. Gıyabî Tutuklama kararı verilirken (CMUK 106) müdafi hazır
bulundurulmuş mudur? Şüpheli veya sanığa tutuklama müzekkeresinin tebliğinde
tutuklama kararına itiraz hakkı olduğu bildirilmiş midir? (CMUK 106/4) (soru
formu 9.2.c); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 13 ünde (%1,2)
sanık hazır olmadan tutuklama kararı verilirken müdafi hazır bulundurulmuştur.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 11 = %1,5.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: yok.
e) Gerçek davalar: 13 = %1,6.
Değerlendirme:
Almanya’da gıyabi tutuklama kararı gizli alınır. Bizde 1992 değişikliği ile
giren bu hüküm, sanığın kaçması ihtimalini kuvvetlendireceği için esasta
sakıncalıdır.
16.- ÖNERİ: 1992 değişikliği gıyabî
tutuklama kararının gizli olarak alınması usulünü Alman hukukundan farklı
olarak getirmiştir. Ancak karar alınırken müdafiin bulunabilmesi de kabul
edilmiştir. Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli hale getiren bu hüküm
değişikliği yerinde olmamıştır. Değiştirilmesi uygun olur.
129. Yakalama ile ilgili sorular: Üç veya fazla kişinin iştiraki ile işlenen
bir suç ise C. Savcısı dört günlük süre uzatma emri vermiş midir? (soru formu 9.3.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 42 sinde (%3,7) savcı günlük uzatma
emri vermiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 9 = % 9,1.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 = %4,3.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0
e)
Gerçek davalar: 41 = %4,9.
Değerlendirme:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince tespit edilen esaslara uygundur. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi Türk iç hukukunun temel kaynaklarından birisidir. Yargıtay
Ceza Genel Kurulu E.1996/6-2, K. 1996/33 sayılı ve 12.4.1996 tarihli kararında
(YKD Nisan 1996, Sayı 4, S. 621) bu hususu açık seçik belirtmiştir. Bu itibarla,
adli bir merci olan savcının dört güne kadar uzatması, delillerin toplanmasını
kolaylaştırması bakımından davayı uzatıcı bir etki sayılmaz. Kaldı ki,
savcıların bu kararları otomatik olarak vermedikleri anlaşılıyor.
17.- ÖNERİ: Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar,
yargılamada mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. Hukuk Fakültelerinde de ceza
muhakemesi hukuku derslerinde söz konusu içtihatlar konusunda bilgi verilmesi
hususunda özen gösterilmelidir.
130. Savcının ilk dört günlük süre uzatmasından sonra Sulh Hakimi süreyi sekiz güne kadar uzatmış mıdır? (soru formu 9.3.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 12 sinde (%1,1)
sulh hakiminin gözaltı süresini sekiz güne kadar
uzattığı belirlenmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %1,3.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0
e)
Genel davalar: 12 = %1,4.
131.
Yakalamaya karşı Sulh Hakimine
başvurulmuş mudur? (soru formu 9.3.c); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde
yakalama işlemine karşı sulh hakimine başvurulmuştur.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = % 1,5.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2= %0,03.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = % 0,04.
e)
Gerçek davalar: 5 = %0,06.
Değerlendirme:
Beş kişi başvurmuştur. Başvuru oranı çok düşüktür. Burada temel bir anayasal
hak söz konusu olduğuna göre, daha geniş ölçüde itirazın yapılması gerekirdi.
Yasal olanağa karşın şüphelilerin veya yakınlarının müdafi yardımından
yararlanmamaları bu hususta temel nedendir.
15.- ÖNERİ: Adalet sisteminde
gerçekleştirilen reformların hayata geçirilmesi bakımından Adli Kültür’ün
etkisi aşikârdır (Bu hususta Birinci Kısıma bakınız). Bu keyfiyet, yazılı
kurallara ve Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok daha fazla değer veren
adlî personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla reformla beraber, adlî
kültür değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak stratejiler bakımından
Birinci Kısıma bakılmalıdır.
132. Yakalama süresinin uzatılmasına karşı, C. Savcısının yazılı emrine veya
yakalama işlemine karşı
Sulh Hakimine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.3.d);
tesbitler:
Hiç başvuru yoktur.
Sebep
ve Çare : Aynıdır (15. ÖNERİ’ye bakınız).
133. Yakalama süresinin dolması veya hakimin serbest bırakma kararı üzerine serbest
bırakılan kişi tekrar yakalanmış mıdır? (soru formu 9.3.e);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinde, serbest
bırakılan kişinin tekrar yakalandığına dair bir veri mevcut bulunmamaktadır.
Değerlendirme:
Elimizdeki dosyaların verilerine göre, bu konuda ileri sürülmüş bazı iddialara
rağmen, yeniden yakalanma olaylarına hemen hemen hiç rastlanmamıştır; kanunun
hükümlerine uyulduğu anlaşılmaktadır.
134. İfade Alma: İfade almak için çağırılan kişiye isnad edilen suç zorla
getirme sebepleri davetiyede yazılı olarak bildirilmiş midir? (CMUK 133) (soru
formu 9.4.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 71 olayda
çağırılan kişiye davetiyede isnat bildirilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 7 = %6,9.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 50 = %7.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 14 = %4,7.
e)
Gerçek davalar: 67 =%7,9.
Kanunun
açık hükmüne karşın, yasal gereklerin yerine getirilmemesi ilgisizlik, motivasyonsuzluk, adli kültür ve personel eksikliği,
savcıların pesoneli denetimdeki ihmaline dayanmaktadır.
15. ÖNERİ: Yukarıda 15. nolu öneriye
bakınız.
18.- ÖNERİ: CAS’inin iyi işlememesinin
temel sebeplerinden birisini oluşturan adlî kültüre 15 No’lu öneride
değinilmiştir. Bunun yanında iki husus ayrıca vurgulanmalı ve gerekli çareler
bulunmalıdır.
a) Savcıların görevlerini çok daha
dikkatli yapmalarını sağlayacak bir denetim mekanizması tesis edilmeli ve
ciddîyetle yürütülmelidir; herşeyden önce, bütün Türkiye’deki savcıları
kapsayan bir Başsavcılık makamın ihdası düşünülmelidir. Bu makamın yetkileri,
atanması usulü, teşkilâtı ayrı bir kanunla belirtilmelidir. Savcıların etki
altında kalmaksızın, tam tarafsız biçimde görev yapabilmeleri bakımında, böyle
bir teşkilât esaslı bir güvence teşkil edeceği gibi, ayrıca göreve karşı daha
özenli bulunulmasının bir unsurunu da oluşturacaktır.
b) CAS’inin işlemesi bakımından temel
insan unsurlarının başında, savcılıklara ve mahkemelere bağlı idare
mekanizmasının elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir öğretim ve staj
dönemine tâbi tutulmaları zorunludur. Yabancı ülkelerde bu personel, esasta
hukuk mezunları arasından seçilmektedir.
135. Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi ifadesi alınmadan önce müdafi ile
başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşme fırsatı bulabilmiş midir? (CMUK
144) (soru formu 9.4.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 34’ünde (%3) görüşme sağlanmıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 = %4,3.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = % 0,05.
e)
Gerçek davalar: 33 = %3,9.
Değerlendirme:
Bulgu, Avrupa standartlarına aykırı bir tutumu ortaya koymaktadır. bu hal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Türkiye’nin
tazminata mahkûmiyetine neden olabilir. Gerçekten dosyalarda, m. 144 gereğince
müdafi ile görüşme yapıldığına veya bu hususun talep edilmediğine dair zabıt
bulunmazsa, dava halinde ülkemiz mahkûm edilebilir.
Bu
durum ülkemizde CAS’inin işleyişinde, temel müdafaa haklarından birisini
oluşturan, müdafi ile temas imkânının yeterli derecede ve özenle tesis
edilmediği izlenimini husule getireceğinden, Ceza Adaletinin niteliği
bakımından şüpheli bir durumu ortaya çıkaracaktır.
19.- ÖNERİ: Yakalanan veya tutuklu bulunan
kişinin ifadesi alınırken müdafii ile temasının sağlanmış olması, nitelikli
adaletin zorunlu bir şartını oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek
uygulamaların yerleştirilmesi zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında,
çıkar amaçlı örgüt suçlarında ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir
mecburiyet sözkonusu edilemez. Bu hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur.
136. Kimlik tespiti yapılmış mıdır?
(soru formu 9.4.aa); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 702 sinde (%62,8)
kimlik tespiti yapılmış, 13 olayda (%1,2) kimlik tespit edilmemiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 86 = %89,4.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 453 = %63,2.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 163 = %53,6.
e)
Gerçek davalar: 610 = %71,7.
Değerlendirme:
13 olayda kimliğin tespit edilmemesi, bu hususta polisin gerektiği kadar özenli
çalışmadığını
göstermektedir.
20.- ÖNERİ: Kolluğun kimlik tesbitinde çok
daha çevik olmasını sağlayacak idari tedbirler alınmalıdır.
137. Kişiye, kendisine isnad edilen suç anlatılmış mıdır? (soru formu 9.4.c. bb); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 621 adedinde (%55,5) isnad edilen suç anlatılmış, 63
olayda (%5,6) anlatılmamıştır. Tesbitte 621+63 olay dışında kalanlarda önödeme
veya ceza kararnamesi tatbikatı yapılmış olabilir. Gerçek durumun dosya
içeriğine göre tesbit olunamamış bulunması da mümkündür.
Müdafaa bakımından üzerine suç atılan
kimseye, hakkındaki suçun anlatılmamış olması, savunma hakkını ihlal eder.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 73 = %75,9.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 412 = % 57,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 136 = %44,5.
e) Gerçek davalar: 546 =%64,1.
21.- ÖNERİ:
Takibâta uğrayan kişi, hangi suçtan dolayı töhmet altında bulunduğunu bilmezse,
kendisini yeterince savunamaz. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu
sakıncanın mutlaka ortadan kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin (111) değiştirilmesinin kolaylıkla
gerçekleşmediğini biliyoruz. Bununla beraber, sosyal psikoloji bakımından
gerekli olan yapılmalıdır.
138. Müdafi tayin edilebileceği
söylenmiş midir? (soru formu 9.4.c.cc); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 555 olayda (%49,6)
müdafi tayin edebileceği sanığa söylenmiştir. 120 olayda ise
söylenmemiştir (%10,7).
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 60 = % 62,1.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 381 = %53,2. d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 144
= %37,3. e) Gerçek davalar: 496 = %58,3
Değerlendirme: Genel olarak 120 olayda bu
hususun söylenmemiş olması bir noksan sayılmalıdır. Yukarıdaki sorunun
değerlendirilmesi hususundaki mülâhazalar burada da geçerlidir.
139. Susma hakkı söylenmiş midir?
(soru formu 9.4.c.dd); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 520 sinde (%46,5) sanığa susma hakkı söylenmiş, 137
olayda (%12,3) söylenmemiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 55 = %57,1.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 354 = % 49,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 110 = %36,1.
e) Gerçek davalar: 491 =%54,2.
Değerlendirme: Bu rakam yerleşmiş adli kültürün yeni
değerlerin gelişip yerleşmesine engel olduğunu gösteriyor; Ancak, bu durumun
devamına müsamaha olunamaz.
Susma hakkı, suçsuzluk karinesini ikmal eden
temel normlardan birisinin sonucudur. Susma hakkı fiilen mevcut olmadığı
hallerde suçsuzluk karinesi sakatlanmış olur. Ancak, suçsuzluk karinesinin ve
susma hakkının içeriği, şartları, varsa istisnaları kanunla düzenlenmelidir.
Sözgelimi Alman uygulamasında sorulardan bir kısmına cevap verip, diğer bir
kısmına cevap vermeyen fail bakımından, şüpheden sanığın fayladalanacağı kuralı
uygulanmamaktadır. Bizim mevzuatımızda da bu bakımdan gerekli değişiklik ve
ilaveler yapılabilir.
140. Delil toplanmasını
isteyebileceği kişiye söylenmiş midir? (soru formu 9.4.c.ee); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 502 sinde (%44,9) şüpheli veya sanığa delil toplanmasını
isteyebileceği söylenmiş, 146 adedinde (%13,1) söylenmemiştir.
Önödeme ve ceza kararnamesine ilişkin
rakamlar düşüldüğünde, yine de 146 dosya içeriğine göre, sanığa delil
toplanmasını isteyebileceği söylenmemiştir. Yukarıdaki sorular dolayısıyla
ifade edilen değerlendirmeler, burada da geçerlidir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 53 = %55,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 342 = %47,8.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 107 = % 35,1.
e) Gerçek
davalar: 443 = %52,1.
141. Kişinin şahsi halleri hakkında
bilgi alınmış mıdır? (soru formu 9.4.c.ff); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 597 sinde (%53,4) sanığın şahsi halleri hakkında bilgi
alınmış, 96 sında (%8,6) alınmamıştır.
Çağdaş müeyyide uygulamasında, cezanın
yargısal bireyselleştirilmesi bakımından sanığın şahsi hallerinin gözönüne
alınması zorunludur. Müeyyidede bireyselleştirme temel teşkil ettiğine göre,
%20 oranında şahsi hallerin tesbitinin ihmal edilmiş olması, yargılamanın
niteliği bakımından noksana delalet eder.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 70 = %72,9.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 395 = % 55,2.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 132 = %43,2.
e) Gerçek davalar: 524 = %61,6.
22.-
ÖNERİ: Yargısal bireyselleştirme,
nitelikli bir ceza adaletinin temel özelliklerinden birisini oluşturur. Bu
maksatla bazı ülkelerde hukukî malzemeyi içeren dosya yanında, sanığa ilişkin
ayrı bir kişilik dosyası tutulmaktadır. Bugün için Türk CAS’i böyle bir dosya
meydana getirebilmek imkânından yoksundur. Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa,
kolluğun sanığın kişiliği hakkında bilgi almasıyla telafi edilebilir. Yukarıda
3 sayılı öneride belirtilen şablonda bu hususa özellikle yer verilmelidir.
142. İfade veren imzadan imtina etmiş
midir? (soru formu 9.4.c.gg); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 28 adedinde (%2,5) ifade veren ifadesini imza etmekten
çekinmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1= %1,5.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 18 = %2,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 9 = %2,8.
e) Gerçek davalar: 23 = %2,7.
Değerlendirme: Sanığın imzadan imtina oranı
düşüktür. Bu hal polisin etki altında, bıraktığı baskıyla çalıştığı iddialarını
çürütücü niteliktedir.
Türkiye’de belirli odaklar ve medyanın
bir kısmı polisin kanuna aykırı baskı
kullandığı imajını yaymak hususunda âdeta çaba göstermektedirler. Bu
gayretlerin ne derecede sakıncalı olduğu meydandadır. Münferit olayların
genelleştirilmesi suretiyle bu yola gidilmektedir. Oysa, araştırma söz konusu
iddiaların gerçek olmadığını böylece açığa çıkarmaktadır.
143. Müdafi imzadan imtina etmiş
midir? (soru formu 9.4.c.hh); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan ikisinde (%0,2) müdafi tutanağı imza etmekten imtina
etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 0.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1=%0,02.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1 = %0,03.
e) Gerçek davalar: 2 = %0,03.
Polisin ifade almada bugün de baskı yapmakta
olduğu hakkındaki iddiaları bu soruya verilen cevap, açık seçik nakzetmektedir.
1000 küsur olayda, sadece ikisinin hazır bulunan müdafi tarafından imza
edilmemiş bulunması, polisin baskı
yaptığı hususundaki iddiaların temelsizliğini göstermektedir.
144. İfade verenin özgür iradesini etkileyecek
kötü davranmaya başvurulmuş mudur? (soru formu 9.4.da); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Sanık beyanına göre 1117 dosyadan 10 olayda (%0,9) kötü davranma
olmuştur.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 5 = % 4,7.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 4 = %0,05.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 2 = % 0,07.
e) Gerçek davalar: 10 = % 1,2.
Değerlendirme: Bu rakamlar Türkiye’de polisin
kötü davrandığı yolundaki iddiaları doğrulamamaktadır.
145. İşkence (soru formu 9.4.db);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 3 adedinde (0,3) sanık işkence gördüğünü iddia etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 3 = %3,6.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Yok.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Yok.
e) Gerçek davalar: 3 = %0,4.
Değerlendirme: 3 olayda işkence iddiasının
öne sürülmüş bulunması yani sadece bin de 3 olması; sistematik işkence
yapıldığı konusundaki iddiaların gerçekliği hakkında şüphe doğurmaya yatkındır.
İşkence bir suçtur ve TCK 243. maddeyi ihlal etmektedir. 1993 senesi Adalet
istatistiğine göre ceza Kanununun 241 - 251. maddelerini ihlal suretiyle
işlenen fiiller iddiası sebebiyle açılan dava sayısı 258’dir. O yıl içinde
açılmış dava sayısı ise 742.435 dir. İstatistikte 8 maddenin tümünden açılan
davalara ilişkin rakam verildiğinden,
işkenceden açılmış dava sayısı belirlenemiyor. 258 rakamını 8’e bölersek
tahmini olarak 32 rakam çıkar. (binde 43) (0,0043).
23.- ÖNERİ: 6
Numaralı öneride, yakalanan kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını
ve gözaltının sona erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul
haline getirilmesini önermiştik. İncelememiz çerçevesinde işkence veya kötü
muamele iddialarının çok düşük olduğu açığa çıkmıştır. Bununla beraber doktor
muayenesinin yasallaştırılmasını uygun mütalaa ediyoruz.
146. Zorla ilaç verme (soru formu 9.4.dc); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sanığa zorla ilaç verildiğine dair bilgi mevcut değildir.
147. Yorma (soru formu 9.4.dd);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sanığın ifade alma ve sorgu sırasında bitap düşürülecek
kadar yorulduğuna dair bilgi yoktur.
148. Aldatma (soru formu 9.4.de);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 2 olayda (%0,2)
sanığın ifade alma sırasında aldatıldığı ileri sürülmüştür.
149. Bedensel cebir ve şiddette
bulunma (soru formu 9.4.df); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 5 inde sanığa bedensel cebir ve şiddet uygulandığı
yolunda iddialar vardır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1 = %1,5.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 4 = %0,005.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 0
e) Gerçek Davalar: 5 = %0,06.
150. Bazı araçlar uygulama (soru
formu 9.4.dg); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan
herhangibirinde sanığa yasa dışı bazı
araçlar uygulandığına dair iddia ileri sürülmüş değildir.
151. Kanuna aykırı menfaat vaat
etme (soru formu 9.4.dh); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde sanığa
kanuna aykırı menfaat vadedildiğine dair bir iddia yer almamaktadır.
Yukarıda (9.4 - 9.4.dh) sorularına ilişkin
tesbitlerde, sanıklara zorla ilaç verme, sorguda yorma, aldatma, bedensel cebir
ve şiddette bulunma hususlarında herhangi bir iddiada bulunulmadığı tesbit
edilmiştir. Bu keyfiyet CAS’inin birinci basamağını oluşturan kolluğun
çalışmalarında kanuna uygun hareket edildiğini ortaya koymaktadır. Ancak,
incelemelerin, İstanbul gibi Türkiye medyasının en yoğun bulunduğu ve kamu
oyunun söz konusu olaylarda çok hassas bulduğu bir bölgede cereyan ettiğini
gözden uzak tutmamak gerekir.
152. Müdafi yakalanan kişiye, ifade
alma öncesinde hukukî yardım yapmış mıdır? (soru formu 9.5.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyalardan 24 ünde (%2,2) yakalanan kişiye müdafi, ifade alma
öncesinde, hukuki yardım yapmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 7 = %6,8.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 16 = %2,2.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 2 =% 0,07.
e) Gerçek davalar: 24 = %2,9.
Değerlendirme: CMUK 144. madde, müdafiin
hukuki yardım görevinin kapsamını belirtmektedir. Madde, gözaltına alınan
kimsenin ifadesi tesbit edilmeden önce müdafi ile yanlız olarak konuşabilmesine
imkan vermektedir. Mehaz Alman Kanunu müdafie bu imkânı vermemiştir. Fransız
Usul Kanununa göre müdafi kişi ile gözaltına alınmasından 20 saat sonra temas
edebilir. Ayrıca Avrupa Sözleşmesi de ifade vermeden önce sanığın müdafii ile
görüşmemesini bir insan hakkı ihlali saymamaktadır. Bizdeki uygulamada, takip
makamları bu hükümden çok şikâyet etmekte ve söz konusu hükmün maddi gerçeğin
ortaya çıkarılmasını engellediğini ifade etmektedirler. Uygulamada şüpheli ile
yanlız olarak görüşen müdafiin bazan onu gerçeği yansıtmamaya sevkettiği ifade
edilmektedir. Sözgelimi, yakalanan sanığın yolda gerçeği söylediği halde,
avukatla yanlız konuştuktan sonra, konuşmasında beyan ettiği hususlardan rücu
ettiği ve ifadesini bu şekilde verdiği görülmektedir.
144. madde maksadı aşan nitelikte bir yetki
vermiştir. Sanığın ifadesi alınırken avukatın hazır bulunması ve ifade almanın
kanun ve usullere uygun bir şekilde alındığını tesbit etmesi yeterlidir. İfade
alındıktan sonra, elbetteki sanık ve müdafii, yanlız olarak temasa geçebilir.
Bu söylediklerimiz sadece gözaltındaki sanık
için geçerlidir; davetle gelen kişi için değildir.
24.- ÖNERİ:
Kanaatımızca, CMUK 144. madde maksadı aşar niteliktedir. İfadesi alınırken
avukatın hazır bulunması ve bu yolla ifade almanın kanun ve usullere uygun
tarzda cereyan ettiğinin sabit olunması yeterlidir. Esasen, Alman Kanunu ve
Avrupa Sözleşmesi, sanığın ifadesi tesbit edilmeden önce müdafi ile yakın
olarak konuşabilmesine imkân vermiş değildir. Bizdeki uygulama yakalandıktan
sonra şifahen poliste ikrarda bulunan kişinin avukatı ile temastan sonra bundan
rücu ettiğini göstermektedir.
Hüküm
değiştirilmeli ve “sadece ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”,
şekline dönüştürülmelidir. Ayrıca şu hususu da ekliyelim ki, yaptığımız
inceleme, yakalama sonrası bütün aşamalarda müdafiilerin sanıklara savunmaları
bakımından makul ölçüde yardım edebildiklerini göstermiştir.
Önerimiz,
müdafaa hakkı ile, nitelikli bir adaletin dengeleştirilmesi bakımından da
yardım sağlayacak ve CAS’inin işlemesinde etkinliği artıracaktır.
153. Soruşturmanın yakalama sonrası
ve diğer aşamalarında müdafi şüpheliye hukuki yardımda bulunabilmiş midir? (
soru formu 9.5.b); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 134 ünde (%12) yakalama sonrasında ve diğer aşamalarda
müdafi sanığa hukuki yardımda bulunmuştur.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 27 = %28,4.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 90 = %12,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 17 = %5,5.
e) Gerçek Davalar: 128 = %15.
Değerlendirme: Yakalama sonrası makul düzeyde yardım vardır.
154. Baro tarafından müdafi tayin
edilmiş midir? (CMUK 138) (soru formu 9.5.c); tesbitler:
a) Genel Olarak: Baronun tayin ettiği müdafi
sayısı 48 dir (%4.3).
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 7 = %7,1.
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 32 = %4,4.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %0,3.
e)
Gerçek davalar: 46 = 5,4.
Değerlendirme:
Sanıkların geniş ölçüde kendi avukatlarını davet ettikleri anlaşılıyor. Oran’ın
bu şekli arzetmesinde, araştırmamızın büyükşehirde cereyan etmesinin ve çok
büyük sayıda karşılıksız çek davasının mevcut bulunmasının etkisi aşikârdır.
Gerçekten çek kullanabilen kişilerin kendi imkânları ile avukat temin
edebilecekleri düşünülmektedir. Bu hususta genel durumu tesbit bakımından,
araştırmamızın çok daha geniş sayıda dosya üzerinden yapılması gerekecektir.
25.- ÖNERİ: CMUK gereğince Barolar tarafından müdafi
tayini uygulamasının yeterli derecede ve sayıda olmadığı anlaşılmaktadır.
CMUK’da yapılan reformun en hassas noktalarından birisi, getirdiği imkândır. Bu
olanağın tam olarak kullanılabilmesi için, Bakanlık ve Barolar tarafından
gerekli olan herşey yapılmalıdır.
155. Yakalanan kişi 18 yaşını bitirmemiş, sağır dilsiz veya malûl ise talebi
aranmaksızın müdafi
tayin edilmiş midir? ( soru formu 9.5.d);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 46 sında (%4,1)
sanığın 18 yaşından küçük olması nedeniyle müdafi tayin edilmiştir. Buna
karşılık 90 olayda (%8) 18 yaşından küçük, sağır dilsiz veya malûl olan sanığa
müdafi tayin edilmemiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 (%5,3).
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %4,9.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %1,9.
e)
Gerçek davalar: 46 = %5,4.
Değerlendirme:
Bu husus hem çok önemli
bir gecikme sebebidir ve hem de Adaletin tesisini
engelleyebilecek önemli bir sakıncadır. Yargıtay, bu noksanı bozma sebebi
yapmaktadır. 90 olayda müdafi tayin edilmemesi önemli bir eksikliktir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, 6. maddesinde dil bilmeyen sanığa ücretsiz olarak
tercüman atanması mecburiyetini getirmiştir. Bu mecburiyet tabii olarak sağır,
dilsize de tercüman tayini mecburiyetini içeririr.
26.- ÖNERİ: CMUK’da kendisini müdafaa
edemeyecek derecede malûl olanlara avukat tayini mecburiyeti getirilmiştir (m.
138). Ancak, sağır - dilsizler hakkında ayrıca hüküm yoktur. Sağır - dilsizleri
de bu hükmün kapsadığı düşünülebilir. Ancak, ücretsiz tercüman tayinine ilişkin
bir hükmün metne ilavesi uygun olacaktır. Yaptığımız araştırma, bu ihtiyacı
açık seçik ortaya koymaktadır.
156. Müdafi hazırlık evrak ve dosyasının tamamını inceleme imkânını bulmuş
mudur? (CMUK 143) ( soru formu 9.5.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 48 inde
(%4,3) dosya müdafi tarafından incelenmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 12 (%12,7).
c)
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 27 = %3,7.
d)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %2,9.
e)
Gerçek davalar: 44 = %5,2.
157. Müdafiin hazırlık evrakını incelemesi sulh hakiminin
kararı ile kısıtlanmış mıdır? (soru formu 9.5.f);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde müdafiin
hazırlık evrakını incelemesi hakkına sulh hakiminin
kararı ile kısıtlama getirilmemiştir.
Değerlendirme:
Avukatların görevlerinin yeterince yerine getirmeleri bakımından hukuki ve
fiili bir engelin mevcut bulunmadığı anlaşılıyor. Ancak avukatların görevlerini
ifada ihmalleri vardır.
27. ÖNERİ: Araştırmamız avukatların
görevlerini yeterince yerine getirdiklerini belirten sonuçlar vermemiştir.
Avukatın davaya müdahalesi Türkiye’de çok esaslı bir gecikme nedeni oluşturmaktadır.
Söz konusu gecikme, bazan avukatın takdirine göre, sanığın menfaatlerini
korumak için başvurulan stratejilerden kaynaklanmaktadır. Ancak, dosyaya karşı
ihmal ve savsaklama tutumundan kaynaklanan gecikmeler çok sayıdadır. Bu
araştırmamızın birinci kısmında bazı ülkelerde, Devletçe tayin olunan avukatın
ihmaliyle gecikmeye neden olması halinde, ücretinden kesinti yapılması
gerektiğini belirtmiştik.
Ülkemiz bakımından avukatın ihmalini
engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç vardır. Barolar bu hususta
yetkilendirilmelidir.
158. Müdafie Baro tarafından avukatlık ücreti ödenmiş midir? (CMUK 146) (soru formu 9.5.g); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 72 sinde %6,5, müdafie avukatlık ücretinin ödendiği
konusunda bilgi vardır.
Değerlendirme: Avukatlara ödemenin geç
yapıldığı anlaşılıyor ve bir gecikme sebebi oluşturuyor; zira motivasyonu
katlıyor.
28. ÖNERİ:
CMUK’da yapılan reform niteliğindeki değişikliklerin amaçlarına ulaşabilmesi
için, avukatlara ücretlerinin derhal ödenmesini sağlayacak bir sistem,
yürürlüğe konulmalıdır.
159. Soruşturma ve koğuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde delil elde ettikleri konusunda bir iddia var
mıdır? (soru formu 9.5.h); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 12 olayda (%1,1) soruşturma ve koğuşturma organlarının
hukuka aykırı şekilde delil elde etme konusunda bir iddia ileri sürülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: (4 olay: %3,9).
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 3 olay %0,04.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 6 olay %1,9.
e) Gerçek davalar: 11 = %1,3.
160. Yargıtay, soruşturma ve koğuşturma organlarının yasak yöntemlerle
(135a) elde ettikleri ifadeleri gözönünde tutarak bozma kararı vermiş
midir? (soru formu 9.5.i); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde
Yargıtayın yasak yöntemlerle delil elde edilmesi nedeni ile bozma kararı
verdiğine rastlanmamıştır.
161. Yargıtay soruşturma ve
koğuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri delilleri
gözönünde tutarak bozma kararı vermiş midir? (soru formu 9.5.j); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece birinde
(Asliyelik bir suçta %0,02) Yargıtayın hukuka aykırı bir şekilde elde edilen
delil nedeniyle bozma kararı verildiği görülmüştür.
Değerlendirme: (9.5.h - 9.5.j): Yukarıda
işaret olunan sorulara cevap teşkil eden tesbitler, esas itibariyle, hukuka
aykırı şekilde delil elde edildiğine veya bu deliller marifetile verilen
kararların Yargıtayca ne ölçüde bozulduğuna ilişkin bilgi içermemektedir. Ancak
yeni Yargıtay kararları bu hususa ilişkin bilgilerin elde edilmesini
sağlayabilecek unsurlar getirmektedir. Demek isteriz ki, sistemin işleyişinde
hukuka aykırı delillere ne ölçüde başvurulduğunu belirlemek bakımından zamana
ihtiyaç vardır.
162. Mağdurun doğum tarihi (soru
formu 10.1.a): İncelediğimiz 1117 dosyadan 438’inde mağdurun yaşı
belirlenmiştir. Buna göre en fazla mağdur olma riski 30 - 39 yaş grubu
içerisindedir (122 kişi = %10,9). Bunu 20 - 29 yaş grubu izlemektedir (106 kişi
= %9,5).
163. Mağdurun tabiiyeti (soru formu
10.1.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: Mağduru tespit edilen 568 olaydan 561 inde (% 50,2) mağdur Türk
vatandaşıdır; 7 olayda ise (% 0,6)
yabancıdır. 550 olayda mağdurun tabiyeti belli değildir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 yabancı %2,8.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 1 yabancı = %0,02.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 3 yabancı = %1,1.
e) Gerçek davalar: 7 yabancı = %0,08.
Değerlendirme: Mağdura ilişkin tesbit her
şeyden önce, kriminolojik bakımdan dikkati çekici nitelikte görülmüştür. Şekil
2’de belirtildiği üzere, suç mağdurları 20 - 39 yaşları arasında yoğunlaşmakta,
yaş ilerledikçe mağdur olma ihtimali azalmaktadır. Ayrıca 1 - 19 yaşları
arasında olanların mağdur olma oranları da çok küçüktür. Batı ülkelernide genellikle
bu oranların tersi söz konusudur ve bu sebeple adam öldürme gibi suçlarda
mağdurun yaşının küçüklüğü ayrıca ağırlatıcı sebep teşkil etmektedir.
Adalet Bakanlığınca teşkil edilen
istatistiklerde mağdura yer verilmediğinden bu konuda tam bir analiz yapmak
mümkün olmayacaktır.
Mağdur bakımından ikinci tesbit, mağdursuz
suçların çok sayıda işlenmekte olmasıdır. Ayrıca bu suçların genellikle
cezaları da hafiftir. Mahkemelerin yüklerini azaltmak bakımından bu tesbit
önemlidir.
Mağdur bakımından önemli diğer bir tesbit de,
İstanbul gibi kozmopolit ve turistik bir bölgede, Türk vatandaşı olmayan mağdur
sayısının ancak binde altı oranında bulunmasıdır. Bu sonuca Türk halkının
geleneksel kültür değerlerinden birisini oluşturan konukseverliğin değerini
muhafaza etmekte bulunduğuna bağlayabiliriz.
29.- ÖNERİ:
Ceza mevzuatımızı bütünü ile elden geçirmek ve hafif suçları, Garofalo’nun
deyimi ile, “sunî” suçları, idarî ceza hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye
kadar bu hususta bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı
nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı
ortadadır ve bu yol tutulduğunda hem adaletin kalitesi yükselecek ve hem de
çabuk adalet bakımından hedeflere ulaşılması kolaylaşacaktır.
164. Mağdurun Mesleği; (soru formu
10.1.c); tespitler:
a) Genel
Olarak: 287 dosyada mağdurun mesleği hakkında veri mevcuttur. 831 olayda
mağdurun mesleği tespit edilmemiştir. Serbest meslek mensubu olan mağdurların
88 olduğu (% 7,9) belirlenmiştir. İkinci sırada 31 ile (% 2,8) mağdur olarak ev
kadınları gelmektedir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 10
olay: % 10,5; Ev kadını 6 olay: % 6,1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 56
= % 7,9; Öğrenci 14 = %1,9; Memur 21 = %3; Ev kadını 12 = %1,7.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 22 =
%7,2; Ev kadını 13 = %4,1;
Şoför
9 = %2,9; Tamirci 6 = 1,9.
Değerlendirme: Bu tespitin kriminolojik
açıdan önemi vardır. Genellikle hangi meslek gruplarının suça hedef
olduklarının tesbiti önemlidir; serbest meslek mensuplarının büyük ölçüde suça
hedef oldukları görülmektedir. Esasta bu rakkamların işsiz olan kişilere
ilişkin bulunduğu söylenebilir. Zira Türkiye’de genellikle boşta gezenler
kendilerini serbest meslek mensubu olarak gösterirler. Listede ise başı boş
olarak gösterilen sadece 6 kişi vardır. Bunun çok daha fazla olması gerekirdi.
Ayrıca listede işçi ve şöförlerin de yüksek oranda suç mağduru oldukları (24
işçi % 2,2; 20 şöför % 1,8), işçilerin iş kazalarında mağdur oldukları
söylenebilir.
165. Mağdurun cinsiyeti (soru formu 10.1.d); tespitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 480 dosyada veri mevcuttur.
Mağdurların 362 si (% 32,4) erkek, 108 adedi
(% 9,7) kadındır. Cinsiyeti belli olmayan travestilerin sayısı 10 (% 0,9)
olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 Olayda cinsiyet
yok (% 28,8); 48 Erkek (% 49,5), 21 kadın (%21,4).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 230 Erkek = %
32,1; 56 Kadın = % 7,8; 5 Transvesti = % 0,06.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Erkek 84 (%27,6);
Karışık 5 (%1,6); Kadın 32 (%10,5).
e) Gerçek davalar: Erkek 317 = %37,3; Kadın
110 = %12,9; Travesti 5 = %0,06.
Değerlendirme: Araştırma, kadınların mağdur oldukları
suçlarla erkeklerin mağdur oldukları suçların nevi bakımından şu hususun
tesbitine imkân vermiştir:
Erkekler geniş ölçüde olmak üzere kişi ve mal
aleyhine cürümlerin mağduru oldukları halde kadınlar genel adab aleyhine ve
şahıs aleyhine işlenen suçların mağduru olmaktadırlar. Bu trend batı ülkeleri
suçluluğuna uygun niteliktedir.
İkinci önemli bir tesbit de, kadınların
erkeklerin 1/3’ü kadar suçta mağdur olmalarıdır. Bu rakam Türk toplumunun
kültür ve gelenekleri ile orantılıdır. Toplumsal hayata erkekler kadar girmemiş
bulunan kadınların, daha az suç mağduru olmaları tabii sayılmalıdır.
Kadınların mağdur oldukları suçlar %34,1
oranı ile birinci sırada genel adap aleyhine cürümlerdir. Erkekler ise, en çok
mal aleyhine (%31,1) ve şahıs aleyhine (%29,2) suçlarda mağdur
olmuşlardır.
166. Mağdur ile Faili Arasındaki
İlişki (soru formu 10.1.e); tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 488 dosyada bilgi
vardır. 629 olayda bilgi mevcut değildir.
277 olayda (% 24,8) fail ile mağdurun
ilişkisi yoktur. Buna karşılık 80 olayda (% 7,2) kısa süre önce tanışmışlar; 96
olayda (% 8,6) uzun süreden beri tanışmaktadırlar. 23 olayda (% 2,1) akrabalık
ilişkisi, 11 olayda ise (% 1) usul füru ilişkisi olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: İlişki yok 25 olay
% 26.1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: İlişkisi yok 172 olay % 24.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: İlişkisi yok 80 olay %26,4.
Değerlendirme: Tespit edildiği üzere, işlenen
suçların yarısında mağdurla fail arasında bir ilişki bulunmaktadır. Bu durum
toplumsal hayat bakımından ilgi çekicidir: fail ile mağdur arasındaki ilişki
ile suç arasında müsbet bir korelasyon mevcut bulunmaktadır.
Bu bakımdan önemli diğer bir tesbit de,
mağdurla fail arasında ilişki bulunup bulunmamasına göre, işlenen suçların
nevilerinin değişmesidir. İlişki bulunmayan hallerde mal aleyhine suçlar
yoğunlaşmaktadır. Buna karşılık, ilişki bulunan hallerde işlenen suçlar
geniş ölçüde olmak üzere, kişilere karşı işlenenlerdir. Batı ülkelerinde
cinsel suçlarda bu oran yoğunlaşmaktadır. Bu tesbit de Türk toplumunda geçerli
kültüre bağlanabilir. Gerçekten, toplum değerlerimize göre mala karşı işlenen
suç aşağılık ve yüz kızartıcı niteliktedir. Oysa şahsa karşı işlenen suçlar
kültürdeki bazı değerlerin etkisi altında işlenebilmektedir.
Fail ile mağdur arasında hiç ilişki olmadığı
hallerde en çok işlenen suç mal aleyhine suçlardır (109 =%39,3). Fail ile
mağdur tanışıyorsa, en çok işlenen suç şahıslar aleyhinedir (65 = %30,3).
167. Mağdurun gerçek kişi mi? Yoksa
tüzel kişi mi olduğu? (soru formu 10.1.f); tespitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 711 dosyada bilgi vardır. 407 dosyada ise bilgi yoktur.
Gerçek kişilerin sayısı 437 dir. (% 39,1) Suç
mağduru olan tüzel kişiler ise 273 tür (% 24,4).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Gerek kişi: 63
(%65,7) Tüzel kişi 10 (% 10).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 262
(%36,6) Tüzel kişi 164 (% 22).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 112 (%
36,7); Tüzel kişi 101 (% 33).
e) Gerçek davalar: Gerçek kişi 396 = %46,6;
Tüzel kişi 163 = %19,1.
168. İkinci mağdur (soru formu 10.2);
tespitler:
Genel Olarak: 48 dosyada suç mağduru birden
fazladır. 1070 dosyada ise suçun tek mağdura karşı işlenmiş olduğu
anlaşılmaktadır. 48 sayıdaki ikinci mağdurun tamamı Türk vatandaşıdır. İkinci
mağdurda 7 serbest meslek mensubu
(%0,6), 7 memur (%0,7) 5 işçi (%0,4) görülmektedir.
İkinci mağdurlarda cinsiyet dağılımı şöyledir:
36 erkek, (%3,2) 10
kadın (%0,9).
İkinci mağdurlarda fail-mağdur ilişkisi
konusundaki veriler, faille mağdurun yakın ilişkisinin olmadığı hallerin
32 olduğunu (%2,8) göstermektedir.
169. Failin Yaşı (soru formu 11.1);
117 dosyadaki faillerin 355’i 30 - 39 yaş grubundadır (%31,8).
170. Failin tabiyeti ile ilgili
tespitler (soru formu 11.1.a): Bu konuda 1056 dosyada bilgi vardır. 62
dosyada ise bilgi mevcut değildir.
1039 dosyada (%92,9) fail Türk vatandaşıdır.
17 yabancı sanık tespit edilmiştir. (%1,6).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Türk: 92 (% 95,3),
yabancı 2 (%2).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 655 Türk (%91,4);
10 yabancı (%1,4).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 5 yabancı (%1,6);
292 Türk (%95,8). Yabancıların işledikleri suçlar mal aleyhindeki suçlarda
yoğunlaşmıştır (%24,2).
İstanbul gibi kozmopoliten bir şehirde
yabancıların bu derecede az suç işlemeleri dikkat çekicidir. Aslında suç
oranının çok daha fazla olacağı tahmin olunurdu. Bunu yabancıların ancak
belirli bölgelerde kalmalarına ve yerli halka karışmamalarına bağlamak mümkün
olabilir.
171. Failin Cinsiyeti (soru formu
11.2); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 1073’ünde bu konuda bilgi vardır.
Bunların 1021’inde (%91,4) fail erkektir.
Kadınlar tarafından işlenen suç sayısı 52 dir. (%4,7).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Erkek 91 (%94,8);
Kadın 4 (%4,6).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 647 Erkek
(%90,2); 31 Kadın (%4,3).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 283 Erkek (%92,9);
17 Kadın (%5,5).
Değerlendirme: Bu tespit, Türkiye’deki
suçluluğun hala bir “erkek suçluluğu” olduğunu göstermektedir. Tetkik ettiğimiz
olayların. İstanbul gibi büyük şehirde işlenmesine rağmen bu oran dikkat
çekicidir. Zira büyük şehirlerde kadın suçluluğu artar. Ayrıca bu oran genel
orantıya nazaran da düşüktür ve yaklaşık yirmi de birdir (çek suçları %22,3;
kabahatler %14,7).
Travesti fail tespit edilmemiştir. Bu zümreye
girenlerin daha ziyade suç mağduru oldukları anlaşılmaktadır.
Kadınların yüksek oranda olmak üzere çek
suçlarını ve kabahat derecesindeki fiilleri işledikleri görülmektedir.
Kabahatlerin çok sayıda olması kadın suçluluğunun temel özelliklerindendir.
Ancak çek suçlarının yüksek oranda işlenmiş olması kadın suçluluğu yönünden
genel trende aykırıdır. Bu itibarla, araştırmamızın verdiği bu sonucu temsil
edici nitelikte telakki etmiyoruz.
172. Failin mesleği (soru formu 11.3);
tespitler:
a) Genel
Olarak: Failin mesleği ile ilgili olarak 1117 dosyadan 869’unda bilgi
mevcuttur; 249 dosyada yoktur.
Serbest meslek sahiplerine 369 sayısı ile
(%33.0) birinci sırada suç faili oldukları belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 29
(% 30.1).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek
246 (%34,3); Mobilyacı 28 (%3,9); Şoför 43 = (%6); Öğrenci 18 = %2,5.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 94 (%30,9); Şoför 25 (%8,3); İşçi 18 (%5,9);
Ev kadını 12 (%4,1); Başıboş 10 (%3,2).
e) Gerçek davalar: Serbest meslek 296 = %34,8; Başıboş 36 =
%4,2; Özel işyerinde çalışan 36 = %4,3; Mobilyacı, Konfeksiyoncu 34 = % 4.
Değerlendirme: Serbest meslek kavramı altında
uygulamada boşta gezenler anlaşıldığından, İstanbul’daki suçlulukta başıboş
gezenlerin, yeri yurdu belirsiz marjinallerin büyük bir oran işgal ettiği
görülmektedir.
18 ev kadınının suç faili olarak belirlendiği
görülmüştür. Ev kadınının suç faili olarak görülmesi ilginçtir.
Öğrencilerin %27,1 oranında mal aleyhine suç
ve %21,4 çek suçu işledikleri belirlemiştir. Üçüncü sırada Ateşli Silahlar
Kanununa aykırılık vardır (%14,2).
173. Fail işsiz ise, ne zamandan beri
işsiz olduğu (soru formu 11.5); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece beşinde failin işsizlik süresi tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 olayda tesbit
edilmiş: 1 yıl.
Değerlendirme: Bu veriden anlaşılacağı üzere,
savcılıkta suç failinin iş veya işsizlik durumu hakkında yeterli araştırma
yapılmamaktadır.
22. ÖNERİ’ye
bakınız.
174. Failin aile durumu (soru formu
11.6); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 953 ünde failin aile durumuna ilişkin bilgi vardır. Buna
göre 581 fail evlidir (%52,0). Faillerin 23 ü boşanmış (%2,1), 14 ü dul (%1,2)
ve 334 ü bekardır (%29,9).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Evli 47 (%48,6);
Bekar 40 (% 41,7).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: evli 385 (%53,8);
bekar 221 (%30,8).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: evli 150 (%49);
Bekar 73 (%23,9).
Değerlendirme: Suçların evliler tarafından
yüksek oranda işlenmesi dikkati çekicidir.
Suçların yüksek oranda evliler tarafından
işlenmesi batı ülkelerindeki trendin tersini göstermektedir. Türkiye bakımından
bu özelliğin sebebi insanların genç yaşta evlenmeleri olsa gerektir.
Evli olanların en ziyade işledikleri
suçların, büyük sayıda çek suçları olduğu görülmektedir (177 adet = %30,5). Bu
tesbitin de temsil edici olduğu görüşünde değiliz. Buna karşılık bekârların
mala karşı işlenen suçları çok sayıda işlemeleri genel trende uygundur.
175. Failin suçtan önce uyuşturucu
madde veya alkol kullanıp kullanmadığı (soru formu 11.7); tespitler:
Genel Olarak: 82 olayda (%7,3) failin suçtan
önce uyuşturucu madde veya alkol kullanmış bulunduğu belirlenmiştir.
Hüküm verildiği sırada 54 failin uyuşturucu
madde kullandığı tesbit edilmiştir. (%4,8).
176. Failin suçu işlerken alkol veya
uyuşturucu madde tesiri altında bulunup bulunmadığı (soru formu 11.8);
tespitler:
a) Genel
Olarak: 66 olayda (%5,9) failin suçu işlediği sırada alkol veya uyuşturucu
madde tesiri altında olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 9 (%9,8).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 35 (%4,9).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 20 (%6,4).
Değerlendirme: Bu üç tesbit itibariyle,
toplumsal bakımdan çok dikkati çekici bir durumun güncel olduğu
anlaşılmaktadır. Alkol ve uyuşturucu madde kullanmanın özellikle
İstanbul’da önemli bir düzeye geldiği
artık söylenebilir. Yaklaşık %8’ler oranında suçlunun alkol veya uyuşturucu
madde kullanması ve hele bunların etkisi altında suç işlemesi ciddi tedbirlerin
alınması gerektiğini gösteriyor.
31.-
ÖNERİ: Yapılan tesbit, ülkemizde
uyuşturucu madde bağımlılığının tesbiti hususunda ciddî viktimizasyon
araştırmaları yapılması ihtiyacını vurgulamaktadır. Polise veya adliyeye
intikal eden olaylara bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu madde sorunu
hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değildir.
177. Failin fiili işlediği sıradaki
aylık geliri (soru formu 11.9); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 98’inde (%8,8) failin aylık geliri tespit
edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 5 (%5,5).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 67 (%9,4).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 25 (%8,3).
Değerlendirme: Failin aylık gelirinin ancak
olayların yaklaşık %10’unda tespit edilmiş olması yargılamanın kalitesini
olumsuz yönde etkilemektedir. Gerçekten TCK 29 uncu maddesine göre, failin
aylık gelirinin bilinmesi cezanın tayini açısından önem kazanmaktadır.
22. ÖNERİ’ye
bakınız.
178. Sabıka Konusu: Failin sabıkası
var mıdır? (soru formu 11.10); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 203 olayda failin sabıkalı olduğu belirlenmiştir (%18,2).
aa) Müessir fiil suçundan sabıkalı fail sayısı 44’dür (%3,9).
Değerlendirme: Müessir fiilde tekerrür
oranının yüksek olması doğaldır. Tekerrürü sonuçlayan mal aleyhindeki suçlarla
çek suçlarının büyük bir oranı kapsadığı
görülmektedir.
32.- ÖNERİ:
Mahkemelerin büyük ve önemli zamanını çek ile ilgili suçların aldığı
görülmektedir. Oysa bu suçların takibi şikâyete bağlı olduğu için ya failin
ödeme yapması veya şikâyetin geri alınması suretiyle dava ortadan kalkmaktadır.
Böylece
takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok kere mahkemeler gereksiz bir yük altına
sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza tehdidi marifetiyle borcun tahsili olamaz.
Borç için hapis çoktan ortadan kalkmıştır. Amaç kamu kredi kurumlarına olan
itimadı pekiştirmek ve çekin itimad olunur bir ödeme aracı olarak tedavülde
bulunmasını sağlamak ise, o zaman yapılacak şey, suçu elbetteki, takibi
şikâyete bağlı olmaktan çıkartmaktır. Fakat her halde, bu suçların takibi
hususunda özel bir yargılama usulü tesbit edilmeli, bu hususta gerekli
araştırmalar yapılmalıdır.
ab) Trafik Suçları: Trafik suçundan sabıkalı
fail sayısı 6’dır (%0,5).
ac) Uyuşturucu Madde Suçları: Uyuşturucu
madde suçundan sabıkalı fail sayısı 7 dir (%0,6).
ad)Siyasî Suçlar: Siyasî nitelikli suçlardan
sabıkalı fail adedi 1’di (%0,1). Diğer suçlardan sabıkalı fail ise 143’dür (%
12,8). (Bu oranlar mevcut verilere göre yapılmıştır. Olayların bütünü
bakımından ele alındığında oran doğal olarak düşmektedir.)
Değerlendirme: 203 olayda failin sabıkalı
olduğunun belirlenmiş olması yüksek bir orandır. Tekerrür oranının olağanüstü
bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir.
Bundan çıkarılacak sonuç, infaz edilen
Hürriyeti bağlayıcı cezaların bugünkü durumda iyileştirici etkilerinin aşağı
düzeyde bulunduğudur.
Tekerrür bakımından tesbit edilen ikinci
dikkati çekici husus, sabıkalıların geniş oranda olmak üzere farklı suçları
işlemeleridir. Failin iddianamedeki suçu ile sabıkasının aynı olduğu olay
sayısı 74’tür (%6,6). Bu keyfiyet mesleki suçlu oranının çok düşük olduğunu
göstermektedir.
179. Failin cezası ertelenmiş
hürriyeti bağlayıcı cezası var mıdır? (soru formu 11.10.b); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 19 olayda failin daha evvel cezası ertelenmiş bir
hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 4 = % 4,4.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 12 = % 1,7.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri:
3 = %0,08.
180. Failin cezası ertelenmemiş
hürriyeti bağlayıcı cezası var mıdır? (soru formu 11.10.c); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 57 olayda (%5,1) failin hürriyeti bağlayıcı
cezaya mahkum edilmiş ve bu cezasını çekmiş olduğu anlaşılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = % 7,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 41 = %5,7.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 9 = 2,9.
181. Fail daha önce para cezasına mahkum
edilmiş midir? (soru formu 11.10.d);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 104 olayda (%9,3) failin daha önce para
cezasına mahkum edildiği anlaşılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 14 = %14,3.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 68 = %9,5.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 22 = %7,1.
Değerlendirme: Bu rakamlardan anlaşıldığına
göre, mahkemeler para cezasına bol miktarda hükmetmektedir.
182. Suçun iştirak halinde işlenip
işlenmediği (soru formu 11.11.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan149 adedi (%13,4) iştirak halinde işlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 = %29,2.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 90 = % 12,6.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 31 = %10,3.
183. İştirakteki rol (soru formu
11.11.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 124 ünde (%11,1) asli maddi iştirak
görülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 27 = %27,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 72 = %10,1.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 25 = %8,3.
Değerlendirme: Sabıkaya esas teşkil eden
iştirak şekillerinin bu derecede yüksek olması çok dikkat çekicidir. Zira
iştirak halinde işlenen suçun yargılanması, olayı karmaşık hale sokar
(complexity of the case) ve süreyi uzatır. Dolayısıyle Türkiye’de ceza
davalarının uzamasında temel sebeplerden birisi suçun iştirak halinde işlenmesidir.
Rakamlar suçların oldukça önemli bir kısmının
iştirak halinde işlendiğini göstermektedir. Türk Ceza Kanununda ancak ayrıca
tasrih edilmiş bulunan suçlarda iştirak ayrıca bir ağırlatıcı sebep olmaktadır.
Ancak, bazı ülkelerde olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep değildir.
33.- ÖNERİ:
Araştırma, iştirak halinde işlenen suçlar oranının yüksek miktarda olduğunu
göstermektedir. Suçun iştirak halinde işlenmesi, faillerdeki ahlâkî kötülüğü
(redaeti) ifade ettiği kadar; suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık sebebile
cürmün daha vahim sayılmasını da gerektirir. Ayrıca iştirak halinde işlenen
suçlarda yargılama ve takibat güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin, bazı
batı kanunlarında olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti caydırıcı
etki yapabileceğinden, faydalı olacaktır.
184. Yargılanan suçun şikâyete bağlı
olup olmadığı (soru formu 12.1); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelenen 1117 dosyaya göre yargılanan suçların 232’si şikâyete bağlı
suçtur (%20,7). 855 dosyada ise, suç re’sen koğuşturulan bir suç tipidir
(%78,7).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 5= %5,3.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 157 = %21,9.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 70 = %22,9.
Değerlendirme: İncelenen dosyalardaki
şikâyete bağlı suç oranının çok yüksek olduğu görülmektedir. Kanunumuz
koğuturulması şikâyete bağlı suçtan dolayı şikâyet süresini altı ay olarak
tespit etmiştir. Bu altı aylık süre kanundan doğan bir gecikme sebebidir
(procedural waiting time).
Koğuşturulması şikâyete bağlı olan suç
nedeniyle 105 olayda (%9,4) savcılığa
şikâyet edilmiştir. İkinci sırayı polise yapılan şikâyet işgal etmektedir (47
olay= %4,2). Bu arada iki olayın Milli Eğitim Müdürlüğüne şikâyet edildiği
anlaşılmıştır.
Millî Eğitim Müdürüne yanlış olarak yapılan
şikâyette olduğu gibi, yanlış mercie şikâyet dosyanın bir makamdan diğerine
nakledilmesi için zaman kaybına neden olur (transportation time). Ancak, bu
nevi olaylar sayısının az olması nedeniyle genel uzatıcı bir etki doğurmadığı,
bizatihi şikâyetin usulüne uygun olarak genellikle savcıya yapılmakta bulunduğu
tespit edilmiştir.
34.-
ÖNERİ: Suçun şikâyete tabi olması
birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin boşaltılması bakımından faydalı
etki yapmaktadır. Bu itibarla özellikle özel kanunlarda tarama yapılması
suretile takibi şikâyete bağlı olan suçlar sayısını arttırmak hem kaliteli
adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır. Ancak, şikâyetten
vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi halde, çek
suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa sevkedilmesine
sebebiyet verilecektir.
185. Tarafları barıştırmak için
girişim yapılıp yapılmadığı (soru formu 12.2); tespitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 118 dosyadan sadece 8 inde
uzlaştırma veya barıştırma girişiminin yapıldığı (%0,7) belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 0 olay.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 6 = (%0,08).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 2 = %0,05.
Değerlendirme: Bu araştırmanın 1. kısmında ihtilafları
çözmek bakımından bazı ülkelerde uzlaştırıcı kurumların mevcut bulunduğu ve bunların
CAS’inin belirli bir ölçüde boşaltılmasına olanak verdiği açıklanmıştı.
Takibi şikâyete bağlı suçlarda
gerçekleştirilecek uzlaştırma girişimlerinin bu hususta görevli merciler
tarafından yapılması Anayasanın, davaların hâkimler tarafından çözülmesine
ilişkin hükümlerini ihlâl etmez.
186. Mağdurun zararının giderilmesi
konusu (soru formu 12.3); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 38’inde (%3,4) mağdurun zararı tamamen, 142’sinde (%12,7)
kısmen giderilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 tamamen (%2,1);
Kısmen 7 (% 7,4).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 19 tamamen
(%2,7); Kısmen 107 (%15).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 17 tamamen (%5,4);
Kısmen 27 (%9).
e) Gerçek davalar: 124 Kısmen = %14,6; 32
Tamamen = %3,7.
Değerlendirme: Bu rakamlar zarar giderici,
onarıcı (Restaurative) Adalet bakımından çok iyi bir gösterge sayılabilir.
Bilindiği üzere, çağdaş hukuk sistemlerinde üzerinde önemle durulan
kavramlardan birisi de mağdurun tatminidir. Avrupa Konseyinin bu hususta çok
sayıda çalışmaları vardır. Aşağıda Avrupa Konseyinin çalışmaları kısaca
özetlenmiştir.
Mağdurun tatmininin bizim hukukumuzda
kendiliğinden gerçekleştirilmiş olması ilginçtir. Ayrıca yeni kurumlar
getirilmeden, mevcut sistem içerisinde mağdurun zararının tatmin ediliyor
olması, bizim de önceden tahmin edemediğimiz bir gelişme olmuştur.
36.-
ÖNERİ: En azından belirli suçlardan
dolayı mağdurun himaye edilmesi çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerindendir.
Avrupa Konseyinin bu hususta çalışmaları bilinmektedir. Ülkemizde terör
olayları veya sokak hareketleri sebebile Danıştay Devleti tazminata mahkûm
ediyor. Ancak ferden işlenen saldırılar yönünden, Ceza Kanunumuzdaki bazı özel
hükümler müstesna, genel hüküm yoktur.
Bu noksanın
bir an önce giderilmesi çok yerinde olacaktır.
187. Şikâyetten vazgeçme (soru formu
12.4); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 87 olayda mağdur şikâyetten vazgeçmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 = %3,5.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 31 = %4,4.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 15 = %4,8.
Değerlendirme: 87 adet şikâyetten vazgeçme
vardır; yüksek bir orandır. Adliyeyi gereksiz yere yoran bir uygulama olduğu
anlaşılmaktadır. Gerçekten, şikâyetten vazgeçildiği vakit yapılmış olan
işlemlerin değeri kalmamaktadır.
Adli mercilerin gereksiz yere işgal
edilmesine, dolayısıyla zaman kaybına ve sonuçta önemli diğer davaların
uzamasına neden olan bu uygulama üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.
Bunların büyük çoğunluğunun çek suçlarından
kaynaklandığı tahmin edilebilir.
34. ÖNERİ’ye
bakınız.
37.- ÖNERİ:
Davaların çabuklaştırılması ve müeyyidelerin etkili caydırıcılığını sağlamak
bakımından Amerika ve Almanya’da olduğu gibi ve aynı usullere göre çalışan
Polis Mahkemelerine olan ihtiyaç aşikârdır. 24 saat görev başında kalacak olan
bu mahkemelerin sözgelimi 6 ayı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren
suçlarda ve özellikle (sokak suçlarında) yetkilerinin kabul edilmesi halinde
CAS’i büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır. Tabii olarak, bu teklifle ilgili
biçimde ceza mevzuatında da değişiklikler yapmak gerekecektir.
Hazırlık
soruşturmasında polis araştırması yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra
polisin de hafif suçlarda dava açma yetkisi kabul edilmelidir. Özellikle
polisin sanık tutuklandıktan sonra da tutukluluk sırasında ifade alma ve diğer soruşturma işlemlerini
yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef, hazırlık soruşturmasının
mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını sağlayacak düzenlemelerin
icrasıdır.
38. ÖNERİ:
Batı ülkelerindeki mahkemelerde dosyaların sırada, kuyrukta bekleme süreleri
vardır (Waiting Line). İş aylarca duruşma sırası beklemekte, ancak sırası
geldiğinde kısa bir zaman içerisinde dava sona ermektedir. Bizde ise, sırada
bekleme yoktur. Bütün davalar bir anda birlikte açılmakta ve bu nedenle trafik
düzenlemesi olmayan bir kavşaktaki tıkanma gibi davalar kilitlenmektedir.
Sistem kavşaktaki trafik sıkışıklığını yaşamaktadır: hızla cereyan eden trafik,
dar bir kısıma örneğin bir köprüye ulaştığında geri kalan kısım bir süre hızla
akmakta devam eder; sonra hız azalır ve köprüye belirli bir mesafe kaldığında
bütünü ile durur. Davaların hepsinin birden açıldığı sistemlerde de, CAS nin
işlemesi hemen aynen böyle olmaktadır.
Belirli bir
ağır ceza mahkemesini, teklif ettiğimiz sistem içerisinde çalıştırarak belli
bir süre sonra davaların daha makul bir sürede bitip bitmeyeceği
incelenmelidir. Bu mahkeme tipik iş yükü bulunan mahkemeler arasından
seçilmelidir.
Tutuklamanın
kanunların gösterdiği şartlara tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan
hakları ve gerekse adaletin kalitesi nedeni ile, çok önemli bir konudur.
Yabancı memleketler uygulamalarında son soruşturmadan önce tutuklanmış bulunan
kişilere ait davalar, diğerlerine göre daha çabuk bitirilmektedir. Araştırmamız
bizde de durumun böyle olduğunu göstermiştir.
188. Fezleke: İlk İşlem ile
Fezlekenin düzenlendiği tarih arasındaki süre (soru formu 13.1):
a) Ağır cezalı işte
mean :
11,3 gün
median : 2
gün
mode : 1
gün
range : 378
gün
minimum : 0 gün
maximum : 378
gün
Dağılım şöyledir. 28 olayda 1 gün (%29,3), 12
olayda 2 gün (%12,4), 7 olayda (%7,0) 3 gün, diğer gün dağılımları orantı
itibariyle düşüktür.
b) Asliye
ceza mahkemelerinde ilk işlem ile fezleke düzenleme tarihi arasındaki dağılım
şöyledir.
mean :
12,3 gün
median :
1 gün
mode :
1 gün
range :
851 gün
minimum : 0 gün
maximum :
851 gün
Sürelerin
dağılımı şöyledir, 135 olayda (%18,8) 1 gün, 91 olayda (%12,7) 0 gün, 55 olayda
(%7,7) 2 gün, 17 olayda (%2,4) 3 gün ve 15 olayda (%2,1) 4 gün. Diğer gün
dağılımlarının oranı düşüktür.
c) Sulh ceza mahkemelerinde ilk işlem ile fezleke
düzenleme tarihi arasında gün dağılımı şöyledir.
mean :
21,2 gün
median :
2 gün
mode :
1 gün
range :
376 gün
minimum : 0 gün
maximum :
376
Dağılım
şöyledir. 43 olayda (%14,1) 1 gün, 27 olayda (%8,9) 0 gün, 18 olayda (%6,0) 2
gün.
189. Koruma Tedbirleri: Tutuklama (soru formu 14.1):
1117 dosyadan 178’inde (%15,9) tutklama kararı verilmiştir.
Tespitler:
a)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 53 = %54,9.
b)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 109 = %15,2.
c)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,3. Tutuklama açısından yabancı ülkelerdeki durum
için birinci kısıma bakınız.
d)
Gerçek davalar: 177 = %20.
190. Tutuklama nedeni (soru formu 14.1.b);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 168’inde bilgi
vardır. Suçun niteliği, 91 olayda (%8,2) tutuklama sebebini oluşturmuştur.
Kaçma şüphesinden dolayı verilen tutuklama sayısı 36’dır. (%3,2). Delilleri
karartma şüphesi ile 7
tutuklama kararı verilmiştir (%0,7).
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 38 = % 39,4.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği
48 = %6,6.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 5 = %1,8.
e) Gerçek davalar: Suçun niteliği 91 =%10,7.
Değerlendirme:
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 1992 yılında girmiş bulunan orantılılık ilkesi
(CMUK 104/4) çok az halde uygulanmıştır.
10
olayda sebep gösterilmediği tespit edilmiştir. Diğer kararlarda sebep beyan
edilmekte fakat doyurucu gerekçe gösterilmemektedir. Yağcı ve sargın davasında
Türkiye’nin mahkum edilmesinin sebebi gerekçe
gösterilmemesidir.
38. ÖNERİ’ye bakınız.
191. İlk işlem tarihi ile tutuklama kararının verildiği tarih arasında geçen
süre: (F3 Tablosuna Bakınız) (soru formu 14.1.c):
Ağır
Ceza Mahkemelerinde 96 dosyadan 2 sinde (% 2,3) 0 gün, 19 unda (% 2,3) 1 gün,
11 inde (% 10,9) 2 gün süre geçmiştir. b) Asliye ceza mahkemelerinden incelenen
717 dosyadan 11 inde (% 1,5) 0 gün, 42 sinde (% 5,8) 1 gün, 20 sinde (% 2,8) 2
gün, 10 unda (% 1,4) 4 gün, 7 sinde (% 1) 5 gün süre geçmiştir. c) Sulh Ceza
Mahkemelerinde; inceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 298 inde
(%94,7) tutuklamaya ilişkin işlem yoktur. Geri kalan dosyalardan 1 inde (%0,4)
süre 0 gündür; 10 unda (%3,3) 1 gün; 3 ünde (%1) 2 gün süre geçmiştir.
192. Teminatla salıverme kararı (soru formu 14.1.d);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 7 sinde (%0,6)
teminatla salıverilme kararı verilmiştir.
Değerlendirme:
Teminatla salıverme oranı çok azdır. Amerikan Anayasası, sanığın teminat
yatırmak suretiyle tahliye edilmesini, ilke itibarıyla Anayasal bir hak
saymıştır (bail). İstisnai hallerde bail kabul edilmemekte veya hâkim sanığın
yatıramayacağı kadar yüksek bir teminat tayin etmektedir. Bizde ise bu kurumun çok küçük oranda
uygulandığı görülmektedir.
39. ÖNERİ: Uygun miktarda kefaletle
salıverilmeye imkân verilmesi hem sanığın özgürlüğünü gereksiz yere
kısıtlanmasını önleyecek ve hem de tutuklamanın getirdiği faydaları
sağlayacaktır. Bu kurum, mümkün olduğu hallerde, tutuklamaya tercih edilmelidir. Asıl önemli olanı,
İtalyan, Alman ve özellikle Fransız hukukunda olduğu gibi (adli kontrol)
sistemine biran önce yer verilmesidir.
193. Yakalama tarihi ile hâkim önüne çıkarma tarihi arasında geçen süre: (F4
Tablosuna Bakınız) (soru formu 14.2.ab:
Ağır
ceza mahkemelerinde görülen 44 olayda (%45,5) yakalama veya tutuklama olayı
gerçekleşmemiştir. Geri kalan 8 olayda (%8,6) süre 1 günden azdır; 24 olayda
(%24,7) 1 gün; 11 olayda (%11,1) 2 gün; 4 olayda (%4,7) 3 gün; 2 olayda (%2,5)
4 gün ve 1 olayda (%1) 10 gün süre geçmiştir.
Asliye
ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosya vardır. Bunların 574
ünde (%80,1) yakalama ve hâkim önüne çıkarılma gerçekleşmemiştir. Geri kalan 20
dosyada (%2,7) 0 gün, 70 olayda (%9,7) 1 gün, 25 olayda (%3,4) 2 günde, 13
olayda (%1,8) 4 gün, 11 olayda (%1,5) 5
gün ve bir olayda (%0,2) 14 gün süre geçmiştir.
Sulh
ceza mahkemelerinde inceleme kapsamımıza giren 305 adet dosya vardır. Bunların
287 sinde (%94,2) yakalama ve hâkim önüne çıkarma olayına rastlanmamıştır. Geri
kalan 2 olayda (%0,6) 0 gün; 9 olayda (%2,8) 1 gün; 3 olayda (%1)2 gün ve 1
olayda (%0,3) 14 gün süre geçmiştir.
194. Doktor muayenesi (soru formu
14.2.c); tespitler:
a) Genel
Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 25 inde
(%2,3) doktor muayenesi yapılmıştır. 331 olayda (%29,6) gözaltına alınan kişi
doktor muayenesinden geçirilmemiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = %7,7.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 14 = %2.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 = %1,2.
Değerlendirme: Türkiye’de yasal herhangi bir
mecburiyet bulunmadığı halde 25 olayda doktor muayenesi yapılmış olduğu tespit
edilmiştir. Doktor muayenesini kurumlaştırmak, işkence ve baskı olaylarını
önlemek ve bu husustaki mesnetsiz iddialar bakımından çok önemli bir çare
olabilir. Adalet Bakanlığı Ocak 1996 Genelgesi DGM için açıklık getirmiştir.
Bu konunun ceza adaletinin kalitesi
bakımından olduğu kadar, Türk Adaleti ve CAS’ın yabancı ülkelerde
değerlendirilmesi bakımından da büyük önemi vardır. Türkiye’de bir kısım medya
işkence ve baskı konusunu duyguları tahrik edecek surette ele alıp kamuya yansıtmakta
ve toplumda çok kötü bir polis imajının teessüsüne adeta katkıda bulunmaktadır.
Yabancı ülkelerdeki Türkiye muhalifleri de basında yer alan iddialara dayanarak
ülkemizi sürekli karalamaya çalışmaktadırlar.
Fransız Ceza Usul Kanunu 64. maddesine göre,
24 saatlik sürenin sona ermesinden sonra doktor muayenesi mecburidir. Daha önce
savcı gerek görürse veya sanık veya bir yakını talep ederse, doktor muayenesi
yapılır. Bizde de benzeri usuller yasallaştırılmalıdır.
195. Gözaltına alınan şüphelinin poliste
kötü muamele gördüğü yolundaki şikâyeti (soru formu 14.2.d); tespitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan 16 sında (%1,4)
şüpheli, poliste kötü muamele gördüğü konusunda şikâyette bulunmuştur.
Değerlendirme: Türkiye’de bir kısım basın ve
televizyon suçtan şüpheli olanlara poliste kötü muamele yapıldığı hususunda
toplumda bir imaj yaratmayı sonuçlayabilecek yayınlarını sürdürmektedir. Bu tip
basının amacı, halktaki polis imajını bozmak ve böylece bir güvensizlik
duygusunu yaygınlaştırmaktır. Diğer bir kısım basın ise sansasyon yaratmak
amacıyla, bu hususta bilmeden ve istemeden de olsa, katkıda bulunmaktadır.
Yabancı ülkelerde Türkiye’de insan haklarına saygılı olunmadığı hususunda
Türkiye’yi aşağılayıcı propaganda yapan organların kaynağı da bu tür yayınlardır.
Yabancı mahkemeler de Türkiye aleyhinde bu tür yayınları delil olarak
kullanmaktadırlar.
Oysa anketimizin bu konudaki sonuçları, bu
iddiaları doğrulamıyor. Olayların büyük çoğunluğunda kötü muameleye ilişkin bir
şikâyet mevcut değildir. Kötü muameleden şikâyet oranı % 1,4 dır. Bunların da
geniş ölçüde aleyhteki delilleri karartmak amacıyla uydurulmuş iddialar
olduğunu söylemekte hata olmasa gerektir.
196. Hâkim tarafından verilen zapt
kararı (soru formu 14.3.a); tespitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan 23 ünde (%2,1)
hâkim zapta karar vermiştir.
40.- ÖNERİ:
Polisin doğrudan doğruya zabıt yapabilmesi gecikmeyi önlemek bakımından yerinde
olabilir. Kaldı ki, bugün tehirinde zarar bulunan hal teriminin çok geniş
uygulanması suretiyle zaten fiilen yapılıyor. Bu itibarla CMUK metninin buna
göre değiştirilmesi uygun olacaktır.
197. Hâkimin zapta karar vermediği
hallerde savcı emri ile zapt yapılıp yapılmadığı (soru formu 14.3.b);
tespitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan 14 ünde (%1,2)
savcı zapt emri vermiştir.
Değerlendirme: Savcının emir verdiği haller
çok azdır. Bu da yukarıdaki mülahazıyı doğrulamaktadır.
198. Kolluğun kendiliğinden zapt
işlemi uyguladığı haller (soru formu 14.3.c); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 277 sinde (%24,8) zabıta kendiliğinden zapt uygulaması
yapmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 45 = 46,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 185 = 25,8.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 47 = 15,5.
Değerlendirme: Kolluğun büyük bir çoğunlukla,
zaptı bizzat kendisinin yaptığı görülüyor.
199. Hâkimden gayrısının yaptığı
zapta karşı itiraz (soru formu 14.3.d); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 2 sinde
(%0,2) zapta itiraz edilmiştir.
Değerlendirme: Yukarıdaki oranların
gösterdiği üzere, zapt konusundaki esas kural istisna haline gelmiş
bulunmaktadır; hâkim dışındakilerin
yaptığı zabıtlara itiraz çok düşüktür. Bunun başlıca sebebi hakların
kullanılmaması olabilir. Diğer bir sebep olarak denilebilir ki, zabıtanın
yaptığı zabıt o kadar doğru ve yerindedir ki,
buna itiraz edilmemektedir.
200. Hâkim Tarafından Arama Kararı
Verilmiş Olan Olaylar (soru formu 14.4.a); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 7 sinde
(%0,6) hâkimin arama kararı verdiği görülmüştür.
Değerlendirme: Yukarıdaki mülahazalar burada
da geçerlidir. Hâkim kararı yok gibidir.
201. Hâkimin arama kararı vermediği
hallerde savcı emri ile arama yapılmış olup olmadığı (soru formu 14.4.b);
tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyanın 4 ünde (%0,3)
savcının arama emri verdiği görülmüştür.
Değerlendirme: Savcı emri çok azdır.
202. Kolluğun kendiliğinden arama
yaptığı haller; (soru formu 14.4.c); tesbitler:
Genel Olarak: Bu olaylara ilişkin olarak 1117
dosya içinden 232 sinde (%20,8) polis, hâkim kararı veya savcı emri olmaksızın
kendiliğinden arama yapmıştır.
Değerlendirme: Aramayı polisin doğrudan
doğruya yaptığı tespit edilmiştir.
Öteden beri, dünyanın her yerinde olduğu
gibi, Türkiye’de de polise istisnai bir yetki verildiğinde, bu yetkinin
kullanılması kural halini almaktadır. Aynı durumu bu araştırma da ortaya koymuş
bulunuyor.
203. Postada zabıt kararı
verilmesi (soru formu 14.5);
tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosya içerisinden postada zabıt kararı bir olayda (%0,1)
görülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 1 = %0,8.
Değerlendirme: Hazırlık soruşturmasının çok
kere yüzeysel olduğunu açıklamıştık. Bu sorunun sonuçları da bu hususu tespit
etmekte ve postada delil araştırması yapılmasına gerek görümemektedir. Oysa
özellikle mafya suçlarında delil elde etmek bakımından bu husus son derece
önemli sayılmalıdır.
204. Telefon dinleme (soru formu
14.6); tesbitler:
Genel Olarak: Telefon dinlemesi yapılıp
yapılmadığı konusunda sadece üç dosyada bilgi vardır. (%0,3) Bunların 2 si
asliyelikdir.
Telefon dinlemenin hâkim kararı ile yapılıp
yapılmadığı hâkimden telefon dinleme kararının alınıp alınmadığı
anlaşılamamıştır. Bu nedenle, hâkim kararının tarihi ile ilgili tespit de
yapılamamıştır. Telefon dinleme kararının dinleme işleminden önce mi yoksa
sonra mı alındığı konusunda yapılan araştırma da, yukarıdaki nedenle başarısız
kalmıştır.
Değerlendirme: Türkiye’de öne sürülen
iddialar hilafına, yukarıdaki tespitler polisin sistematik olarak telefon
dinlemediğini ortaya koymaktadır. Diğer bir ihtimal ise, polisin telefonları
dinlemekle beraber, elde ettiği bilgileri delil olarak kullanamamasıdır. Ayrıca
telefon dinlemesi yapıldığı halde bundan etkin bir sonuç alınamaması da
muhtemeldir. Bu tespitten şu sonuçlar çıkmaktadır:
1. Telefon dinlemesi yoluna gidilmemektedir.
Bunun sebebi teşkilatsızlık, teknik bilgiye sahip elemanın bulunmaması ve yasal
düzenlemenin yapılmamış bulunması olabilir.
2. Mevzuatın telefon dinleme hususunu
düzenlememiş bulunması, soruşturmada bu usule başvurulması bakımından çekinmeyi
sonuçlamış da olabilir.
3. Oysa, özellikle mafya suçlarında ve diğer
bir kısım suçlarda telefon dinlenmesi delil elde edilmesini veya önemli
delillere gidilmesini sağlayabilir. Bu noksan bir an önce giderilmelidir.
(Nitekim bu eserin yayınından önce noksan 4422 sayılı kanun ile giderilmiştir).
41.- ÖNERİ:
Mevzuatımızda suç soruşturması sebebile telefon dinleme konusunun mutlaka yasal
bir düzene bağlanması zorunludur. Bu düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları
Divanının konuyla ilgili olarak verdiği kararlar ve uyguladığı esaslar
gözönünde tutulmalıdır.
Fransa’da
geleneksel içtihat telefon muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte idi. Fakat
bu konuşmalar “itiraf” olarak değil, sadece hâkimin kanaatini tesis edebilecek
emareler olarak kabul edilmekte idi. Böylece savunma hakkı ihlâl edilmiş
olmuyordu. Aynı ilke mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da geçerli idi.
Ancak, kişi ile müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir delil değeri
taşımadığı kabul ediliyordu.
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin özel hayatın gizliliğine ilişkin hükmü
sebebile, konu 1970’lerde ciddîyetle ele alınmıştır. Uygulamada hazırlık
soruşturmasında, ilk soruşturmada telefon dinlenmesi kabul ediliyordu. 1989 yılında
AİHS m. 8 ve Ceza Usul Kanunu 81.
maddelerine dayanmak suretile mesele çözüldü ve özel kanun olmadığı takdirde,
özel hayata müdahale edilemiyeceği esası belirtildi.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kamu menfaati yönünden öngörüldüğü hallerde özel hayata
girilmesinin sözleşmeye aykırı olmadığını kabul ediyordu; ancak bu müdahale
genel güvenlik bakımından zorunlu olmalıdır.
Avukatlarla
yapılan konuşmaya hiç bir surette müdahale edilmemelidir. Mercilerin bu
husustaki takdir yetkilerinin kullanılmasındaki ayrıntıların kapsamı açık bir
surette kanunda yer almalı ve suistimale imkân vermemelidir.
Ayrıca,
telefonları dinlenebilecek olan suçlu kategorileri, suçların nitelikleri,
dinlemenin süresi bu husustaki tutanakların teşkili şartları ve konuşmaların ne
suretle sentezleştirileceği ve bantların nasıl silineceği ve imha edileceği
kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995 tarihinden itibaren Senato veya Meclis
Başkanlarına haber verilmeden milletvekillerinin veya senatörlerin
konuşmalarının tesbit edilemiyeceği de, hüküm altına alınmıştır.
Özetlemek
gerekirse, bu hususta özel bir kanun belirli nitelik ve şartları taşımak
suretiyle biran önce meydana getirilmelidir.
205. Koruma tedbirlerine itiraz
edilip edilmediği (soru formu 14.7.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Bu inceleme, 1117 dosyadan 33 ünde (%2,9) koruma tedbirine itiraz
edildiğini göstermektedir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 11 = % 11,1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 18 = %2,5.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 4 = %1,2.
206. Koruma tedbirine itiraz edildiği
hallerde, bu itirazın hangi tedbire karşı yöneltilmiş olduğu (soru formu
14.7.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 32 sinde itiraz
yoluna gidilmişti. 32 olayın 30 unda itiraz tutuklamaya karşıdır (%92,8).
Yakalanma ve gözaltına alma tedbirine karşı iki halde (%7,2) itiraz edildiği
(CMUK 128/4) tespit edilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: Tutuklama 10 adet
(10,2); Gözaltı 0 = 0,003.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 17 adet tutuklama kararına itiraz (%2,3); 4 adet tutuklama
kararına itiraz (% 1,2).
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 adet tutuklama kararına itiraz (%1,2); 2 adet yakalama
kararına itiraz (%0,07).
33
olayda itiraz da bulunulmuş olması ilginçtir. Bunlardan hemen hemen %99’u
tutuklamaya karşı itirazdır. Yakalama ve gözaltına alınma tedbirlerine itiraz
oranları ise sadece iki olayda gerçekleşmiş olup, çok düşüktür.
Tutuklamanın
Türkiye’de çok geniş ölçüde yaygın bulunduğu ve ciddi, doyurucu gerekçe
gösterilmeden tutuklamaya karar verildiği ve tutukluluk durumunun sürdürüldüğü bilinmektedir.
Bu uygulama hem Türk hukukuna hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına
aykırıdır. Nitekim Yağcı, Sargın ve Mansur davalarında Türkiye bu sebeple mahkum edilmiştir. Böyle olduğu halde kararlara itiraz
oranlarının çok düşük olması dikkati çekicidir. Ekonomik durumları bozuk olan
sanıkların itiraz yoluna başvurmadıkları tahmin edilebilir. Vatandaşın sahip
olduğu temel haklar konusunda eğitilmesi şarttır.
207. İtirazın Sonucu (soru formu 14.7.d);
tesbitler:
a) Genel Olarak: sonuçlar şöyledir: İtiraz yapılan
29 olayın, 20 sinde (%68,5) merciin uyguladığı tedbir itiraz makamınca uygun
görülmüş ve onaylanmıştır. Uygulanan tedbirin onaylanmadığı 9 olay (%31,5)
tespit edilmiştir.
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: onaylanan 10 adet (%10).
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 8 tedbir onaylanmış (%1,1); 6 tedbir onaylanmış
(%0,00).
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 3 tedbir onaylanmış (%0,08); tedbir onaylanmamış (% 0,04).
Değerlendirme:
Oranlar genel olarak itirazdan bir sonuç alınamadığını göstermektedir. Bu sonuç
yerleşmiş adlî kültüre bağlı olabilir.
208. Yazılı Emir (soru formu 14.7.e);
tesbitler:
a) Genel Olarak: İtiraz merciinin verdiği karara
karşı yazılı emir yoluna (CMUK 343) başvurulup vurulmadığı konusunda 35 dosyada
veri vardır. Bunlardan ikisinde (%4,5) itiraz merciinin kararına karşı yazılı
emir yoluna baş vurulmuştur.
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 0.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 2 = (% 0,02).
Değerlendirme:
Yazılı emir isteminin tarihi ile Yargıtayın verdiği kararın tarihi ve yazılı
emir sonunda yargıtayın verdiği kararın niteliği dosyalardan tespit
edilememiştir. Ancak yukarıda III. bölümünde bu hususta kesin rakamlar
verilmiştir.
Gecikme
bakımından önemli olan husus yazılı emre gidilen hallerde Yargıtay
incelemesinin ne kadar sürdüğüdür. Ancak bu durum dosyalardan tespit
edilememekle beraber, III. bölümde gerekli bilgiler sunulmuştur.
I. Soruşturmada (Hazırlık soruşturmasında)
savcı tarafından yapılan işlemler
209. Fezlekenin hazırlandığı tarih ile, fezlekenin
savcılık kalemine kaydedildiği tarih arasında geçen süre (soru formu 15):
Yakalama
Tarihi ile, fezlekenin savcılık kalemine
(registration) kaydedildiği tarih arasında geçen süre: (F5 Tablosuna Bakınız)
Ağır
Ceza mahkemelerine ait
96 dosyadan 45 inde (%46,6) yakalamaya rastlanmamıştır. Geri kalan 6 olayda
(%6,0) 0 gün; 25 olayda (25,7) 1 gün; 9 olayda (%9,7) 2 gün süre geçmiştir.
Asliye
Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosyadan 528 inde (% 73,6) yakalama ile iligili
işlem yoktur. Geri kalan dosyalarda sürelerdeki yoğunlaşma şöyledir: 26 olayda
(%3,6) 0 gün; 96 olayda (%13,4) 1 gün; 29 olayda (%4) 2 gün; 11 olayda (%1,5) 5
gün süre geçmiştir.
Sulh
Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 305 dosyadan 262 sinde (% 86) yakalama ile iligili
işlem yapılmamıştır. Geri kalan dosyalar arasından sürelerdeki yoğunlaşma
şöyledir: 7 olayda (%2,2) 0 gün; 20 olayda (% 6,5) 1 gün; 6 olayda (%1,9) 2 gün
süre geçmiştir.
210. Savcılık tarafından yapılan araştırmalar: Savcılık tarafından ek
araştırma yapılıp yapılmadığı (soru formu 16.1);
tesbitler:
a) Genel Olarak: Ek araştırma konusunda; 1117
dosyadan 143 ünde (%12,8) savcılık tarafından ek araştırma yapılmış, 906 sında
(%81,1) yapılmamıştır.
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 30 = %31,2.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 96 = %13,3.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 17 = %5,6.
211. Savcının Ek Araştırma Yapması için Polise Emir Verdiği Haller (soru
formu 16.1.a); tesbitler:
Genel
Olarak: Savcının ek araştırma yapması için polise emir verip vermediğini tespit
etmek üzere yapılan araştırmada, 1117 dosyadan 90 ında (%8,0) savcının polise ek
araştırma yapması için emir verdiği belirlenmiştir. 476 olayda ise (%42,6)
polise emir verilmemiştir.
Savcının
polise ek araştırma yapması için emir verdiği hallerde polis, şu işlemleri
yapmıştır. 33 olayda (%3) şüphelinin ifadesini almış 6 olayda (%0,5) adı geçeni
celp etmiş, 4 olayda (%0,3) yakalamış, 4 olayda (%0,3) olay yerinde inceleme
yapmış, 4 olayda (%0,3) adres ve nüfus kaydını belirlemiştir.
Polis
tarafından yapılan ek araştırmanın kaç gün sürdüğü konusunda 54 dosyada veri
vardır. Bu 54 dosyanın 11 inde araştırma bir gün sürmüştür (%19,8). 5 olayda 10
gün (%9,1), 3 olayda 14 gün (%5,9), 2 olayda 60 gün (%2,9) gibi süreler
belirlenmiştir.
b)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 57 = %8.
c)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,1.
Değerlendirme:
Savcının polise emir verdiği hallerde, sadece eksik evrakın tamamlatıldığı
görülmektedir. Maddi suç delillerinin araştırılması yapılmamaktadır. Bu durum
aslında ciddi sayılabilecek bir gecikme sebebidir. Evrak doğru dürüst tertip
edilse ve noksanların ikmali için ayrıca vakit geçirilmeseydi, dosya daha çabuk
tamamlanacaktı. Bekleme süresi (Waiting time) uzamaktadır.
212. Savcının Bizzat Ek Araştırma Yaptığı Haller (soru formu 16.1.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 Dosyadan 118 inde (%10,5)
savcı bizzat ek araştırma yapmıştır.
Savcı
tarafından bizzat araştırma yapılan hallerde, savcının hangi araştırma işlemini
yaptığı konusunda 109 veri vardır.
Savcı
tarafından yapılan araştırmaların dağılımı şöyledir: 26 olayda sanık ifadesi
alınmıştır (%23,9), 22 olayda bir başka kurumdan belge istenmiştir (%20,2), 10
olayda mağdurun ifadesi alınmıştır (%8,2), 9 olayda adli tıbba sevk yapılmıştır
(%8,3). Olay yerinde savcı tarafından inceleme bir halde tespit edilmiştir
(%0,9). Telefon dinleme talimatı verilmesine de yine bir olayda rastlanılmıştır
(%1,0).
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 23 = %24,3.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 83 = %11,6.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 11 = % 3,7.
Değerlendirme:
Oranlar iki suretle yorum yapılmasına yatkındır:
1)
Kolluk tarafından araştırma, soruşturma çok iyi yapıldığından savcı ancak 143
olayda, %12,8 oranında ek araştırma yapmak ihtiyacını hissetmiştir.
2)
İkinci yorum ise savcıların altında kaldıkları büyük işyükü dolayısıyla,
polisten gelen evraka müsteniden davayı açtıklarıdır.
Bu
iki olasılıktan hangisinin daha ziyade geçerli olduğunu tespit edebilmek için,
savcının ek araştırma yapmadığı hallerde, mahkemenin son soruşturma evresinde
ne gibi tahkik muamelelerini yapmış olduğunu ve bunların yoğunluğunu tespit
etmek gerekir. Eğer mahkemece yapılan tahkik muameleleri çok sayıda ise,
savcının üstünkörü dava açtığı sonucuna varmak gerekecektir. Böyle değilse,
polisin işini çok iyi yaptığı sonucuna varılacaktır. Bir ikinci ihtimali daha
ziyade gerçekçi bulmaktayız.
Telefon
dinlemenin bir olayda savcı emri ile yapılmış olduğu belirlenmiştir. Oysa
yukarıda belirtildiği üzere bu hususta genel bir kanun olmalı ve buna dayanılarak hâkim
tarafından karar verilmelidir.
Başka
bir mercide halli gereken işlerin veya merciden bilgi istenmesini gerektiren
hallerin oranı çok yüksektir. Bunların polis soruşturması sırasında yapılması,
zamandan tasarruf sağlayacaktır.
Başka
kurumlardan bilgi isteme dosyanın başka bir mercie gönderilmesi dolayısiyle
geçen zaman (transportation time) % 20 olarak tespit edilmiştir oran büyük bir
gecikme sebebi olarak gözükmektedir.
41. Öneri’ye bakınız.
213. Savcının Bilirkişi Görevlendirdiği Haller (soru formu 16.2.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: Savcılıkta bilirkişi incelemesi
yaptırıldığına ilişkin 39 dosyada bilgi vardır (%3,5).
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 9 = %9.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 24 = %3,3.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 7 = %2,2.
Değerlendirme:
İncelenen dosyalar içinde bilirkişiye başvurma oranının az olduğu
görülmektedir. Bunun sebebi basın işlerine bakan 2 no lu mahkemeden alınan
dosyalar sayısının az olmasıdır. Zira, basın
davalarında savcılar sistematik olarak bilirkişiye başvurmaktadırlar. Aslında
çok kısa sürede bitirilmesi gereken basın davalarının bu derecede uzamasının
nedeni, bilirkişiye başvurmanın adlî kültür çerçevesinde hemen hemen kural
halini almış bulunmasıdır.
Tesbitler:
Genel Olarak: Savcının, görevlendirdiği hallerde, bilirkişiye hangi hususları
sorduğu ayrıca araştırılmıştır. Bu konuda 42 dosyada bilgi mevcuttur.: 10 olayda yaralanmanın neticeleri sorulmuş (%24,2), 9
olayda yazı karşılaştırılması istenilmiş (%21,2), 6 olayda müstehcenlik
incelemesi istenmiş (%15,3) 5 olayda da kıymet takdiri yaptırılmıştır (%12,7).
Eylemin suç teşkil edip etmediği şeklinde bir soru sorulmasının %0,6 ihtimali
ile gerçekleştiği görülmüştür.
Değerlendirme:
Bilirkişiden istenen mütalaa, polis tarafından da tespiti mümkün bir husus
niteliğinde idi, davanın uzaması önlenebilirdi; ancak hukukumuzda polisin tayin
etme yetkisi olmadığından, bilirkişi bilgisini gerektiren hususta kendi şahsi
bilgisi ile bir sonuca varmak mecburiyetindedir. Bu işlemler zorunlu olarak
daha sonra savcı tarafından yapılmaktadır.
42.- ÖNERİ: Bilirkişi incelemesini
gerektiren işlemleri soruşturmayı yapan polisin icra edebilmesi çabukluk
sağlayabilir. Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi (Organizational waiting
time) bu yolla tümüyle ortadan kalkabilir.
214. Bilirkişi raporunun sonuç kısmındaki mütalaa (soru formu 16.2.d);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 21 olayda (%55,3) bilirkişi,
eylemin suç teşkil ettiği yolunda olumlu görüş açıklamıştır. Suç teşkil
etmediğini açıklayan görüş 7’dir. (%18,5). Bilirkişinin kendisini yetkili
görmeyerek dosyanın ilgili yere sevk edilmesi yolunda görüş bildirmesi ihtimali
%1,1’dir.
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: Olumlu 4 = % 4; Olumsuz 2 = %2,6.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: Olumlu 12 = %1,6; Olumsuz 4 = %0,05.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: Olumlu 5 = % 1,7; Olumsuz 1 = % 0,02.
Değerlendirme:
Bilirkişinin olumsuz görüş vermesine rağmen kamu davası açılmış ve neticede
mahkeme beraat kararı vermiş ise, mahkeme boşuna yorulmuş olacaktır.
43.- ÖNERİ: Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık
taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve bilirkişinin konuyu ciddî şekilde incelemesi
sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin temel araçlarından birisi, bilirkişiye
çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek ve bunu da hizmetin karşılığı olarak
derhal ödemektir. Bugünkü uygulamada arz olunan hususların hiç birisine
uyulmadığı için, ehliyetli bilirkişiler görevden kaçmaktadırlar.
215. Savcılıkta kimlik tespiti ve benzeri işlemlerin yapılıp, yapılmadığı
(soru formu 16.3); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 151 inde (%13,5)
savcılık, kimlik tespiti, medeni halin araştırılması, nüfus kaydı getirilmesi
gibi işlemleri yapmıştır.
Savcılıkça
yapılan bu tür kimlikle ilgili işlemlerin türü konusunda 131 dosyada bilgi
vardır. 46 olayda (%35) nüfus cüzdanı sureti istenilmiş, 67 olayda (%50,6)
nüfus kaydı getirtilmiş, 3 olayda ise sabıka kaydı araştırılmıştır. (%2,2).
b)
Ağır Ceza Mahkemeleri: 11 = %11,9.
c)
Asliye Ceza Mahkemeleri: 112 = %15,6.
d)
Sulh Ceza Mahkemeleri: 28 = %9,2.
Değerlendirme:
Olayların % 13,5’inde polisten gelen evrakın kimliğe ilişkin bilgilerin noksan
olması olay çözme zamanının (Case pocessing time) uzamasını sonuçlayan bir
sebep telakki olunmalıdır.
Polis
merkezlerinde veya emniyet müdürlüğünde adli sicil bilgisayarına girmek imkanının mevcut olmaması ve adli sicil kanununun adli sicil
bilgisayarına doğrudan doğruya girilmesine imkan vermemesi (waiting time)
uzatan bir sebeptir.
44.- ÖNERİ: Bilgisayar ağının polisi de
kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bu hususta yasal gereklerin tesisi
davaların çabuk karara bağlanmasını sağlayan etkin bir araç teşkil edecektir.
216. Savcılığın kendisini yer bakımından yetkisiz veya madde bakımından
görevsiz sayarak bir işlem yapıp yapmadığı (soru formu 16.4);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 103 olayda (%9,2)
anılan işlemlerden birini yapmıştır.
Bu
verilen kararın türü açısından yapılan incelemede 97 dosyada veri tespit
edilmiştir. 79 olayda (%81,0) yer yönünden yetkisizlik ve 17 olayda ise
görevsizlik (%17,5) görüşü açıklanmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: 20 %20,6.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 79 = % 11.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 4 = % 1,3.
Değerlendirme:
Yukarıdaki tespitler önemli bir gecikme sebebidir. Özellikle aynı bir şehir
içindeki savcılıkların yer yönünden yetkisizlik kararı vermeleri ve işin
Şişli’den Beyoğlu’na postalarla gitmesi anlaşılmaz bir şeydir.
45.- ÖNERİ: Aynı Büyükşehir Belediyesi içinde istinabe
olmaz kuralı savcılıkları da kapsamalıdır.
Görev yönünden yetkisizlik kararlarına
ilişkin olarak şu söylenebilir: Mülga Memurin Muhakemat Kanununun uygulanması,
davaların görülmesi bakımından özellikle memur suçlarında büyük bir gecikme
sebebi olmuştur. Esas itibariyle bu kanun bazı ihtiyaçlardan doğmuştu. Fakat
itiraz mekanizmasını anlamak mümkün değildi: Savcının iddianamesine nasıl
itiraz olunamıyorsa lüzumu muhakeme kararına da itiraz edilememeli idi. Men’i
muhakeme kararları da savcıya gitmeli ve savcı kararı yerinde bulmadığı
takdirde, davayı açabilmeliidi. Lüzumu muhakeme kararı verildiği hallerde de
davayı açmayabilmeli veya tavsif tarzını değiştirebilmeli idi. Bu şekilde idare
mahkemelerine ve Danıştaya itirazın neden olduğu gecikme ortadan
kalkabilecekti: yeniden yürürlüğe giren kanunun ne gibi sonuçlar vereceği
görülecektir.
217. Takipsizlik kararının maddi mesele bakımından (olayın yeterince
aydınlatılmamış olması) verilip verilmediği (soru formu 17.1);
tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyadan 14 ünde (%1,2) takipsizlik kararı olayın yeterince
aydınlatılmamış olması sebebine dayandırılmıştır.
218. Takipsizlik kararının hukuki mesele bakımından (fiilin suç teşkil
etmemesi gibi) verilip verilmediği (soru formu 17.2);
tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyanın 5 inde (%0,5) takipsizlik kararının hukuki mesele
açısından verildiği belirlenmiştir.
Takipsizlik
kararı verilen hallerde bunun hangi nedene dayandığı tekrar araştırılmış ve bu
konuda 3 dosyada bilgiye rastlanmıştır: 2 olayda ön ödeme sebebiyle ve 1 olayda
da şahsi dava yolunun açık olması nedeniyle takipsizlik kararı verildiği
saptanmıştır.
İncelememiz
kesinleşmiş dosyaların tetkikine dayanmıştır. Bu itibarla savcılıkça verilen
takipsizlik kararları incelenememiştir. Yerinde ve doğru olarak verilmiş
takipsizlik kararları işlevseldir. Zira bir filtrasyon aracı olarak gereksiz ve
ilerde hükme bağlanamıyacak olan iddiaların hemen sistem dışına atılmasını,
çıkarılmasını sağlamaktadır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 164. maddesine
göre, kolluk böyle bir filtrasyon yapamaz, takipsizlik kararını savcının
vermesi gerekir. Polisin de, denetimli olarak benzeri bir filtrasyon yapması,
savcılık yükünün azalmasında faydalı olabilir.
219. Suçun kovuşturulması şikâyete bağlı olduğu hallerde şikâyetin mevcut
olmaması nedeni ile takipsizlik kararı verilip verilmediği (soru formu 17.3); tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyadan 6 olayda şikâyetin gerçekleşmemesi nedeni ile (%0,5)
takipsizlik kararı verildiği tespit edilmiştir.
220. Ön ödeme uygulanıp uygulanmadığı (soru formu 17.4);
tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyanın 233 ünde (%20,9) ön ödeme uygulanmıştır.
Önödemenin
ve Ceza kararnamesinin çok geniş alanda olmak üzere uygulandığı görülmektedir.
Teorik bakımdan önödemeye yöneltilen itirazlar bilinmektedir (Dönmezer/Erman,
c.III, 12. Bası, 1997). Aslında önödeme,
sistemin gereğinden fazla yüklenmesini engelleyici ve belirli olayları sistem
dışına çıkaran ve böylece mahkemeleri büyük bir iş yükünden kurtaran faydalı
bir kurumdur. Önödemeyi kabul edip etmemek kişinin ihtiyarında olduğundan,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine de aykırı değildir.
Önödemenin
kriminolojik bakımdan çok önemli bir yararı da, kişiyi damgalama süreci dışına
çıkarmış olmasıdır. Bu bakımdan, savcılığın önödeme yaptığı hallerde,
takipsizlik kararı vermesi çok yerindedir.
46.- ÖNERİ: Önödeme yetkisi savcılıkça
özen ile kullanılmalı ve uygulama mahkemeye bırakılmamalıdır. İşlerin
iddianamesiz olarak, doğrudan doğruya mahkemeye sevkolunduğu hallerde de, dosya
hemen mahkemece savcılığa gönderilebilir. Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir.
Sanık önödemeyi gerektiren ne kadar suç işlemiş olursa olsun, ödemeden
yararlanma hakkına sahiptir; belirli bir sınır getirilmesi yerinde olabilir.
İkinci olarak önödeme, duruma, failin, kişiliğine göre ek bir kısım şartların
yerine getirilmesine tâbi kılınabilir. Bu şartlar yerine getirildiği ve böylece
savcının yetkisi genişletildiği takdirde, önödeme yapılacak cezaların
genişletilmesi mümkün ve yerinde de olabilir. Aslında asıl getirilmesi gerekli
kurum uzlaşma (médiation) dur. Bu kurum önödeme ile birlikte uygulanabilir.
221. Ceza kararnamesi uygulanıp uygulanmadığı (soru formu 17.5);
tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyanın 187 sinde ceza kararnamesi uygulanmıştır. (%16,8).
Değerlendirme:
187 olay ceza kararnamesi, 233 olay ise, önödemeyle halledilmiş bulunmaktadır
İncelediğimiz dosyaların yaklaşık 1/3 ünün bu şekilde sonuçlandırıldığı tespit
edilmiştir.
222. Takipsizlik kararına itiraz (soru formu 17.6):
Takipsizlik kararına itiraz edilip edilmediği; tesbitler:
Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 1 tanesinde itiraz edilmiştir.
223. İddianame (soru formu 18): Kamu davasının iddianame ile mi, yoksa
iddianame yerine geçen başka bir belge ile mi açıldığı sorulmuştur İddianame
ile açılan dava sayısı 1071’dir (%95,8).
Lüzumu
muhakeme kararı ile açılan dava sayısı 4’tür (%0,3).
İddianame
yerine geçen diğer bir belge ile 11 olayda (%0,9) dava açıldığı tespit
edilmiştir.
Şahsi
dava dilekçesi ile açılan ceza davası sayısının 7 olduğu (%0,6) belirlenmiştir.
Değerlendirme:
Mülga Memurin Muhakematı Kanunu ve şahsi dava uygulandığı haller çok azdır.
Bu
orantılar ve rakamlar dahi Memurin Muhakemat Kanunun tatbik dolayısı ile 16.4’de arz ettiğimiz mutalaaların ne kadar yerinde olduğunu
göstermektedir. Türkiye’de Memurin Muhakemat Kanunu çerçevesine giren memur
suçları cüz’i miktarda idi. Memurin Muhakemat Kanununa tabi bazı olaylar
dolayısı ile basının yaptığı yayınlar yanlış bir imajın meydana gelmesine
sebebiyet vermişti. Memurin Muhakemat Kanununa veya özel Kanundaki hükümlerine
göre, Memurin Muhakemat Kanunu benzer usullerin uygulanmasını gerektiren
suçlarda tüm olarak olayın sonuca bağlanmasına ilişkin sürenin uzadığı muhakkak
idi. Hatta bu suçlardan bir kısmının zaman aşımı ile de ortadan kalktığı
bilinmektedir. Buna karşılık idare ve adliye ayrımının mahfuz kalması
sağlanacak ve ayrıca bu usul, bir filtrasyon teşkil etmesi dolayısı ile, CAS’ini boşaltan bir araç rolünü de oynayabilecekti.
224. İddianameye İlişkin Diğer Bilgiler (soru formu 18.2);
İddianamede
sanığa isnad edilen suçlardan, 315 dava, 3167 sayılı kanuna muhalefet nedeniyle
açılmıştır (%28,6).
Türk
Ceza Kanununda yer alan suçlar, belli konularda gruplaşmış değildir. Ancak adet
olarak bakıldığında 54 adet 456. madde (%4,8), 48 adet 493. madde (%4,3), 47
adet 565. madde (%4,2) ve 24 adet 404. madde (%2,2) isnadı ile,
Savcılık tarafından dava açıldığı görülmektedir.
Değerlendirme:
Ceza Kanunu dışındaki özel kanunlarda yer alan suçların, önemli bir yer işgal
ettiği görülmektedir. İstanbul’da ve belki de diğer büyük merkezlerde Asliye
Ceza Mahkemelerinin çok geniş ölçüde zamanını alan suç 3167 sayılı Çek
Kanunudur. Adliyeyi olağanüstü işgal eden bu davalar genellikle ortalama bir yıl devam eden
çalışmalardan sonra, şikâyetin geri alınması sebebiyle ortadan kalkmaktadır.
Demek oluyor ki, bu suçlar hakkında basitleştirilmiş, özel bir usul ihdas
olunmalı, mesela
cezası para cezasına çevrilerek, önödeme imkanı sağlanmalı ve her
halde takibat şikâyete bağlanmamalıdır.
47.- ÖNERİ: CAS’miz ağır suçlarla basit
suçları aynı usule tabi kılıyor. Hafif suçların yargılanmasında mutlaka
basitleştirilmiş muhakeme usulüne gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar
savcının müdahalesi olmadan doğrudan doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye
intikal edebilmeli; polisin takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar
görenin savcıya başvurma hakkı kabul edilmelidir.
Gerçekten,
savcılık nitelendirilmesi ile, mahkemenin hükmü
arasında suç farkı bulunması iki sebepten kaynaklanır: 1) Sadece savcılıkta
tavsif hatası vardır. 2) Gerekli araştırmalar polis veya savcılık tarafından
yapılmadığından tavsifte hata edilmiştir. Her iki ihtimal de CAS’ın işlemesi
bakımındn esaslı bir sakıncayı ortaya koyar, gecikmenin de temel sebeplerinden
biri olabilir.
Tesbitler:
İki suçtan birden tek iddianame ile dava açılan olay sayısı 139’dur.
Üç
suçtan tek iddianame ile dava açılan olay sayısı 19’dur. Dört suçtan tek
iddianame ile dava açılan olay sayısı 2’dir.
Bizim
yaptığımız çalışmanın asıl amacı işletme kusurlarını ortaya çıkarmaktır.
Genel
Adalet istatistikleri tetkik edildiği vakit, özel ceza kanunlarındaki suçların
önem kazandığı görülür. Bu bizim yaptığımız tesbit ile çakışmaktadır.
225. Suçtan Doğan Maddî Zarar; tespitler: İncelenen 1100 dosyaya konu
olan suçların 472 sinde (%42,2) fiilden maddî zarar meydana gelmiştir.
Zarar
miktarına bakıldığında, incelenen 1117 dosya arasından sadece 295 inde suçtan
doğan zararın miktarı ile ilgili olarak dosyada bir bilgiye rastlanabilmiştir. Doğan zarar miktarları şöyledir: iki olayda 26.000 (%0,1), dört
olayda 500.000 (%0,4), beş olayda 800.000 (%0,4), beş olayda 1.000.000 (%0,4),
sekiz olayda 2.000.000 (%0,7), on olayda 5.000.000 (%0,9), onbir olayda
10.000.0000 (%1), onüç olayda 20.000.000 (%1,2), on olayda 40.000.000 (%0,9),
yedi olayda 50.000.000 (%0,7), dört olayda 110.000.000 (%0,4), beş olayda
150.000.000 (%0,4), iki olayda, 1.000.000.000 (%0,1) ve bir olayda
1.210.000.000 (%0,1).
Değerlendirme:
Suçtan doğan zararın miktarı, toplumsal yönden suçun sebebiyet verdiği zararlar
yani suçun topluma maliyetini (Cost of Crime) tayin bakımından çok önemlidir.
Şimdiye kadar ülkemizde suçun topluma zararı konusunda kriminolojik araştırma
yapılmamıştır. Suçun topluma olan zararı bakımından sadece genel bütçede suçla
meşgul olan kuruluşların ödenekleri dışında bir eleman elimizde mevcut
değildir. Bu bakımdan, bu soruya verilen cevapları dikkati çekici buluyoruz.
Söz
konusu rakamlar değerlendirilip yorumlanırken, ülkemizde enflasyonun hızı
özellikleri gözönünde bulundurulmalıdır. Sözgelimi 1991 yılında suç dolayısı
ile sebebiyet verilmiş 1.000.000 TL. lık zararın anlamı ile,
1995 yılındaki anlamı başka başkadır.
Ülkemizde,
suçun topluma verdiği zararı tesbite yönelik araştırmalara girişilmemiş olması
büyük bir noksanlığı ortaya koymaktadır.
48.- ÖNERİ: Yabancı ülkelerde olduğu gibi,
ülkemizde de suçun toplumsal bakımdan meydana getirdiği zararların, bilimsel
usullere göre tesbitine imkân veren metodolojilerin
uygulanması suretile belirlenmesi, en azından adlî hizmetler bakımından,
bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini sağlar. Zira bu suretle suçla
mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan irtibatı gözler önüne serilmiş
olur.
226. Suçun işlenmesi sırasında kullanılan araçlar belli midir? (soru formu 18.2 cc);
tespitler:
İncelenen
1117 dosyadan 240 ında suçun işlenmesinde kullanılan araçlar tespit
edilebilmiştir.
Araç
türlerinin dağılımı şöyledir: 61 olayda (%5,4) ateşli silah; 13 olayda (%1,2)
taklit silah; 26 olayda (%2,3) başka bir silah ve 146 olayda (%13,1) herhangi
bir alet kullanılmamıştır.
Bu
olaylarda 13 (%1,2) taklit silah
kullanıldığı anlaşılmıştır.
227. Uyuşturucu Madde Suçları (soru formu 18.2.c);
tesbitler:
İncelenen
1117 dosyadan 33 ü (%2,9) uyuşturucu
madde suçu içermektedir.
Uyuşturucu
maddenin türü açısından yapılan incelemede 1117 dosya içerisinden onunda (%0,9)
eroin, beşinde (0,5) kokain, yirmisinde (%1,8) esrar, birinde (%0,1) afyon,
morfin tespit edilmiştir. İncelediğimiz dosyalar içerisinde sentetik maddelerin
kullanıldığına hiç rastlanılmamıştır.
Sanığın
uyuşturcu madde bağımlısı olup olmadığı açısından yapılan incelemede, yirmi
olayda (%1,8) sanığın uyuşturucu maddeye bağımlı olduğu tespit edilmiştir.
12 olayda (%1,1) şüpheli, bir psikiyatri
hastanesinde gözlem altına alınmıştır.
Değerlendirme:
Anket, uyuşturucu maddeye ilişkin davaların yüksek sayıda olduğunu gösteriyor.
Bu küçük istatistik eroinin, hemen hemen esrarın yarısı oranında bir miktara
ulaştığını göstermekte ve ciddi bir durum ortaya koymaktadır.
Bu
rakamlar, genellikle bağımlıların yakalandığını gösteriyor yani aysbergin su
üstünda kalan ucu ile meşgulüz.
50.- ÖNERİ: Uyuşturucu madde suçlarının
takibinde, bu maddelerin üretilmesi, nakli, ithal ve ihracı suçları bakımından
özel tedbirleri içeren ayrı hükümlerin getirilmesi zorunludur. Bu suçların
faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve Amerika’da olduğu gibi, kolluğa çok
daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır. Buna karşılık uyuşturucu maddenin
kullanılması suçlarında hâkim ve savcıların doktorlarla, sosyal çalışıcılarla
işbirliği yapabilmelerini sağlayacak nitelikte basitleştirilmiş bir usulün
uygulanması, büyük merkezlerde bu suçların yargılanmasını yapacak olan
mahkemelerin belirlenerek konuya nispetle uzmanlaştırılmaları aynı tutumun
savcılar bakımından da öngörülmesi adaletin etkinliği ve insancıllığı
bakımından çok yerinde olacaktır.
228. Kolluk tarafından hazırlanan fezlekenin savcılık kalemine kaydedildiği
tarih ile iddianamenin düzenlendiği tarih arasında geçen süre (F6 Tablosuna
Bakınız) (soru formu 18.3):
a)
Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96
adet dosya vardır. Bunların 6 adedinde (% 6,4) süre 0 gündür;
10 adedinde (%9,9) bir gün, üç adedinde (%3,5) iki gün, 6 adedinde (%6,1) 3
gün; 3 adedinde (%2,9) 4 gün, 3 adedinde (%3,3) 5 gün, 2 adedinde (%1,7) 6 gün,
7 adedinde (%2,0) 7 gün, 8 adedinde (%2,5) 8 gün, 2 adedinde (%2,3) 10 gün süre
geçtiği tespit edilmiştir. %0,3 oranında gerçekleştiği anlaşılan bir
halde süre 824 gündür.
b)
Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza
mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosyadan 346 sında bu süre hakkında
kayıt vardır. 717 dosyanın 54 ünde (%7,6) süre 0 gündür. 58 olayda (%8,1) 1
gün, 38 olayda (%5,4) 2 gün; 36 olayda (%5,1) 3 gün, 22 olayda (%3) 4 gün, 10
olayda (%1,4) 5 gün, 11 olayda (%1,6) 6 gün, 17 olayda (%2,4) 7 gün, 12 olayda
(%1,7) 11 gün süre geçmiştir. Uzun süreler şöyledir. 2 olayda (%0,2) 106 gün, 4
olayda (%0,5) 188 gün ve 4 olayda (%05) 207 gün süre geçmiştir.
c)
Sulh Ceza Hahkemeleri: Sulh Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 305
dosya vardır. Bunların 188 inde yukarıdaki sürelerle ilgili bir kayıt mevcut
bulunmamaktadır. Kayıt içeren 117 dosya vardır.
Sulh
cezalık 305 dosyadan 15 inde (%5) süre 0 gündür. 14 olayda
(%4,6) 1 gün, 16 olayda (%5,1) 2 gün, 10 olayda (%3,3) 3 gün, 5 olayda (%1,5) 4
gün, 3 olayda (%1,1) 10 gün, 4 olayda (%1,4) 55 gün, 2 olayda (%0,5) 79 gün ve
1 olayda (%0,3) 187 gün süre geçmiştir.
Asliye
ceza ve ağırceza mahkemelerinin yetkisine giren işlerde kolluk fezlekesinin
savcılık kalemine kaydedildiği tarih ile iddianame düzenlendiği tarih arasında
geçen süre bir gündür. Ancak ortalama süre 27 gündür. Bu rakamlar kolluk
tarafından yapılan tahkikata ait dosyanın çok geniş olayda olmak üzere
iddianameye esas teşkil ettiğini göstermektedir. Bu tesbit çok dikkati
çekicidir. Aslında, batı ülkelerinin ceza sisteminde araştırma polis tarafından
yapılır, deliller de onun tarafından toplanır. Bunlara ve tetkik sonucu
yaptırılacak yeni tahkik muamelelerine nazaran teessüs eden dosyanın ciddi bir
tetkikten geçirilerek karara bağlanması savcının görevidir. Savcı bu asli
ödevinin icrasında denetim ve gözetim görevini yerine getirmiş olacaktır. Bizdeki uygulamada geniş ölçüde olarak
savcıların bir nevi geçit gibi fonksiyonlarını yerine getirdikleri ve bu
sebeple duruşmaların uzadıkça uzadığı anlaşılmaktadır.
Böylece
ifade ettiğimiz uzun sürenin temel sebebi, savcıların büyük iş yüküdür.
Kollukta filtrasyon imkanları ihdas edilirse savcılık,
nisbi de olsa, bu iş yükünün bir kısmından kurtarılabilir.
Dikkat
edilmesi gerekli olan husus şudur: iş çok kısa bir sürede mahkemeye sevk
olunduğu için, savcılık aşamasında gecikme söz konusu olmamakta, işlem hızlı
olarak yürütülmektedir. Ancak bu eserin giriş kısımlarında da belirttiğimiz
gibi, sürat bir amaç haline gelirse, bundan adaletin niteliği zarar görür.
Yaptığımız
tesbitlerden önemli birisi de sulh ceza mahkemelerinde bu sürenin asliye ve
ağırcezaya göre daha fazla olmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, savcılıkta ağır
cezalı ve asliye işleri önemlerine binaen öne geçmektedir. Evvelce de
açıkladığımız üzere, sulh ceza mahkemelerine işlerin doğrudan doğruya polis
tarafından sevkedilmesi, işleri hem hızlandıracak ve hem de savclığın iş yükünü
azaltacaktır.
51.- ÖNERİ: Araştırmamız, Türkiye’deki
uygulamada kolluk araştırmasının çok geniş ölçüde olmak üzere iddianamenin
esasını teşkil ettğini ortaya koymuştur. Hiç değilse büyük merkezlerde durum
böyledir. Bu keyfiyet kolluk - savcı ilişkisinin bizde de batı ülkelerindeki
gibi olduğunu düşündürtebilir. Oysa gerçek böyle değildir. Batı ülkelerinde
adlî işlerle uğraşan polis, kanunların doğrudan doğruya verdiği yetkileri
kullanmak suretile kapsayıcı bir tahkikat yapmaktadır.
Bizde ise, savcıların altında bulundukları
büyük iş yükü dolayısı ile polisten gelen dosya yüzeysel bir incelemeden sonra
iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedilebilmektedir. Ondan sonra mahkeme
adeta hazırlık soruşturmasını yapar gibi yeniden tahkikat yapmak mecburiyetinde
kalmakta ve bunun sonucu olarak davalar uzamaktadır.
O halde yerine getirilmesi gerekli iki
husus vardır: Önce polisin adlî işlerle uğraşacak bölümünü gerçek anlamda
uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle donatmalıdır. Savcıların bu dönemde
denetimi ve gözetim fonksiyonunu yerine getirmeleri sağlanmalıdır.
İkinci olarak savcıların iş yükü
azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı doğrudan doğruya mahkemeye
getirme yetkisi kabul edilecek olursa savcının iş yükü azaltılmış olur.
Bu konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli
tahkikat yapılmadan ve deliller toplanmadan tanzim edilip mahkemeye
sevkedilmesinden dolayı işlerin uzadığını belirtmekte ve mahkemeye iddianameyi
red yetkisinin verilmesinin çok etkili olacağı, işleri çabuklaştıracağı ve
savcıların daha özenle iddianame tanzim edeceği görüşündedirler. Bu görüşlere
biz de tamamile katılıyoruz.
Ayrıca davaların çabuk sonuçlandırılması
bakımından önemli saydığımız bir husus da, hazırlık soruşturmasını yapan
savcının o işi sonuna kadar takip etmesi ve kovuşturma evresinde de iddia
makamını işgal etmesidir. Batı hukukunda buna “yatay sistem” denilmektedir.
Hâkimlerle yaptığımız toplantıda bu sistemin fiilen uygulanamıyacağı ifade
edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde uygulama
böyledir. Gerekli tedbirler alınır ve örgütlenilirse bu hususun büyük merkezler
bakımından da işlememesi için sebep yoktur.
Bu sistem uygulandığında savcı tahkikatı
çok ciddî yapmak ve davayı da ona göre açmak baskısı altında bulunacağından,
ciddî şekilde delilleri toplamadan davayı açmayacaktır.
Savcılıkta teşkil edilen dosya önceden
tesbit edilmiş bir şablona göre (kompüterize) edilmelidir. Standartlaşma için,
bu önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık sağlar.
229. Savcı iddianamede hangi delillere dayanmıştır(soru formu 18.4.a):
1. Tanık beyanı; tespitler: İncelenen 1117
dosyadan 248 inde (%22,2) savcı iddianameyi düzenlerken tanık beyanlarına
dayanmıştır.
Değerlendirme:
Adaletin niteliğini tesis hususunda, kat’ilik ve muhakkaklık bakımından tanık
ve sanık ifadeleri ile hüküm verilmektedir. Oysa gerçek delillere ender olarak
başvurulmaktadır.
2. Sanık Beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan
422 sinde (%37,7) iddianamede sanık beyanına dayanılmıştır.
Değerlendirme:
18.40 da öne sürülen mülahazalar
3. Sanıktan gayrı taraf beyanı; tespitler:
İncelenen 1117 dosyadan 185 inde (%16,6) iddianamede delil olarak sanıktan
gayrı tarafların beyanı gösterilmiştir.
4. Yazılı Belge; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 808 inde (%72,3) yazılı belgeye
dayanılmıştır.
5. Şekil tespit eden Belge; tespitler: İncelenen
1117 dosyadan 101 inde (%9,1) iddianamede şekil tespit eden belgeye
dayanılmıştır.
6. Ses Tespit Eden Belge; tespitler: İncelediğimiz
1117 dosyadan 5 inde (%0,4) teyp gibi bir ses tespit eden belgeye
dayanılmıştır.
Ses
bandının kullanıldığı suçlara ait liste aşağıda gösterilmiştir.
7. Tabii Belirti; tespitler: İncelediğimiz 1117
dosyadan 68 inde (%6,1) fren izi ve benzeri gibi bir tabii belirtiye
dayanılmıştır.
8. Suni belirti; İncelediğimiz 1117 dosyadan 88
inde (%7,9) suni belirtiye rastlanmıştır.
52.- ÖNERİ: Davada özellikle kolluk ve
savcılık basamaklarında delillerin tesbitinde çağdaş kriminalistiğin verilerine
ve usullerine başvurmak, özellikle İstanbul gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından artık vazgeçilemez bir
nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence uygulamalarını berteraf edecek
temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda kat’edilen bazı aşamalara karşın,
durum hala tatminkâr değildir.
230. İddianamede deliller tek tek açıklamalı olarak gösterilmiş midir? (soru
formu 18.4.b); tespitler:
1117
dosyadan 206 sında (%18,4) savcı iddianamesini düzenlerken delilleri tek tek
açıklamış ve analiz etmiştir. Buna karşılık 850 iddianamede (%76) deliller isim
olarak sayılmış fakat açıklanmamıştır.
Değerlendirme:
Bu olağanüstü önem taşıyan bir tesbittir. %76 olayda iddianamede delillerin ayrıntılı
olarak açıklanmadığı veya tartışılmadığı görülüyor. Bu hal sonsoruşturmanın
gecikmesinde temel sebeplerden birisini oluşturmakta bulunduğu gibi adaletin
niteliği bakımından da çok önemlidir.
Ayrıca
bir önceki aşamalardaki usulsüzlük ondan sonra gelen aşamada gecikmeyi
sonuçlayabilmektedir.
231. İddianamenin düzenlendiği tarih ile iddianamenin mahkeme kalemine
kaydedildiği tarih arasında geçen süre için aşağıdaki F7 tablosuna bakınız.
(soru formu 18.5):
a) Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde
incelediğimiz 96 adet dosyanın 6 sında (%6,2) süre sıfır gündür. 10 unda
(%10,9) bir gün; 8 inde (%8,5) iki gün, 6 sında (96,7) üç gün, 10 unda (%10,6)
dört gün, 9 unda (%9,8) 7 gün, 2 sinde (%1,8) 13 gün süre geçmiştir. İncelenen
dosyalardan ortaya çıktığına göre %0,03 ihtimal ile 377 gün süre
olabilmektedir.
b) Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza
mahkemelerinde incelenen 717 dosya vardır. Bunların 63 ünde (%8,8) bu süreye
ilişkin kayıt yoktur. 54 olayda (%7,6) sıfır gün, 24 olayda
(%3,4) 1 gün; 55 olayda (%7,7) 2 gün, 73 olayda (%10,2) 6 gün, 71 olayda (%9,9)
7 gün, 36 olayda (%5,1) 11 gün; 15 olayda (%2) 15 gün, 5 olayda (%0,6) 35 gün,
2 olayda (%0,2) 121 gün süre geçmiştir.
c) Sulh Ceza Mahkemeleri: Sulh Ceza Mahkemelerine
ait olup, inceleme kapsamımıza giren 305 dosyadan 66 sında (%21,6) bu süreye
ilişkin kayıt yoktur. 14 dosyada (%4,5) süre sıfır gündür. 19 dosyada (%6,1) 1
gün, 17 dosyada (%5,6) 2 gün, 26 dosyada (%8,4) 4 gün, 22 dosyada (%7,1) 7 gün,
12 dosyada (%3,8) 11 gün, 2 dosyada (%0,7) 30 gün ve 1 dosyada (%0,2) 83 gün
tespit edilmiştir. Ortalama rakamlar bunlardan ibaret olmakla beraber,
istisnada olsa çok yüksek rakama ulaşan bekleme süreleri de vardır.
54.- ÖNERİ: İddianame meydana getirildikten sonra,
mahkemeye sevk için savcılıkta veya kalemlerde beklemesi tam bir anlamsız,
fuzulî zaman geçişini ifade eder. Bunun düzeltilmesi için, kanun değişikliğine ihtiyaç yoktur.
İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve örgütlenme yeterlidir. Bu itibarla
kurulmasını önerdiğimiz
Komisyona bu konunun da intikal ettirilmesi uygun olacaktır.
232. Şahsi Dava (soru formu 19); tespitler: 1117 dosyadan 18 inin (%1,6)
şahsi dava yolu ile açıldığı belirlenmiştir.
II. Sonsoruşturma (Kovuşturma evresi)
233. İddianamenin mahkeme kalemine kaydedildiği tarihten duruşmanın ilk
celsesine kadar geçen süre (soru formu 20.1):
a)
Ağır Ceza Mahkemeleri: İnceleme
kapsamına giren 96 dosyadan 4 ünde bu konuda bir kayıt yoktur.
b)
Sulh Ceza Mahkemeleri: Sulh ceza mahkemelerinde: İnceleme kapsamımıza giren 305
dosya vardır. Bunlardan 125 inde (%41,1), bu konuda kayıt yoktur.
Dosyaların
40 ında (%13) süre sıfır gündür. 16 olayda (%5,1) 3 gün, 5 olayda (%1,7) 29
gün, 6 olayda (%2,1) 45 gün, 4 olayda (%1,2) 82 gün, bir olayda (%0,4) 154 gün süre geçmiştir.
Suçüstülere
ilişkin haller müstesna, süreler yukarıda işaret edildiği gibidir. Bu rakamlara
göre, mahkemelerin iş yükü de gözönüne alındığında; ağırceza mahkemeleri
müstesna, bekleme süresinin fazla olmadığı görülmektedir.
Mahkeme
bu süre içinde gerekli bir takım işlemler yaparak, dosyadaki noksanları
tamamlamış ise, süreler istisnalar hariç, makuldur. Eğer hiçbirşey
yapılmamışsa, dosya bakımından fuzuli bir uyuma (yani gecikme) sözkonusu
olmaktadır.
Değerlendirme: Yukarıdaki orantılar gözönüne alındığında,
ağırceza ve sulh mahkemelerinin, asliye ceza mahkemelerinden daha etkin, hızlı
çalıştıkları görülüyor. Bu tesbiti ağırceza mahkemelerinin asliyelere göre
maddi akımdan daha teçhizatlı bulunduklarına ve bu mahkemelerde hakim sayısının daha fazla olmasına ve iş yükünün ağır
cezalarda daha az olmasına bağlayabilmek mümkündür. Sulh ceza mahkemelerinde
ise, savcının bulunmaması
işlerin daha süratle yürütülmesinde etmen olabilir.
Duruşma
hazırlığı “çalışma zamanı” kapsamındandır. Bu süre tüm olayı çözüme ulaştırma
süresi içinde, batı ölçülerine göre, %5 - 10 oranında zaman alması
gerekir. Bizim uygulamamızda geçen süre
yukarıda F8 no.lu tabloda gösterilmiştir.
Duruşma
hazırlığı aşamasını gün olarak tayin etmek, araştırmamızda mümkün olmamıştır.
Bilindiği üzere, duruşma evresi iddianame ve dosyanın hakim
tarafından ele alınması ve CMUK 220. maddesinde gösterilen işlemlerin
gerçekleştirilmesidir. Bu aşamada hakim dosya
içeriğine vakıf olacağından, duruşmaların bilgi ile ve işin esasına değinecek
surette yürütülmesi mümkün olur. Bu sebeple, duruşma hazırlığında belirli bir zamanın sarf edilmesi
zorunludur.
Araştırmamızda
bu husustaki çalışma süresinin tesbiti mümkün olmadığından, hakimlerle
yapılan mülakatta bu hususta bilgi elde edilmesine çalışılmıştır. İntibaımız bu
aşamada dosyanın ciddi bir incelemeye tabi tutulmadığıdır. Çoğu hallerde
tensipleri kalemdeki kâtipler yapmaktadır.
55.- ÖNERİ: Duruşma hazırlığı aşamasının incelenmesinde
jürili sistem ile jürisiz sistemi, icaplar yönünden birbirine
karıştırmamalıdır. Jürisiz sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare ile değil ve
fakat aynı zamanda tahkikat yapmakla da yükümlüdür. Böyle olunca, duruşma
hazırlığı aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve önerilerimiz arasında
açıkladığımız şablona uyulup uyulmadığının araştırılması zorunludur.
Ayrıca iddianamenin
reddi kurumunu da önermiş bulunuyoruz. Bu öneri çerçevesinde duruşma
hazırlığının ayrıntılı ve ciddî olarak yapılması zorunlu hale gelecektir.
234. Duruşma hazırlığı aşamasında Mahkemenin görev ve yetki açısından
verdiği kararlar (soru formu 20.2);
Görevsizlik
Kararı; tespitler: 1117 dosyada görevsizlik kararı konusundaki bilgi dağılımı
şöyledir. 39 olayda (%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir.
Değerlendirme:
Yukarıda açıklandığı gibi, bir aşamada yapılan hatalı uygulama, usuli hata,
ilerki aşamada gecikmeye sebebiyet vermektedir. (Birinci kısıma bakınız)
Araştırmamıza göre, 39 olayda (%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir. Buna göre,
savcılıkça iddianame düzenlendiği tarihten görevsizlik kararı verilip, dosyanın
görevli mercie gönderilmesi ve o merci tarafından incelemeye alınıp duruşma
hazırlığına geçilme arasında geçen zaman, fuzuli olarak harcanmış zamandır.
Gecikme, bu olayda savcılıkça yapılmış takdir hatasından kaynaklanmaktadır.
Oran yüksektir.
b)
Mahkeme tarafından verilen yer bakımından yetkisizlik kararı; tespitler: 1117
dosya içerisinden 8 inde, Mahkemenin yer bakımından yetkisizlik kararı vermesi
ile ilgili olarak bilgi dağılımı şöyledir. 8 olayda (% 0,7) mahkeme tarafından
yer bakımından yetkisizlik kararı verildiği tespit edilmiştir.
Yukarıdaki
mülahazalar burada da geçerlidir.
235. Esas Mahkemesindeki Duruşma (soru formu 21): Duruşma ceza adalet
sisteminin işlemesinde en önemli aşamadır. Aleni bir şekilde ve doğrudan
doğruya delillerle temasa geçilerek icra edilen bu aşamada, hakimin
vicdani kanaati oluşacaktır. Tek celse halinde veya arka arkaya oturumlar
şeklinde yapıldığı takdirde, duruşma kanunun öngördüğü temel ilkelere uygun olur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları asıl bu aşamaya ilişkindir (m. 6).
Sözgelimi suçsuzluk karinesinin hazırlık soruşturması safhasında değil ve fakat
bu aşamada geçerli olduğu Mahkemenin Kararları gereğidir. Divan, nitelikli bir
adalet bakımından zorunlu olan dürüst yargılamanın unsurlarını ve gereklerini
göstermektedir. CMUK dışında bu içtihatların da uygulamada direktif teşkil
etmesi sorunu aşikardır. Aşağıdaki soruların
cevaplarını bu genel mülahazalar çerçevesinde anlamak ve değerlendirmek uygun
olacaktır.
236. Duruşmanın ilk celsesi ile son celsesi arasındaki süre (soru formu 21.2): Sürelere ilişkin olarak aşağıda F9 tablosuna
bakınız.
Mode’u
tayin etmek mümkün olmadığından, gerçeği tam olarak yansıtmasa da, cetveldeki
ortalama süreleri esas almak gerekecektir. Ancak, aşağda mahkemelere ilişkin
dikkati çekici rakamlar yansıtılmıştır.
a)
Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96
dosyadan bir tanesinde (%1,3) bu konuda kayıt yoktur.
12
olayda (%12,5) duruşma aynı günde bitmiştir. 2 olayda (%2,1) 28 gün, 3 olayda
(%3,3) 84 gün, 1 olayda (%1,4) 105 gün, 1 olayda (%0,6) 163 gün, 1 olayda
(%0,8) 210 gün, 1 olayda (%0,8) 301 gün, 1 olayda (%0,3) 2172 gün süre
geçmiştir. (Bu rakamlar tümü kapsamaktadır. Karakteristik
sayılan olaylara ait gün sayısı yansıtılmıştır.)
b)
Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren
717 dosya içerisinden 59 unda (%8,2) bu konuda kayıt yoktur. 183 olayda (%25,6)
duruşma aynı gün bitmiştir. 4 olayda (%0,5) 14 gün, 13 olayda
(%1,8) 56 gün, 9 olayda (%1,2) 91 gün, 5 olayda (%0,7) 109 gün, 5 olayda (%0,7)
204 gün, 5 olayda (%0,7) 264 gün, 4 olayda (%0,5) 337 olay, 7 olayda (%1) 749
gün, 4 olayda (%0,5) 1810 gün ve 1 olayda (%0,2) 1998 gün sürmüştür.
c)
Sulh Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 130
unda (%42,6) bu konuya ilişkin bir kayıt yoktur.
Sulh
ceza mahkemelerinde görülen davaların 75 inde (%24,7) duruşma aynı günde sona
ermiştir. 2 olayda (%0,7) 11 gün. 2 olayda (%0,5) 44 gün, 1 olayda (%0,4) 200
gün, 1 olayda (%0,2) 964 gün ve bir olayda (%0,2) 1653 gün geçmiştir.
Değerlendirme:
Uygulamanın, davanın bir celsede bitirilmesini öngören CMUK karşısında, tümüyle
kanunun hem ruhuna ve hem de metnine ve esprisine aykırı olduğu açık seçik
ortadadır. Torbaya delil atma suretiyle yürütülen parçalı bir yargılama sonucu
gerçekleşen adaletin niteliğinden şüphe edilebilir.
Günler
önce dinlenmiş tanıkların tutanağa geçirilmiş, çok kere karma karışık,
yanlışlarla dolu, okunması bile mümkün olmayan ifadeleri marifetiyle,
tanıklıkları, değerlendirip, bunların tesbitindeki etkileri hatırlayıp hüküm
tesis edildiğinde, bunu nitelikli bir adalete işaret etmekte bulunduğunu ifade
etmek, güçtür. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde söz
konusu makul süre, bu nevi parçalı duruşmalarla yürütülen bir yargılamada artık
söz konusu bile olamaz. Zira, celseler arasında dosya
beklemekte ve uykuya çekilmektedir. Bu bekleyiş süresini makul süre içinde
mütalaa etmek mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarında
dosyanın uykuda geçirdiği sürelerin iş yükünün ağırlığından kaynaklandığı
hususundaki mazereti kesin olarak kabul etmemektedir. Yukarıda F9 nolu tablo
dikkat çekici bazı tesbitlerin yapılmasını da belirtici niteliktedir.
Birinci
tesbit şudur: Kadınların mağdur olduğu davalarda duruşmalar, erkeklerin mağdur
oldukları duruşmalara göre daha kısa sürede sonuçlandırılmaktadır. Bu hususu
kadın mağdura karşı daha şefkatli bir tutumun sonucu telakki edebilir ve doğrudan
doğruya hakime bağlayabiliriz.
İkinci
tesbit tutuklu olan işlerin daha çabuk sonuca bağlandığıdır. Bu trend batı
ülkelerindeki tesbitlere
de uygundur (Birinci kısma bakınız).
Üçüncü
tesbit; esas itibarile Amerika ve Almanya’daki polis mahkemelerine benzeyen
Sulh Mahkemelerindeki işlerin ortalama 100 günde sonuca bağlanmasıdır. Oysa çok
az vahamet arz eden bu suçların hemen neticeye bağlanması beklenir.
Dördüncü
ve çok önemli tesbit, hakim değişikliğinin davaların
uzamasında en önemli etkeni oluşturduğudur. Hakim
değişikliğine uğrayan dava en azından üçte bir oranından daha fazla zamanda
sonuçlandırılmaktadır.
Beşinci
tesbit, değişik mahkemelerin davayı sonuçlandırma süreleri bakımından, aralarında
farklar olduğudur. Bu hususu münhasıran hakim
kişiliğine bağlamanın gerekli olduğu görüşündeyiz.
56.- ÖNERİ: Bu araştırmanın ilk kısmında, Amerika’da ve
Avrupa’da yapılan araştırmalarda davaların makûl sürede sonuçlandırılmasında
veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev bilincinin, özveride bulunmak
özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni oluşturduğu saptanmıştır.
Türkiye’de de durumun böyle olduğunu
araştırmamız açık ve seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Adlî kültürle de çok
ilişkili olan bu tesbitin büyük önemi aşikârdır. Hâkimin motivasyonunu
güçlendirmek hususunda ücret ve diğer yardımcı yararlar açısından bazı
tedbirler, unsurlar geliştirilebilir ve geliştirilmelidir.
57.- ÖNERİ: Davaların makûl süre dışında uzamasına neden
olan sebeplerin başında giderek ağırlığı artan iş yükü gelmektedir. Batı
ülkelerinde de durum farklı değildir.
Bu gelişme karşısında hâkim ve savcı
sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir olmaktadır. Ancak, Birinci Kısımda da belirttiğimiz gibi, hâkim
ve savcı sayısının artmasının göreceli bir olanak oluşturması dışında, sayı
artırmak bakımından belirli bir düzeyi aşmamak zorunludur. Aksi takdirde tam
tersi sonuçlar meydana gelmekte ve istenen neticeler elde edilememektedir.
Mahkeme sayısını artırmaktan ise, işi çok
olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha
isabetli olacağı görüşündeyiz. Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün
duruşma yapması ve diğer iki gün de dosyayla ilgili incelemeleri yapması
böylece taliklerin kısa sürelere alınması, hergün duruşma yapmak mecburiyeti
altında yorgun düşen ve gerekli incelemeleri yapması ve okuması çok güç hale
gelen hâkimin nefes alması ve görev yapma güdülenmesi sağlanmış olacaktır.
Hâkimler arasındaki iş bölümünün makul
surette örgütlendirilmesi de yapılmalıdır.
237. Duruşma saat olarak toplam net kaç saat sürmüştür? (soru formu 21.3):
a) Duruşmanın net olarak toplam kaç saat sürdüğü
araştırılmış ise de bu hususa ilişkin olarak dosyalarda bir kayıt bulunmadığı
tespit edilmiştir.
Duruşmanın
başladığı ve sona erdiği saatlerin tutanaklarda yer almaması sakıncalıdır. Bu
sebeple, Türkiye’de davaların genel olarak ve değişik suçlar itibariyle kaç
saatte sonuçlandırıldığı tesbit olunamamaktadır. Aynı sebeple, Türkiye’de
duruşmanın masrafını (cost of trial) saptamak da mümkün olmamaktadır.
b)
Duruşmanın saat olarak süresinin tespit edilebildiği hallerde, kaç saat
sürdüğünü belirlemek için sorulan bu soruya, dosyalarda kayıt olmadığı için
cevap alınamamıştır.
Duruşmanın
başladığı ve bitirildiği saatlerin tutanağa geçirilmesi usulü bir an önce kabul
edilmeli ve yaygınlaştırmalıdır.
238. Duruşmaya Ara Verme: Duruşmaya kaç defa ara verilmiştir? (soru formu 21.4.a);
tespitler: Duruşmaya kaç defa ara verildiği hususunda alınan cevaplar
şöyledir. Bir defa ara verilen duruşma sayısı 230 dur
(%20,5); İki defa ara verilen duruşma 126 dır (%11,3); Üç defa ara verilen
duruşma adedi 88 dir (%7,9); Dört defa
ara verilen duruşma süresi 61 (%5,5)
dir; Beş defa ara verilen duruşma sayısı 59 dur (%5,3); Altı defa ara
verilen duruşma sayısı 27 dir (%2,4); Yirmi kez ara verilen duruşmaya da
rastlanmıştır. Ancak, bu hal bir olayda meydana gelmiştir (%0,1).
239. Celse aralarında kalan günlerin toplamı kaçtır? (soru formu 21.4.b); tespitler: Celse aralarında geçen sürelerin
toplam sayısı sorulmuştur: Celse aralarındaki süre ikiden başlamakta ve
yıllarla ifade edilen sürelere kadar çıkmaktadır; 710 güne kadar çıkan 22 dosya
tespit edilmiştir. (%1)
Celse
arası toplam 450 günü geçen 4 (%0,3),
390 gün olan 4 (%0,3), 90 gün olan 10 ve
55 gün olan 13 dosya vardır.
Görüldüğü
gibi celse arasındaki gün sayısı kanunda sekiz gün olarak belirlenmiş olmasına karşın
bunu çok aşan süreler saptanmıştır.
240. Duruşmaya ara verme nedeni? (soru formu 21.4.c);
tespitler: Duruşmaya ara verme nedenleri şunlardır:
1.
Tanığın Hazır Olmaması; tespitler: Tanığın hazır olmaması 1117 dosyadan 199 dosyada
(%17,8) ara verme sebebidir.
Değerlendirme:
Tanığın hazır olmaması CAS’inin işlemesinde lüzumsuz bekleme zamanının ana
sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Tanığın zamanında gelmemesinin çeşitli
nedenleri vardır:
a)
tanığa kaybettiği zamanı karşılayacak yeterli tazminatın ödenmemesi,
b)
aynı güne yapılan taliklerin çokluğu nedeniyle tanıkların mahkeme koridorlarında konforsuz
şartlar içinde bekletilmeleri,
c)
tanıkların tümünün bir arada aynı celseye davet edilmesi suretiyle işin bitirilmemesi,
d)
bunun tam tersine, tanıkların parti parti çağırılarak dinlenmeleri ve bunun
sonucu olarak tanıkların taraflarca yönlendirilebilmeleri ve dürüst yargılama
bakımından çok zararlı bir durumun böylece ortaya çıkması
e)
sosyal psikolojik bakımından tanık olmama, tanıklıktan kaçma tutumunun
kitlelerde yerleşmiş olması,
f)
Özellikle büyük şehirlerde tanıkların nerelerde ikamet ettiklerinin tayin
edilememesi dolayısıyla tebligat yapılamaması; ülkedeki fizik hareketliliğin
yükselmesi sebebi ile, yer değiştiren insanların,
bulunamalarındaki güçlükler.
g)
Hazırlık soruşturması döneminde ifadelerine başvurulan tanıklardan bazılarının
olay dolayısı ile delil teşkil edebilecek herhangi bir bilgiye sahip
olmadıklarının anlaşılmış olmasına karşın, duruşma hazırlığının ciddi bir şekilde
yapılmaması dolayı ile, bu tip kişilerin de tanıklık için davet olunmaları yani
kullanılacak delilleri mahkemenin elemeye tabi tutmaması.
Bütün
bunlar davanın uzamasında temel nedenlerdendir. Hele tanık şehri terk etmiş ve
dolayısıyla istinabe yolu ile ifadesinin alınması gerekmiş ise, o zaman dosya
başka bir sisteme taşınmakta (transportation time) ve bu hal Türkiye’de
davaları esaslı biçimde uzatmaktadır.
58.- ÖNERİ: Tanıkların aynı celsede ve birlikte olarak
ifadelerinin alınması için gerekli olan herşey mutlaka yapılmalıdır. Bu
bakımdan uygulamamızda tanık tedarik veya icad etme tatbikatı da engellenecek
ve davaların uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan celbi gerçekte
mümkün olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından, bu yolla söz
konusu uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir.
Kanaatımızca asıl yapılması gereken şey,
duruşma gününü sanık avukatı ile birlikte belirlemek veya sanık avukatına
müdafaa için gerekli bütün delilleri birden sunmak mecburiyetini yüklemek ve bu
yolla tanıkların tümünü birden dinlemeyi sağlamaktır.
2.
Belge delillerinin hazır olmaması; tespitler: Belge delillerinin hazır olmaması
1117 dosyadan 445 inde (%39,8) ara verme sebebi olmuştur.
3.
Bilirkişi Raporunun Gelmemesi; tespitler: Bilirkişi incelemesi yapılan 163
olayda raporun zamanında gelmemesi 81 olayda duruşmaya ara verilmesine neden olmuştur.
Değerlendirme:
Bilirkişiden raporun gelmemesi genel bir tâlik sebebi olmakta ve davaların
uzamasına neden olmaktadır.
Bizdeki
uygulamada, bilirkişiye usul kanununun cevaz vermediği hallerde de
başvurulmaktadır. Bilirkişi konusunun Türkiye’de davanın beklemesi süresi
bakımından büyük önem taşıdığı aşikardır.
4.
Muhakemede rol alan aktörlerden birinin hazır bulunmaması; tespitler:
Aktörlerden birinin hazır olmaması 1117 dosyadan 280 inde (%25,1) duruşmaya ara
verilmesine neden olmuştur.
Aktörlerin
dağılımına bakıldığında 1117 dosyadan, Hâkim veya Savcının duruşmaya
gelmemesine bir olayda rastlanmıştır (%0,1). Buna karşılık müdafiin hazır
olmaması 54 olayda (%4,8) ara verme sebebi olmuştur. Oysa 339 olayda (%30,3)
Sanığın gelmemesi duruşmayı geri bıraktırmıştır.
Değerlendirme:
Aktörleri duruşmada hazır bulundurmak esasta hâkimin görevidir. Taraflar
celpname ile davet olunacaklardır. Kanunun öngördüğü hallerde hâkim, doğrudan
doğruya ihzar müzekkeresi de çıkarabilir. Ancak uygulamada bu yola başvurulmamaktadır.
Yine uygulamada müdafiler özellikle ilk celsede sanık müvekkillerinin hazır
bulunup ifadelerinin alınmasını istemezler. Zira tanıklar, müdahil dinlendikten
sonra, onların beyanına göre müvekkillerinin vereceği ifadeyi şekillendirmek
isterler. Ülkemizde ise, duruşmaya gelmeyen sanığın mazeretini belirleyecek
vesikaları elde etmesi çok kolaydır. Yine adli kültürün bir sonucu, olayın
sonuca ulaştırılması bakımından Aktörlerden müdafiin veya sanığın gelmemesinin
ara verme nedeni olmasıdır. Davanın hâkim veya savcının gelmemesi sebebiyle
talik edilmesine uygulamada hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.
Araştırmamız
en önemli gecikme sebeplerinden birisinin sanık ve tanıkların gününde hazır
bulunmamalarından kaynaklandığını göstermiştir. Bu keyfiyet davaların uzamasına
neden olmakla kalmamakta ve fakat aynı zamanda nitelikli adalet ilkesine de
zarar vermektedir. Sözü geçen sakıncayı
gidermenin etkin araçlarından birisi, sanığın gıyabında belirli şartlarla
duruşmayı yürütmek ve hüküm verebilmektir. Avrupa Konseyi
R(87) 18 sayılı tavsiye kararında, gıyabi muhakemenin genişletilmesini tavsiye
etmiştir (s.14); bu tavsiye kararında, sanığa duruşma tarihi ve kendisini bu
duruşmada bir avukat marifetiyle temsil ettirebileceği hususları uygun bir
şekilde bildirilmiş olması şartıyla hiç olmazsa hafif suçlarda ve verilecek
cezanın mahiyeti de gözönüne alınmak suretiyle, mahkemenin sanığın gıyabında
hüküm verebilmesini üye devletlere tavsiye etmektedir.
Avrupa
Konseyi R(87)18 numaralı kararında, (S.14) şu tavsiyede bulunmaktadır:
Duruşmada uygulanacak usul bakımından faydasız bütün formalitelerden
sakınılmalıdır. Özellikle usule aykırılıklar sebebiyle bir işlemin hükümsüz
olacağı ve hiç bir netice husule getiremiyeceğini beyan etmemek gerekir. Bu hal
(yani usul hatası) kanunun çok dar ve sıkı bir biçimde tarif ettiği yani usulen
zorunlu kıldığı kurallara riayet etmemenin, iddia ve müdafaanın menfaatleri
bakımından gerçek bir zarara sebebiyet verdiği hallerde usul hatası
sayılmalıdır.)
60. Öneri: Muhakeme süjelerinin duruşmada
hazır bulunmaları için gereken bütün tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirlerin
başında, “duruşmanın tek bir oturumda”, kesintisiz olarak yapılması
gelmektedir.
241. Duruşmaya ara verilmesine neden olan başka sebepler (soru formu 21.4.d);
tespitler: Yukarıda sayılanların dışında, duruşmaya ara verilmesine neden olan
başka sebeplerin bulunup bulunmadığı sorulmuş ve 32 değişik hal tespit edilmiştir:
En
fazla rastlanan diğer ara verme nedeni keşiftir. 68 olayda keşif yapılması için
duruşmaya ara verilmiştir.
25
olayda mağdurun ifadesinin alınması için,
74
olayda belge
getirtilmesi için,
12
olayda müzekkere cevabı yazılması için duruşmaya ara verilmiştir.
Diğer ara verme nedenleri şöyle sıralanmaktadır: Davaların
birleştirilmesi (2 olay), tanık dinlenmesi (3 olay), başka dosyanın celbi (8
olay), adli tabipliğe sevk (2 olay), istinabe (2 olay), gıyabi tutuklama (6
olay), adres tahkiki (5 olay), duruşma günlerinin dolu olması (3 olay), esas
hakkındaki mütaalanın hazırlanması (14 olay), diğer aktörlerden birinin hazır
bulunmaması (16 olay), görevsizlik (2 olay), dosyanın tetkiki (6 olay), yeni
müdafi tayini (6 olay), inceleme (6 olay), bozmaya uyma (1 olay), yetkisizlik
(2 olay), adli tatil (7 olay), evlenme için süre (2 olay), adliyede pul
olmadığı (0 olay), müdahilin gelmemesi (0 olay).
Değerlendirme:
Diğer araverme sebepleri; keşif, mağdurun ifadesinin alınması, belge
getirilmesidir. Bütün bu işlemlerin aslında hazırlık soruşturmasında yapılmış
olması gerekirdi. Görülüyorki, hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi
yapılmaması, duruşma aşamasında taliklere ve dosyanın beklemesine neden
olmaktadır.
Diğer
talik nedenleri arasında önemli olanı, diğer bir dosyanın celbidir.
Esas
hakkında savcının mütalaasını
hazırlaması da önemli bir talik nedenidir. Dosyanın incelenmesi
için talik yapılması da dikkati çekici niteliktedir. Bütün bunlar hep hazırlık
soruşturmasının gerektiği gibi yapılmamasına dayanmaktadır. Ayrıca savcının
mütalaasını hazırlaması veya dosyayı tetkik için talik de, bize özgü
sebeplerdir. Bir davayı baştan sona takip eden hâkim veya savcının inceleme
için süre istemesi kabul edilebilecek birşey değildir.
242. Duruşmada çeşitli yetki türleri bakımından olumlu veya olumsuz kararlar
verilmiş midir? (soru formu 21.4.e); tespitler:
Duruşmada çeşitli bakımdan yetki konusunda karar verilip verilmediği
sorulmuştur. 1117 dosyadan 13 olayda (%1,2) görevsizlik ve benzeri kararlar
verildiği tespit edilmiştir.
Değerlendirme:
Duruşma hazırlığı aşamasında verilen görevsizlik kararlarının gecikmeyi önemli
ölçüde azalttığı görülmektedir.
243. Duruşma sırasında kaç defa tanık dinlenmiştir? (soru formu 21.5.a): 130
dosyada, tanıkların tümünün bir celsede dinlendiği, 81 dosyada iki defa, 24
dosyada 3 defa, 10 dosyada 4 defa dinlendiği,
tesbit olunmuştur.
Tespitler:
Araştırma, dosyaların130 unda tanıkların tümünün bir celsede dinlenildiğini 24
olayda tanık dinlemenin 3 celsede tamamlandığını göstermektedir.
Değerlendirme:
Adaletin niteliği bakımından, tanıkların hepsinin bir celsede ve gerektiğinde
muvaceheli biçimde dinlenmeleri gerekir. Tanıkların parti parti dinlenmeleri,
tanıklıktaki samimiyeti ortadan kaldırır. Bu yolla tanıkların eğitilmeleri ve
istenilen yönde ifade vermeleri kolaylıkla sağlanır. Tanıkların ayrı ayrı
celselerde dinlenmeleri, adaletin kalitesini zedeler niteliktedir. Bizdeki
uygulamada da, (adli kültür) tanığı istinabe yolu ile dinleyen hâkim ve
hatta bazan yazı işleri müdürü gerekli
bir sorgu yapamamaktadırlar. Tanıkların böyle ayrı ayrı celselerde dinlenmeleri
ayrıca yalancı
tanıkları da ortaya çıkartmaktadır. Gerçek ve samimi tanıklık
polisteki şahadet olmaktadır. Keyfiyet geniş ölçüde olmak üzere, duruşma
hazırlığı aşaması gereği gibi yapılmamasından ve örgütsel noksanlıklardan
(örgütsel bekleme zamanı) kaynaklanmaktadır.
244. Duruşma sırasında kaç bilirkişi raporu alınmıştır? (soru formu 21.5.b); tespitler:
Duruşma sırasında bir defa bilirkişi raporu alınan dosya adedi 138’ dir
(%12,3).
25
olayda 2 defa bilirkişi raporu alınmıştır (%2,2).
922
olayda ise (% 82,5) bilirkişi raporu alınmamıştır.
Değerlendirme:
Görülen davaların %17,5 inde bilirkişiye başvurulmuştur. Görülüyor ki,
Türkiye’de ceza davaları geniş ölçüde bilirkişi marifetiyle yürütülmektedir.
Yukarıda da açıklandığı üzere, bir davada bilirkişiye başvurulması, davanın
sonuca ulaştırılmasını esaslı şekilde geciktirmektedir. Zira, bilirkişi incelemesi ister
istemez, dosyayı sistem dışına çıkarmaktadır.
245. Delil ikame talebi yapılmış mıdır? (soru formu 21.5.c);
tespitler: Duruşma sırasında delil ikamesi talebi 35 davada yapılmıştır (%3,1).
Delil
ikamesi isteminin hangi aktör tarafından yapıldığı araştırılmıştır. Savcılık 5
olayda 1 defa (%0,5), 6 olayda 2 defa (%0,5), 3 olayda 4 defa (%0,2) delil
ikamesi talebinde bulunmuştur. 1104 olayda ise (%98,8) savcının delil ikamesi
talebine ait bir kayıt bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Müdafaa
tarafından delil ikamesi talebi daha çoktur. 31 olayda (%2,8), 6 olayda 2 defa
(%0,6), 2 olayda 6 defa (%0,1) müdafaa
tarafı delil ikamesi talebinde bulunmuştur. 1077 olayda (%96,3) müdafaa
tarafına ait delil ikamesi talebine ait bir kayıt yoktur.
Değerlendirme:
Duruşma sırasında, hazırlık soruşturmasında söz konusu edilmemiş olan
delillerin ikame edilmesi, davayı uzatan sebeplerden birisidir. Özellikle
savcının duruşmada delil ikamesi talebinde bulunmasını anlamak mümkün değildir.
Müdafaa tarafından delil ikamesi talebi daha çoktur. Ancak, çok istisnai
hallerde, müdafiin öncelikle tesbit edebilmesinin mümkün olmadığının makul sebeplere
dayandığı hallerde, duruşma aşamasında müdafiin delil ikamesi kabul
edilmelidir.
Böylece
müdafiin davayı uzatmak için duruşmada delil ikame etmesi engellenmiş olur.
Aslında bu keyfiyet, savcının hazırlık soruşturmasını çok daha ciddi bir
şekilde yapmasına veya yaptırmasına neden olur ve böylece duruşmaların uzayıp
gitmesi de engellenir.
246. Hâkimin reddi talebi yapılmış mıdır? (soru formu 21.5.d);
tespitler: Hâkimin reddi talebi incelediğimiz dosyalar içinde
gerçekleşmemiştir.
Değerlendirme: Hâkimi red talebinin çok istisnai hallerde
yapılmış olması CAS’i aktörlerinin hakimi reddetmekten
çekindikleri tarzında da anlamlandırılabilir. Tabiî olarak red sebebinin esasen
var olmaması galip olasılık sayılmalıdır.
247. Aktörlerde değişiklik olmuş mudur? (soru formu 21.5.e);
tespitler: Davanın görüldüğü süreç içerisinde aktörlerde değişiklik olup
olmadığı incelenmiştir. İncelediğimiz 1117 dosyadan 314’ünde (%28) değişiklik olduğu saptanmıştır.
39
olayda (%3,5) hâkim değişmiş, 22 olayda (%1,9) savcı değişmiş, 125 olayda
(%11,2) ise, zabıt katibi değişmiştir. Müdafiin
değiştiği dosya sayısı 5’dir (%0,5).
Değerlendirme:
Sistemin aktörlerinde değişiklik; hâkimin, savcının ve müdafiin değişmesi, hem
adaletin niteliğine ve hem de davanın süratli intacına engel olan temel
sebeplerdendir.
61.- ÖNERİ: Hâkimlerin dava görülürken
değişmeleri en önemli gecikme sebeplerindendir. Bunun adaletin niteliğine de
etkili olduğunu ifade etmek hatalı olmaz. Bu itibarla zorunlu nitelikteki
sebepler olmadıkça hâkimin değiştirilmesinden sakınılmalı ve mevcut uygulamadan
vazgeçilmelidir.
248. Duruşma sırasında yeni bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame
düzenlenmiş midir? (soru formu 21.5.f); tespitler:
Duruşma sırasında yeni bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame (CMUK 259)
düzenlenip düzenlenmediği araştırılmıştır.
5 olayda (%0,4) ek iddianame düzenlendiği belirlenmiş ve ek iddianamenin
3167 sayılı Kanunun 13, 15 ve 16 ncı maddeleri ile TCK’nın 266, 342, 404 ve 495
inci maddelerine dayanan iddia üzerine düzenlendiği saptanmıştır.
249. Hâkimlik ve mahkeme kararlarına karşı son soruşturma sırasında itiraz
edilmiş midir? (soru formu 22.1.a); tespitler:
1117 dosyadan 11 inde (%0,9) itiraz yoluna başvurulmuştur.
İtiraz
edilen karar 6 olayda tutuklama kararıdır (%0,5). 2 olayda tahliye isteğinin
reddi kararına itiraz edilmiştir (%0,2).
Değerlendirme:
Mahkeme veya hâkim kararlarına itiraz sayısı azdır. İtiraz, mahkeme duruşmasını
sürdürmekte iken yapılır. Aslında itiraz, davanın neticelendirilme süresini
uzatan temel sebeplerden birisi sayılmamalıdır. Ayrıca, psikolojik ve
insanî bakımdan itiraz, davayı görmekte bulunan hâkimi de etkileyebilir. Bu
sebeple usul kanunu çok istisnai olarak sadece üç halde mahkeme kararlarına
itirazı kabul etmiştir. Bu hallerin de itiraz konusu olarak muhafaza edilip
edilmemesi tartışılabilir. İncelediğimiz olaylarda 11 davada itiraz edildiği ve
bunun 6 sının tutuklamaya ilişkin olduğu tespit edilmiştir. Böylece bizde
itirazın, sistemin işlemesinde, süreyi uzatıcı bir sebep teşkil etmediği
söylenebilecektir.
250. İtiraz merciinin kararlarına karşı kanunyoluna başvurulmuş mudur? (soru
formu 22.2); tespitler: İtiraz merciinin verdiği
karara karşı, yazılı emir gibi, kanunyoluna başvurulup başvurulmadığı
incelendiğinde, araştırma konusunu oluşturan dosyalar içerisinde kanunyoluna
başvurulmuş olanına rastlanılmamıştır.
251. Esas Mahkemesinin Hükmü: Duruşmanın son oturumu ile esas mahkemesinin
hükmünü verdiği tarih arasında geçen süre: (F10 Tablosuna Bakınız) (soru formu
23):
a)
Ağır ceza mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde incelediğimiz 96 dosyadan 3
ünde (%2,8) veri yoktur. Geri kalanın 93
ünde (%96,4) esas mahkemesinin hükmü son celsenin yapıldığı günün tarihini
taşımaktadır.
b)
Asliye Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 717 dosya içinden 649 unda
(%90,6) hüküm son celse tarihini taşımaktadır. 4 olayda (%0,5) 365 gün
gözükmektedir. 63 dosyada (%8,8) bu
konuda kayıt yoktur.
c)
Sulh ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosyadan 129 unda (%42,3)
bu konuda bilgi mevcut değildir. 171 dosyada (%56,1) esas mahkemesinin hükmü
son oturum tarihini taşımaktadır. 1 olayda (%0,2 ) 20 gün, 1 olayda (%0,4) 330
gün ve bir olayda (%0,3) 365 gün süre geçtikten sonra esas mahkemesinin hükmü
yazılmıştır.
Yaptığımız
araştırmada duruşmanın sona ermesi ile beraber hükmün de verildiği gibi bir
sonuç ortaya çıkmaktadır. Ancak, uygulama hemen hemen istisnasız olarak,
duruşmanın bitiminde kısa kararın verilmesi, gerekçeli hükmün ise bir hayli
zaman geçtikten sonra kaleme alınarak taraflara tebliği tarzındadır. Böylece
hareket olunması, elbetteki, zorunludur. Ancak kararın kaleme alındığı tarihin
yazılması gereklidir.
252. Esas mahkemesinin verdiği hüküm nedir? (soru formu 23.2);
tespitler: Esas mahkemesinin duruşma sonunda verdiği hüküm ile ilgili bilgiler
aşağıda incelenmiştir.
Esas
mahkemesinin duruşma sonunda verdiği hükümler ve oranları aşağıda
gösterilmiştir. Mahkûmiyet 567 (% 64) (800 sayıdaki mahkûmiyete 233 ön ödeme dahil değildir ceza kararnamesi dahildir); beraet 219 (%19,6),
düşme 61 %5,5, red 9 (%0,8); durma 4 (% 0,4); önödeme: 233 (20,9).
TCK’daki
suçlar bakımından beraat ve mahkûmiyet oranları şöyledir: Önödeme ve ceza
kararnamesi dışında kalan gerçek davalarda 851 dosyadan 192’si (%22,6) beraat,
584’ü (%68,7) mahkûmiyet, 8 i (%0,09) davanın reddi, 47’si (%5,5) düşme, 4 ünde
(%0,05) durma. (Yabancı ülkelerle mukayese için Birinci kısma bakınız.)
Değerlendirme:
Beraatler %20 oranındadır. Mahkemenin verdiği hükümlerin çeşitleri, sistemin
mahkeme dışındaki kısımlarının etkinliği bakımından büyük anlam taşır. Beraat
oranının yüksekliği, savcılık ve polisin gerekli özeni göstermemiş
bulunmalarından kaynaklanabilir. 1117 olayın yaklaşık %38 önödeme ve ceza
kararnamesi ile sonuçlandığına göre, geri kalan 700’de 219 çok yüksek bir
orandır.
Davaların
bir bölümü de zamanaşımı ile düşüyor (61 adet). Bunun anlamı, sistemin
yeterince etkin olarak işlememesidir. Oran %5 dir.
Davanın
reddi konusunda rakam küçüktür (9 adet); bununla beraber davaların özen
gösterilmeden açıldığı görülmektedir. Açılmış ve görülmüş bir davanın yeniden
açılması, sistemin işleyişinde, en azından özensizliğe delâlet eder.
253. Ölüm cezası (soru formu 23.2.b);
tespitler: İnceleme konumuzu teşkil eden
dosyalar içerisinde ölüm cezası yoktur.
Değerlendirme:
Ölüm cezası Ülkemizde fiilen uygulanmamaktadır. Ölüm cezasının ilga eden
ülkelerin hemen hepsinde, biz de olduğu gibi, böyle bir uygulanamama dönemi
geçirilmiştir. Türkiye’de, öyle anlaşılıyor ki, ölüm cezasının ilgasına doğru
gitmektedir.
62.- ÖNERİ: Yapılan araştırma Türkiye’de ölüm cezalarının
fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca
artık bu cezayı
mevzuatımız içinde muhafaza etmenin bir anlamı kalmamıştır.
Cezanın ilgası Türkiye’nin dış imajı bakımından da yararlı olacaktır.
254. Hürriyeti bağlayıcı ceza var mı? (soru formu 23.2.c);
tespitler: Hürriyeti bağlayıcı ceza:
1117
dosyadan 531 inde (%47,5) hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. Bunların
dağılımı şöyledir: Ağır hapis cezası 35 olayda (%3,1) hapis cezası 441 olayda
(%39,4) hafif hapis cezası 63 olayda (%5,6) uygulanmıştır. Demek oluyor ki,
1117 dosyanın %48,1’inde hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. 1117
dosyadan 233’ü önödeme ile ortadan kaldırıldığına göre, müeyyidelendirilen dosya
sayısı 933 olur. 531 dosyada hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. O halde
esas oran %57’dir. Bu, gerçekten yüksek bir orandır ve dünyadaki, mümkün olduğu
kadar hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmetmeme doğrultusundaki akıma aykırıdır.
63.-
ÖNERİ: Araştırmamız hürriyeti bağlayıcı cezaların çok önemli bir kısmının, 1 yıl ve 1
yıldan az olduğunu ve mahkemelerin,
sistematik olarak bu cezaları 647 sayılı
Kanunun hükümlerine uygun olarak para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve
yine çok büyük oranda olmak üzere, para cezalarının da ertelendiğini
göstermiştir. Özellikle basın davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı,
cezanın para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir.
Esas itibariyle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı
cezaya hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına çevirmek çağdaş
ceza hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu arada para
cezasının ertelenmesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına çevirmek
ve bunu da tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok
etmektedir. Kurumları, maksatları çerçevesinde amacı kaybetmeden, abartmadan
uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi
temenni olunmuştur.
255. Hürriyeti bağlayıcı ceza paraya çevrilmiş midir? (soru formu 23.2.d); tespitler: Hükmedilen hürriyeti bağlayıcı ceza
361 olayda para cezasına çevrilmiştir (%32,3).
647 sayılı kanunun
verdiği imkanlar gibi yeniliklere uyum sağlanmasında, genel
olarak, adli personel direnç gösterir. Mevcut adli kültür, bu nevi uygulamların
yapılmasına engeldir. Oysa Türkiye’de hâkimlerin bu nevi yenilikleri uygulamada
daha yatkın oldukları anlaşılmaktadır. Ülkemizde inkilaplara yatkın, eğilimli
bir adli ortamın var olduğu söylenebilir.
256. Güvenlik Tedbirlerine Hükmedilmiş midir? (soru formu 23.2.e);
tespitler: 1117 dosyadan 83 ünde (%7,4) güvenlik tedbirine hükmedilmiştir.
Hükmedilen
güvenlik tedbirlerinin dağılımı şöyledir: 50 (%4,5) müsadere, 12 (%1,1) eğitim
ve tedavi kurumuna yatırma, 8 (%0,7) ehliyetin geri alınması.
(Çek
keşide etme yasağı fer’i
ceza olarak değerlendirilmiştir.)
257. Para cezasına hükmedilen haller (soru formu 23.2.f);
tespitler: 1117 dosyadan 530 adedinde (%47,4) para cezası uygulanmıştır.
Değerlendirme:
Para cezaları ve feri cezalar yeterince uygulanmaktadır. Önemli ola husus, bunların hangi oranda
fiilen uygulanabildiğidir.
258. Fer’i ceza uygulanan haller (soru formu 23.2.g);
tespitler: 1117 dosyadan 147 sinde (%13,2) fer’i cezaya hükmedilmiştir.
Fer’i
cezaların dağılımı şöyledir: Çek keşide etme yasağı 50 (%4,4), müsadere 40
(%3,5), ehliyetin geri alınması 14 (%1,2), kamu haklarından yasaklanma 9
(%0,8), meslek ve sanatın tatili 10 sayıdadır (%0,9).
259. Ceza ertelenmiş midir? (soru formu 23.3);
tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 153’ ünde (%13,7) ceza ertelenmiştir.
Mahkemenin
cezayı ertelerken uyguladığı gerekçe tarafımızdan ayrıca incelenmiştir.
Gerekçenin dağılımı şöyledir: Tekrar suç işlemeyeceği kanaati 64 olayda (%5,7)
mahkemenin izlenimi 20 olayda (%1,8), önceden suç işlememiş olması 16 olayda
(%1,5).
Değerlendirme:
Cezanın ertelenmesi, çeşitli yönlerden iyi işleyen bir CAS’inde ehliyet
şartlarına uyulması halinde, çok önem arzetmektedir; ferdî ve kamusal bakımdan
faydalıdır. Stigmatizasyonu (damgalamayı) önlemek bakımından açık yararı
vardır. Yargıtay’ın müteaddit kararlarında erteleme gerekçesinin gerçek biçimde
ve doyurucu olarak
kararda yer alması istenilmektedir. Ancak, ertelemeye karar
verildiğinde veya verilmediğinde,
yargıtay noksan gerekçe dolayısıyle kararları bozmaktadır. Erteleme
talebi reddedilmişse ve makul gerekçe gösterilmemişse, karar yine bozulmaktadır.
Bizim
araştırmamızda, erteleme talebi olduğu halde, bunun kabul edilmemiş olması
hususuna ilişkin bilgi yoktur.
64.- ÖNERİ: Yaptığımız araştırma ertelemenin, özellikle
647 Sayılı Kanunun 4. maddesi çerçevesinde geniş ölçüde uygulandığını
göstermektedir. Bu yöndeki uygulama, ertelemenin kural haline geldiğini
gösteriyor. Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve maksadına uygun olarak
kullanılırsa toplumsal bakımdan yararlı olur. Bu itibarla ertelemenin
gerektiğince uygulanmasını sağlayacak direktif teşkil edici Yargıtay
kararlarına ihtiyaç vardır.
260. Hürriyeti Bağlayıcı Ceza, tedbirlerden birine çevrilmiş midir? (soru
formu 23.4); tespitler: Mahkeme tarafından hükmedilen hürriyeti bağlayıcı
cezanın İnfaz Kanunu
hükümlerine göre, 1117 dosyadan 13 olayda (%1,2) tedbire
çevrildiği görülmüştür.
Tedbire
çevirmede kullanılan gerekçeler açısından inceleme yapıldığında: 9 olayda
(%0,8) sanığın yaşı, 3 olayda suçun işlenme şekli (%0,3) ve 1 olayda (%0,1)
suçlunun kişiliği tedbire çevirme gerekçesi olarak kullanılmıştır.
Değerlendirme:
Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi konusunda
oldukça yüksek bir orantı mevcut bulunduğu halde, (361 olay %32,3), tedbire
çevirme oranı olağanüstü düşüktür (13 olay %1,2). Bu rakamdan anlaşılmaktadır
ki, 647 sayılı kanun 4 m. sinin 2-5 bendleri hemen hemen hiç uygulanmamaktadır.
65.- ÖNERİ: 647 sayılı Kanunun 4.
maddesinde yer alan tedbirlere 1961’lerde ceza adaletinin amaçları bakımından
çok önemli sayılarak mevzuatta yer verilmişti. Hürriyeti Bağlayıcı cezanın
itibarını hemen hemen kaybetmiş bulunduğu bir dönemde, kanunda mevcut olan bu
tedbirlerin uygulanamadığını araştırmamız göstermiştir. Öyle anlaşılıyor ki, kısa süreli cezayı para
cezasına çevirmek hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de yer alan
tedbirlerin uygulanması, daha fazla çaba sarfedilmesini gerektirdiğinden, bu
yola gidilmemektedir. Mutlaka düzeltilmesi gerekli bir durumdur ve bu hususta
kanunda teşvik edici değişiklikler yapılmaldır.
Tedbirlere mutlaka “kamu yararına çalıştırma”
eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok önemli yer almış bulunan bu tedbirin
biran önce kanunlaştırılmasını temenni ediyoruz.
261. Esas mahkemesi tarafından sabit addedilen suçlar hangileridir? (soru
formu 23.5); tespitler: Mahkeme tarafından sabit
addedilen suçlara ait incelemenin amacı, kolluğun suçu araştırırken koyduğu
isim ile savcının iddianameyi düzenlerken yaptığı tavsif ve mahkeme tarafından
sabit addedilen suç arasında aynîlik olup olmadığının belirlenmesidir.
3167
sayılı Kanun yine burada birinci durumdadır. Anılan kanunun 13, 15 ve 16 ncı
maddelerinden 129+1+84 = 214 mahkûmiyet kararı verilmiştir (%19,3).
1567
sayılı Kanunun 3 ncü maddesinden dolayı 26 mahkûmiyet kararı verilmiştir
(%2,3). 1918 sayılı kanunun 25 ve 27 nci maddelerinden dolayı 12 mahkûmiyet kararı
vardır (%1,1).
6136
sayılı Kanunun 13 üncü maddesinden 53 (%4,7) ve 15’ inci maddesinden 12 (%1)
mahkûmiyet kararı verilmiştir.
Türk Ceza Kanununda yer alan suçlara gelince 274 üncü
maddeden 18 (%1,6), 404 üncü maddeden 23 (%2,1), 456 ncı maddeden 50 (%4,4),
459’uncu maddeden 36 (%3,2), 491’inci maddeden 38 (%3,4), 491/4 den 10 (%0,9),
492’nci maddeden 20 (1,8), 493 üncü maddeden 256 (%2,2), 565’inci maddeden 46 (%4,2), 567’nci
maddeden 11 (%1) mahkûmiyet kararı verildiği tespit edilmiştir.
Esas
mahkeme tarafından iki suçtan dolayı mahkûmiyet kararı verilen, 1918 sayılı
Kanunun 33 ve 49 ncu maddelerinden dolayı 4 (%0,3), 6136 sayılı Kanunun 13 üncü
maddesinden dolayı 9 (%0,8), 6136 sayılı Kanunun 15’inci maddesinden dolayı 4
(%0,4) hal vardır. Türk Ceza Kanununun 414’üncü maddesinden dolayı 5 (%0,4),
456’ncı maddeden dolayı 5 (%0,5) ve TCK’nın 572 nci maddesinden dolayı 14 (%1,3) halde mahkûmiyet kararı verilmiştir.
262. Hükmün Gerekçesi Tutanağa yazılmış mıdır? (soru formu 23.6);
tespitler: Hükmün gerekçesinin tutanağa yazılıp yazılmaması konusunda yapılan
incelemede 1117 dosyadan 806 sında % 72,1 hükmün gerekçesinin tutunağa
yazıldığı belirlenmiştir.
Değerlendirme:
Esas itibariyle mahkûmiyet, gerekçesi ile birlikte tutanağa geçirilmektedir.
Ancak, bizdeki uygulamada hüküm özeti zapta geçirilmekte, gerekçeli hüküm sonra
yazılıp dosyaya konulmaktadır. Gerekçeli hüküm dosyaya konulacağına göre, aynı
hükmün bütünü ile tutanağa da geçirilmesi beyhude zaman kaybını ifade eder.
63.
ÖNERİ: Yukarıdaki 63. Öneriye bakınız.
III. Kanunyolları:
263. Temyiz Kanunyolu: hüküm tarihi ile temyiz davasının açıldığı tarih
arasında geçen süre (F11 Tablosuna Bakınız) (soru formu 24):
Değerlendirme:
Hükümün verilişi ile temyiz davası açılışı arasında geçen ve en çok tekrarlanan
süreler özellikle Kartal bölgesinde yüksek olarak görülmekte, sonra Beyoğlu
gelmektedir. Bu durum, söz konusu mahkemelerin işlerinin çokluğu nedeniyle
hükümlerin tebliğinin gecikmesinden kaynaklanabilir. Ancak esas itibarile
sürelerin makul olduğu söylenmelidir.
264. Temyiz yoluna gidilmiş midir? (soru formu 24.1.a);
tespitler: Hükmün temyiz edilip edilmediği incelendiğinde, esas mahkemesi
tarafından verilen hükümlerden 135 inin (%11,9) temyiz edilmiş olduğu
belirlenmiştir. Ceza kararnamesi ve önödeme dışında kalan suçlarda 851 dosyadan
112 sinde (%13,2) temyiz davası açılmıştır.
Değerlendirme:
Hükümler aleyhine temyiz yoluna gidilmesi oranı düşük gözüküyor. Genel rakamlar
için ikinci kısım birinci bölüme bakınız.
Ancak,
incelenen dosyaların yaklaşık yarısı önödeme ve ceza kararnamesi ile son
bulduğu için, zaten temyiz söz konusu olmamıştır.
Bu
itibarla oran aslında %19,5 tur.
265. Hüküm temyiz edilmişse, kim tarafından temyiz edilmiştir? (soru formu 24.1.b); tespitler: Hükmü temyiz eden aktörün kim olduğu
araştırılmıştır.
Sanık
tararfından 1117 dosya üzerinden 103 dosyada hüküm temyiz edilmiştir.
Savcının
temyiz ettiği dava sayısı 1117 dosya içerisinde sadece 7’dir.
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 110/3 üncü maddesine göre üstsavcının hükmü temyiz
edip etmediği araştırılmışsa da 118 dosya içerisinde üst savcı tarafından
temyiz edilmiş bir dosyaya rastlanmamıştır.
Müdahil
tarafından temyiz edilen dosya sayısı 30’dur.
Suçun
ağırlığı nedeniyle yasa gereği otomatik olarak temyize tâbi olan suç 5 dosyada
görülmüştür.
Değerlendirme:
Temyiz eden sanık oranı % 14,75 dir (698 dosya üzerinden hesaplanınca).
Savcının temyiz etme oranı ise, çok düşük (gerçek oran: %1). Üst savcı
tarafından temyiz etme diye bir olaya rastlanmamıştır.
266. Temyiz sebebi olarak neler ileri sürülmüştür? (soru formu 24.2); tespitler: Temyiz sebebi olarak ileri sürülen
nedenler şunlardır:
CMUK
307 uyarınca genel olarak hukuka aykırılığın ileri sürüldüğü temyiz davası
sayısı 116’dır (%10,4).
CMUK
308’de öngörülen Kanuna mutlak muhalefet sebeplerinden birisi, sadece bir halde
ileri sürülmüştür (%0,1).
Hukuka
aykırılık sebebi olarak gösterilen hallerden önem arzeden ve sayı itibariyle
ağırlık kazanan 3 husus vardır. Bunlardan birincisi 647 sayılı kanunun 4 ve 6
ncı maddelerinin uygulanmasındaki hukuka aykırılıktır. Bu gerekçe 8 olayda
ileri sürülmüştür (%0,7).
İkinci
hal, ağır tahrikin uygulanmaması 4 olayda ileri sürülmüştür (%0,4). Genel
olarak 307’nci maddenin tek başına ileri sürüldüğü hal 5 dir.
66.- ÖNERİ: Temyiz sebepleri kriminolojik
araştırma açısından, hükmün ne bakımlardan kanuna aykırı olduğu iddiasını
belirler. Bizim usul sistemimizde kanuna aykırılık sebeplerini göstermek
mecburiyeti yoktur, “hükmü temyiz
ediyorum”, demek yeterlidir.
Oysa,
Almanya’da sebepleri göstermek mecburiyeti vardır. Bu iki sistem davanın
Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp çoğalması bakımından önemli neticeler
ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin mecburi olduğu hallerde, Yargıtay
incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya daha az başvurulur.
Yaptığımız araştırma, hukuka aykırılık
sebebi olarak gösterilen haller arasında başta gelenlerinin 647 sayılı kanunun
4 ve 6. maddelerinin uygulanmasındaki hatalara dayandığını ortaya koyuyor.
Tahrik sebebinin uyulanmamış olması ikinci ortak hukuka aykırılık sebebidir.
Bütün diğer hallerde yukarda açıkladığımız gibi, temyiz sebebi açıkca
belirlenmemektedir. O kadar ki, temyiz edilen dosya sayısı 133 olduğu halde,
temyiz layihası ancak 81 olayda verilmiştir. % 60 olayda temyiz layihası
verilmemiş yani temyiz sebepleri hiç gösterilmemiştir.
Almanya’da olduğu gibi, temyiz
sebeplerinin, temyiz davasında açıkça gösterilmesi ve sadece bunlar dolayısı
ile Yargıtay’ın inceleme yapması kabul edildiğinde bu hal, Yargıtay’a başvuruda ciddiyet
getirecek ve Yargıtayın da tesis maksadına uygun surette ve suratle faliyette
bulunmasını mümkün kılabilecek; ayrıca istinaf görevini yerine getirecek üst
mahkemeler teşkil edildiğinde dosyanın her yönü ile incelenmesi de mümkün
olacaktır.
267. Eski hale getirme talebi (soru formu 24.3);
tespitler: CMUK 311 uyarınca eski hale getirme talebi yapılıp yapılmadığı
araştırılmıştır. İncelenen 1117 dosya içerisinde eski hale getirme talebine
rastlanılmamıştır.
Değerlendirme:
Ülkemizdeki uygulamada bazı işlemlerin, eski hale getirme talebini haklı
gösterecek surette, zamanında yerine getirilmediği kuşkusuzdur. Ancak, böyle
bir kurumun varlığını bilmeyen vatandaşlarımızın bilgisizlik nedeniyle, bu
kurumdan yararlanamadıkları anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet ceza davasında adil
sonuçların elde edilmesi bakımından, mecburi müdafilik sisteminin kabulünü
gerektiren önemli bir işaret sayılmalıdır.
268. Temyiz
layihası verilmiş midir? (soru formu 24.4);
tespitler: Hükmü temyiz eden kişi tarafından CMUK 314 uyarınca temyiz layihası
81 olayda verilmiştir (%7,3).
66. ÖNERİ: Yukarıdaki 66. öneriye bakınız.
269. Temyiz talebi, hükmü veren mahkemece usulden reddedilmiş midir? (soru
formu 24.5); tespitler: Temyiz talebinin hükmü
veren mahkeme tarafından CMUK 315 uyarınca ön inceleme sonunda usulden
reddedildiği dava sayısı 10’dur (%0,9).
270. Temyiz
talebi Yargıtayca kabule şayan olmaması nedeniyle (CMUK 317) reddedilmiş midir?
(soru formu 24.6); tespitler: Esas mahkemesi
tarafından yapılan ön inceleme sonunda verilen temyiz davasının reddi kararına
itiraz edildiğine 1117 dosya içerisinde rastlanmamıştır.
67.- ÖNERİ: Temyiz şartları arasında
teminat yatırılması (depo parası) 1985’de kaldırılmıştır. Sebebi, depo
miktarının az oluşu, parayı yatırmak bakımından olan yorucu işlemler ve tutuklu
olanın, avukatı olmadığı hallerde bu işlemi gerçekleştirmesinin çok zor oluşu
idi. Aslında temyiz yoluna başvurulmasının, hakkında verilen hükmün hatalı
olduğuna inanan kişilerce yapılması ve böylece temyize gitmenin kötüye
kullanılmaması bakımından anlamlı bir teminatın yatırılması uygun olur. Malî
gücü olmayan sanığa adlî müzaherettan yardım edilmesi usulü de ayrıca
konulmalıdır.
Usulden red olayı düşük (10 olay (%1,4))
olsa da, yine de yukarıda arz olunduğu gibi, hakkın kayba uğramaması ve adil
sonuca varılması için, müdafi zaruretine işaret eden bir kayba telakki
edilmelidir.
Temyiz davasının reddi kararına hiç itiraz
edilmemesi de, yukarıda açıklanan düşünceyi doğrulamaktadır.
Yargıtayın, yaptığı ön inceleme sonunda 14
olayda (%2) davayı şekil yönünden red ettiği anlaşılıyor. Aynı düşünceler
geçerlidir.
Burada ayrıca esas mahkemesinin bu
inceleme görevini iyi yapmadığı da anlaşılmaktadır. İncelemenin iyi yapılmaması
dolayısı ile, en azından 14 olayda dava 6 ay gecikmiş
olmaktadır.
271. Yargıtayda duruşma yapılmış mıdır? (soru formu 24.7);
tespitler: CMUK 318’nci maddesi Yargıtayda duruşma yapılmasına izin
vermektedir. İncelediğimiz 118 dosyadan 6 sı (%0,5) Yargıtayda duruşmalı olarak
görülmüştür.
68.- ÖNERİ: Yargıtayda duruşmanın, davanın
sonuca bağlanmasını uzatmaktan başka bir etkisini kabul etmek mümkün değildir.
Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka aykırılığı tespit etmekle görevli bir
kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden delil ikâme edilemeyeceğine göre, şifahî
izahat verilmesi hâkimleri psikolojik bakımdan etkilemek dışında bir anlam
taşıyamaz. Bu ise doğru değildir. Kaldı ki, mürafaayı adalet gerektiriyorsa, o
zaman hükümlerin hepsi bakımından mürafaayı kabul etmek gerekir. Davaların
lüzumsuz olarak uzanmasından başka bir sonuç vermesi düşünülemiyecek olan bu
usulden vazgeçilmesi, en azından Yargıtay’da kurumsal bekleme süresini
azaltacaktır. Bu bakımdan, Yargıtaya layiha verecek olan avukatların belirli
bir tecrübeyi sahip olanlardan seçilmeleri uygun mütalaa edilmiştir (Almanya,
Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi). Yargıtay üyelerimiz, mürafaadan
hoşlanmakta ve kaldırılması önerisini kabul etmemektedirler. Bu nedenle yeni
CMUK tasarısı da mürafaayı muhafaza etmiştir.
272. Yargıtay esas hakkında hangi kararı vermiştir? (soru formu 24.8.a); tespitler:
Yargıtayın temyiz davasının esası hakkında verdiği kararlar incelenmiştir.
1117 dosyadan 99 olayda (%8,8) esastan red (onama), 24 olayda (%2,2) bozma
kararı verilmiş, iki halde ise Yargıtay davanın esası hakkındaki kararı kendisi
vermiştir (%0,2). Önödeme ve ceza kararnamesi dışında kalan 851 dosyadan 86
sında Yargıtay davayı esastan reddetmiş (hükmü onamış) (%10,2), 24 ünde ise
(%2,8) bozma kararı vermiştir.
Yukarıda
arzedilen rakam ve oranlar dikkati çekicidir. Bu araştırmanın 38 numaralı
paragrafında kanunyoluna başvurmada bozma neticesi elde edilemediğinde,
başarısız bir işlem gerçekleştirildiği ve bunun bir gecikme sebebi olarak
değerlendirileceği ifade edilmiştir.
İncelememize
göre, Yargıtaya başvurulan 135 olayda verilen hükümlerden 99 unun red olunduğu
(yani esas mahkemesi kararının onandığı) görülüyor. Bu keyfiyet açık ve seçik
olarak temyiz yolunun suistimalle kullanıldığını ve bu yolla kesin hükme
varmanın önemli ölçüde geciktirildiğini göstermektedir.
38
numarada da açıklandığı gibi başarısız kanunyoluna başvuruma, olayın kesin
sonuca ulaştırılması süresini önemli derecede artıran bir sebeptir (Başarısız
temyiz yoluna başvurma bakımından Birinci Kısıma bakınız).
273. Temyiz davasının açıldığı tarih ile Yargıtayın esas hakkındaki kararını
verdiği tarih arasında geçen süre (soru formu 24.8.b):
a)
Ağır cezalı işlerde: İnceleme kapsamına giren 96 dosya içinden 65 inde (%67,8)
bu konuda veri yoktur. Geri kalan temyiz edilmiş olan dosyalarda süre 41 gün
ile 499 gün arasında değişmektedir. Gün
sayısı belli
bir şekilde yoğunlaşmış değildir. 1 olayda (%0,5) 119 gün, 1 olayda (%0,6) 138
gün ve bir olayda (%0,7) 267 gün süre tespit edilmiştir.
b)
Asliye ceza işlerinde: İnceleme alanımıza giren 717 dosyadan 651 inde (%90,8)
hükmün temyiz edilmediği anlaşılmıştır. Temyiz edilen 66 dosya vardır. 717
dosya üzerinden yapılan hesaplamada 64 gün ile 372 gün arasında süreler
ölçülmüştür: 2 olayda 64 (%0,3), 4 olayda (%0,5) 113, 4 olayda (%0,5) 213, 5 olayda (%0,7) 223, 4 olayda (%0,5) 266 ve 2 olayda
(%0,2) 372 gün süre geçmiştir.
c)
Sulh ceza işlerinde: İnceleme konusunu teşkil eden 305 dosya vardır. 287
dosyada temyize gidilmemiştir (%94). Temyiz edilen 18 dosya arasından 56 gün
ile 528 gün arasında değişen süreler tespit edilmiştir.
Değerlendirme:
Yukarıdaki sayılar olayın çözüme bağlanması süresi bakımından esas gecikmenin
Yargıtay’da olduğunu göstermektedir. Gerçi geçen yıllara göre halen, Yargıtay
daire sayısının artırılmasının da etkisile, Yargıtay’da inceleme süresi
azalmıştır. Ancak sürenin böylece azaltılmasının adaletin niteliğine olan
etkisi üzerinde durmak zorunu vardır.
274. Yargıtayın özel dairesinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının itiraz edip etmediği? (soru formu 24.8.c);
tespitler: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki karara itiraz
ettiğine ilişkin hale incelediğimiz dosyalar arasında rastlanmamıştır.
Değerlendirme:
798 TCK’daki suç esas alındığında temyiz edilen 135 dosyadan 99’u (%73) onama,
24 ü (%17) bozma, 2 si (%1,1) esas hakkında karar vermiştir. İncelenen
dosyalardaki onama oranı yüksektir. %17 bozma makul bir rakam sayılmalıdır. Yabancı
ülkelerle mukayese için
38 no’daki rakamlara
bakınız.
275. Yargıtay bozma kararı vermiş ise bozma sebebi olarak ne göstermiştir?
(soru formu 24.9.a); tespitler: Bozma kararı
verildiği hallerde Yargıtay bozma sebebi olarak değişik nedenler
kullanmaktadır. Sebepler olayların niteliğine göre çok değişiktir. Ancak, iki
sebep dikkati çekicidir.
1)
Hukuka aykırı delil. Bu sebeple hükmün bozulmuş olması, Türk hukuku bakımından
önemlidir.
2)
Önödemenin yapılmamış olması, bozma sebebi yapılmıştır. Gerçi rakam küçüktür,
fakat önödeme gibi amacı, ihtilafı derhal bitirmek ve mahkemelerin yükünü
temelden azaltmak olan bir kurumun, savcılık ve mahkeme aşamalarında uygulanmamış
olması ve böylece gereksiz yere mahkemenin ve sonunda Yargıtay’ın yani sistemin
bütün parçalarının işgal edilmiş olması, sistemin işleyişi yönünden önemli bir
kusur sayılmalıdır.
276. Bozmadan sonra dosya aynı mahkemeye mi, başka mahkemeye mi gönderilmiştir?
(soru formu 24.9.b); tespitler: Bozmadan sonra
dosyanın başka mahkemeye gönderilmesi kanuna göre mümkündür. Ancak
incelediğimiz 1117 dosya içerisinde bozmadan sonra başka mahkemeye gönderilen
dosyaya rastlanmamıştır.
Değerlendirme:
Türkiye’de, ilke olarak bozmadan sonra dosya başka bir mahkemeye
gönderilmemektedir. Netekim araştırmamızda da, 1117 dosyada böyle bir karara
rastlanmamıştır. Bozma üzerine dosyanın esas kararı veren mahkemeye
gönderilmesi, çeşitli
yönlerden uygundur. Başka mahkemeye gönderme istisnai ve zaruri hallerde
kabul edilmelidir. Ancak dosyanın başka bir mahkemeye gönderilmesinde, adaletin
tecellisi bakımından yarar da olabilir. İnsan psikolojisi gereği hukuken
bozulmuş olan mahkemenin verdiği kararı savunma eğiliminin etkisine
girebileceği de düşünülebilir .
277. Ceza Genel Kuruluna giden işler (soru formu 24.9.c);
tespitler: Ceza Genel Kuruluna giden bir
dosya tespit edilmiştir.
278. Olağanüstü Kanunyolları (soru formu 25); tespitler: İncelediğimiz
1117 dosya içerisinde olağanüstü kanunyoluna götürülen dosya sayısı 4 dür
(%0,4); yazılı emir yolunun bir olayda uygulandığı tespit edilmiştir.
279. Suçun işlendiği tarih ile hükmün kesinleştiği tarih arasında geçen süre
(olayın kesin sonuca ulaştırılması süresi) (F12 Tablosuna Bakınız) (soru formu
26):
a)
Ağır ceza mahkemeleri: İncelenen 96 ağır ceza dosyasından 8 inde (%8,3) bu
konuda bilgi mevcut değildir. Geri kalan 88 dosyadaki süreler 37 gün ile 2268
gün arasında değişmektedir. Süreler çok dağınık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Herhangi bir gün üzerinde yoğunlaşma yoktur.
b)
Asliye ceza mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde incelenen 717 dosyadan 50
sinde (%6,9) bu konuda bilgi mevcut değildir. 2 gün ile 2318 gün arasında
değişen süreler vardır. 1 olayda 2 gün, 4 olayda 43 gün, 5
olayda 68 gün, 5 olayda 109 gün, 7 olayda 134 gün, 9 olayda 168 gün, 5 olayda
379 gün, 5 olayda 496 gün, 7 olayda 752 gün, 7 olayda 1038 gün, 4 olayda 1881
gün ve 4 olayda 2318 gün süre tespit edilmiştir.
c)
Sulh ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya içinden 28 inde
(%9,2) bu konuda bilgi yoktur. İncelenen 277 dosyada 11 gün ile 1846 gün arasında değişen
süreler vardır. 2 olayda 11 gün, 2 olayda 69 gün, 3 olayda 74 gün , 4 olayda 95 gün, 2 olayda 157 gün, 3 olayda 164 gün, 2
olayda 270 gün, 2 olayda 341 gün, 1 olayda 824 gün ve 1 olayda 1823 gün süre
tespit edilmiştir.
Değerlendirme:
Türkiye’de ceza davalarını kesin sonuca ulaştırma süreleri uzundur. Makul süre
geniş ölçüde aşılmaktadır
Özellikle
sulh ceza mahkemesinin yetkisine giren işlerde sürenin ortalama 232 gün olması,
toplumsal sükunun temininde cezanın işlevini hemen
tamamen ortadan kaldırıcı niteliktedir.
Kanaatimizce
süreler bakımından değerlendirmede asgari ve azami sürelerin önemle ele
alınması uygundur. Değerlendirme bakımından Mean’nin, yoksa Mode’un gözönüne alınması gerekeceği
hususu, amaca göre değişiktir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ölçüt
olarak kullandığı “makul” sürenin ne olduğunu tayin bakımından “mode” tercih
edilecek bir ölçü olabilir yani, Mode’u aşan süreleri makul süreyi aşan süre
olarak ifade edebilmek mümkün olabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
HAKİMLERLE YAPILAN
TOPLANTIDA
AÇIKLANAN
ÖNERİLER
Ceza
adalet sistemi aslında bir hizmet teşkilatıdır. Bu hizmetten yararlananlar,
başka bir ifade ile bu hizmetin müşterileri suçlular ve mağdurlardır.
Yaptığımız araştırmanın temel konusu söz konusu hizmetin nasıl verildiği,
işlediği ve bir kelime ile, ne derecede etkin
faaliyette bulunulduğudur. Belirtilen tesbitin yapılmasında
bizzat hizmet verenlerin görüşlerinin de saptanması elbetteki, zorunlu idi.
Kaldı ki, bu araştırmanın birinci kısmında da belirttiğimiz gibi, sistemin
sakıncalarını meydana çıkarmak, dar boğazları gidermek, böylece nitelikli ve
süratli bir adalete ulaşabilmek amacile bir sistemin aktörlerinin belirli
aralıklarla bir araya gelip, ortak konuları tartışmaları, son derecede yararlı
olur.
İşte
biz de, hukuk bilimcisi kriminolog olarak, konumuz itibarile hâkimlerle
biraraya gelmeyi ve meseleleri tartışmayı adıgeçenlerin tesbit ve önerilerini
belirlemeyi uygun saydık. Hâkimler beyanlarında aşağıdaki tesbitleri yapmışlar
ve önerileri sunmuşlardır.
280. Hâkimler sanığın
celbedilerek mahkemede hazır bulundurulmasının güçlüğüne özellikle değinmişler
ve hazırlık soruşturmasında şüphelinin ifadesi alınmadan dava açılmamasını ve
fakat dava açıldıktan sonra sanığın belirlenen adresine yapılan davete icabet
etmemesi halinde gıyabındaki delillerle duruşma yapılarak yargılanacağı
şeklinde bir kaydın davetiyeye konulmasını ve davaya devam olunmasını teklif
etmişlerdir.
281. Hazırlık
soruşturmasının gerekli önemle yapılmadığı ve buna dayanarak dava açıldığı
hususunda, hâkimler oybirliği içinde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak da, savcıların bir yılda
gelen dosyaların yüzde doksanbeşini çıkarmak zorunda olmalarını
göstermişlerdir. Bu oranda iş çıkarılmadığında savcının terfi edemediğini, bu
durum karşısında sadece elinde olanla dava açmayı tercih ettiğini
belirtmişlerdir.
282. Hazırlık soruşturması
sonucu düzenlenen iddianamenin gerekli unsurları, şartları ve delilleri
kapsamaması halinde hâkime iddianameyi red yetkisinin verilmesi önerilmiştir.
283. Bilirkişilik
kurumu mutlaka çeşitli bakımlardan disiplin altına alınmalıdır.
284. Tarafımızdan bazı
merkezlerde belirli mahkemelerin seçilerek, CMUK’nun tam belirttiği şekilde
çalışması yani savcılık tahkikatının tam yapılarak sunulması ve kovuşturmanın
kanunun ruhuna uygun olarak bir oturumda bitirilmesini sağlayacak surette
örgütlenilmesinin ve bunun bir tür deneme olarak gerçekleştirilmesi hususunda
sunulan teklif hâkimlerce itibar görmemiştir.
285. Hazırlık
soruşturmasının, iyi şekilde icrası için, savcıların bölgelerindeki
karakollarda adlî hizmetleri gören polisleri zaman zaman toplayıp görüşmeleri
ve böylece polisin eğitilmesi önerilmiştir.
286. Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunumuzun tam olarak orjinaline uygun hale getirilmesi temenni edilmiş,
savcının iddianamesini vermesinden sonra, iddianamenin mahkeme tarafından
kontrol edilmesi, gözden geçirilmesi ve gerektiğnide reddi teklif edilmiştir.
287. Olayı tahkik eden
savcının, sonsoruşturma aşamasında da iddia makamının işgal etmesi, bu suretle
davaların vukufla takib olunacağı, davada savcının değişmesinin adaletin
tecellisine zarar verebileceği beyan edilmiştir.
288. Adalet hizmetinin
verilmesinde işlerin sağlıklı yürüyebilmesinin, hâkimin mesleğine olan bağlılığı ile orantılı bulunduğu
ifade edilmiş ve bu bakımdan Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun teşekkülü
bakımından eleştiriler öne sürülmüştür.
289. Hazırlık
soruşturmasının noksan yapılmasının savcı sayısının azlığına bağlı olduğu ifade
edilmiştir.
290. Davaların gecikmesinde
avukatların önemli rol oynadıkları ve etki yaptıkları açıklanmıştır. Özellikle
İstanbul’da adalet dairelerinin şehrin dört bir tarafına dağılmış bulunması
dolayısı ile, avukatların sürekli olarak mazeret
beyanında bulundukları belirtilmiş ve Ankara’da olduğu gibi, mahkemelerin bir
araya getirilmesi temenni edilmiştir
291. Hâkimlerin tümünün
müttefik oldukları bir husus sistemin dekriminalizasyon, diversion yolları ile
ve idarî para cezalarının artırılması suretile boşaltılmasının zorunlu
olduğudur. Buna misal olmak üzere, Ceza Kanunumuzdaki gıda maddelerinin
tağşişine, orman suçlarına, mal beyanına aykırı eylemlere, bir kısım vergi
cezalarına ilişkin öneriler sunulmuştur.
292. Adlî işlerin
yürütülmesinde kırtasiyeciliğin ortadan kaldırılmasını sağlayacak tedbirlerin
mutlaka bulunması tavsiye edilmiştir. Sözgelimi mahkeme tebligatının savcılık
yolu ile gönderilmesinin anlaşılamadığı, Adlîyede kurulacak bir işlemler bürosu
ile, bu işletmecilik kusurunun giderilebileceği
açıklanmıştır.
293. Adlîyede tümile
otomasyona geçilmesi ve hatta İstanbul gibi merkezlerde savcılık - karakol -
bilgisayar bağlantısının yapılması bütün hâkimlerce önerilmiştir. Bilgisayara
geçilmesi ortak temennidir.
294. Süratli adaletin
gereği kabul edilmekle beraber, adaletin ne olursa olsun, surate feda
edilemeyeceği, ortak görüş olarak arzedilmiştir.
295. Davanın gecikmesinin
temel sebeplerinden birisi, Türkiye’de tebligat zorluklarıdır. Kişilerin adreslerinin belli
olmaması tebligatın bozan aylarca sürmesine neden olmaktadır. Bunun çok önemli
bir sonucu, zamanaşımı ile davanın düşmesidir. Türkiye’de 1994 yılında 302.000
dava zamanaşımı ile
düşmüştür. Bunun anlamı sistemin amacına ulaştıramadığıdır.
296. Üzerinde durulan
önemli bir konu da istinaftır. İşlerin bir kısmının istinafla bitirileceği ve
böylece Yargıtay’ın da asıl görevini yapar hale geleceği belirtilmiştir. (Yeni
CMUK tasarısı bu yolu açmış bulunuyor.)
297. Savcıların aşırı bir
iş yükü altında boğuldukları açıklanmıştır.
298. Mahkemelerin araç -
gereç noksanından, hâkimlerin konforsuz yerlerde ve odalarda çalışmak
mecburiyetinde kaldıklarından şikâyet edilmiş ve siyasi iktidarların adlîyeye
yeterli miktarda tahsisat ayırmadıkları, sürekli ödenek sıkıntısının varolduğu,
resmi gazetenin bile mahkemelere gönderilmediği, ortak bir şikâyet konusu
olarak ifade ediliştir.
299. Türkiye’de hâkim
açığının mevcut bulunduğu ifade edilmiş ve fakat bunun abartıldığı derecede
olmadığı, aslında Türkiye’de iş yüküne uyarlı hâkim dağılımına yer verilmediği
belirtilmiştir. Sözgelimi her ilçe teşkilatında bir adlîyenin kurulmasından
vazgeçmek, adlîyenin dört başı mamur olarak kurulması gerektiği, çapaçul
binalarda adlîye kurulmasının adaleti ayaklar altına alma anlamına geleceği
belirtilmiştir.
300. Hâkimler tarafından
özellikle üzerinde durulan önemli bir konu da, duruşmalarda zabıtların daktilo
marifetile tutulmasıdır. Bu uygulama medeni ülkelerde artık ortadan
kaldırılmıştır. Zaptın medeni ülkelerde olduğu gibi steno veya video kasetler marifetile tesbiti usulüne geçilebilse
duruşma süreleri en azından üçte bire inecek, zabıtlar bugünkü kötü durumundan
kurtulacak ve zapta sürekli yapılan itirazlar da keza ortadan kalkacaktır.
Ancak bu hususta uzmanlar yetiştirmek şarttır. Bizim uygulamamız bu çağda çok
ilkeldir. Teklif olunan usul, uygulamaya konulabilse ilgililerin zabıt
kastlerini almaları da mümkün hale gelecek ve büyük bir gelir kaynağı elde elde
edilmiş olacaktır. Bugünkü sistemde zabıtların tutulmasında bir takım yeni
usullerin uygulanmasile zamandan tasarufun sağlanması mümkün olabilir
301. Öne sürülen ve önemle
vurgulanan diğer bir öneri de, ceza kararrnamesinin kapsamının genişletilmesi
ve asliye cezada görülen bazı davaları da kapsamasıdır. Karşılıksız çek davalarının bu
usulle sonuçlandırılması da önerilmiştir. Japon uygulamasında ceza kararnamesi
aracı ile belirtilen dava oranının %52 olduğu açıklanmıştır. Ancak bu öneri ile
birlikte gözönüne alınması gerekli husus, bir kere kanuna hürriyeti bağlayıcı
ceza yerine daha çok para cezası koymak ve suçları nevi itibarile
belirlemektir. Hâkimler 2966 sayılı kanun hükümlerinin, mühür bozma suçlarının,
görevi ihmal ve suistimal suçlarının CMUK’da gösterilen bir kısım suçların,
ihkakı hak suçunun ceza kararnamesi kapsamına alınabileceğini ifade
etmişlerdir.
Tüm
kabahat suçlarının da bu kapsam içine alınması, bazı vergi suçları, sözgelimi,
fiş kesme sorunu gibi olayların ceza kararnamesi kapsamında mütalaası öne
sürülmüştür.
302. Memurin Muhakemat
Kanununun tüm olayı sonuca bağlama süresini çok uzattığı, dosyanın mahkemeye
iki yıldan önce gelmediği ifade edilmiş, bunu önlemenin bir çaresinin ilk merci
kararlarına itirazın kaldırılması olduğu beyan edilmiştir. (Bu kanunun şimdi
yürürlükten kaldırılmış olduğu bilinmektedir).
303. Sayın hâkimler en
ziyade sanık ve tanığın duruşmaya gelmemesinden şikâyet etmişlerdir. DGM’de görevli hâkimler bazı sanıkların
tutukevinden alınarak mahkemeye getirilemediğini açıklamışlardır.
Mahkemenin
ihzar yetkisine rağmen kesilen müzekkerelerin sanık veya tanığın bulunmaması
sebebile infaz edilemediğini, ülkede bir ikamet yasası bulunmaması sebebile,
söz konusu suçluluğun ortaya çıktığını vurgulamışlardır. Yabancı ülkelerden
Türkiye’ye gelen talimatların, %90’ının bu sebeple yerine getiremediği ifade
edilmiştir. Bizde belirli bir adresi olmayan kişilerin yurt dışında mı, yurt
içinde mi olduğunun tesbit edilemediği, kanunlarımıza göre, yer değiştiren
kişinin bunu bildirme yükümlülüğü olduğu halde fiilen çok kişinin bunu
yapmadığı ve bir müeyyideye de muhatap bulunmadıkları açıklanmıştır. Dolayısile
metrukiyete uğramış görünen bu kanunun müeyyideye bağlanması ve uygulanması
temenni edilmiştir.
Bu
sakıncaları gidermek bakımından polisle muhtarlar arasında devamlı ilişki
kurulmasının uygun olacağı ve hatta nüfusu 1000.000 den fazla olan şehirlerde
polise bildirim mükellefiyetinin konulması istenmiştir. Gerçekten, polisin
hüviyet sorma yetkisi artırılırsa adaletin de elinin ayağının oynar hale
geleceği ifade edilmiştir. Kararlarını ve taleplerini yerine getiremeyen bir
hâkimin dosyasının
ister istemez uykuya dalacağı ifade edilmiştir.
Ayrıca
tanıklar bakımından özendirici, bir takım tedbirler alınabileceği belirtilmiş
ve PTT’ye tebligat konusunda eğitimsel müdahalelerde bulunulması gerektiği
açıklanmıştır.
304. Bazı
hâkimler davaların uzamasında hâkimin inançlarının da müessir olduğunu
açıklamışlardır: Hâkimin verdiği kararın bozulmamasını sağlamak amacıile, belki
de lüzumsuz bir takım işlere giriştiği ve açık - seçik olan hususların bile bu
sebeple belgeye bağlanmasına çalışıldığı, yargının büyük oranda
mantıksızlıklarla uğraştığı, meselâ üst üste mazeret dilekçesi veren
avukatların, müdafaaları alınmadı, kısıtlandı diye kararın bozulduğu ifade
edilmiş, hatta bazı hâkimler Yargıtay uygulamaları karşısında takdir haklarının
söz konusu olmadığını belirtmişlerdir. Bir hâkim, karar yazdırırken “ödünün koptuğunu”,
söylemiştir.
305. Bir hâkim, Ceza
mevzuatının bu günkü halinin bilirkişiye başvurmayı zorunlu hale getirdiğini,
sözgelimi üç celsedir, çalınan şeyin
değerinin tayini için uğraşıldığını, oysa Yargıtay kararlarının hâkimin bir
telefon etmek suretile tesbit edebileceği değeri dahi bilirkişi ile tayin
ettirmeyi gerekli kıldığını açıklamıştır. Bu arada her işin Yargıtaya
gitmesinin anlaşılır olmadığı ifade edilmiştir.
306. Temenni ve öneriler
açıklanırken, özellikle cezaların birbirine bağlı olduğu, çok yerinde olarak
ifade edilmiştir.
307. Büyük sıkıntının
sanığın dinlenememesinden doğduğu üzerinde ittifak vardır. Tutukluların bile
getirilip ifadelerinin alınamaması sebebile davaların hâkimlerin elinde
kaldığından şikâyet edilmiştir. Bugün bir buçuk yıldan beri duruşmaya
getirilemeyen sanıkların bulunduğu belirtilmiştir. Bu gibi hallerde bazı
hâkimlerin sanığa telgraf göndererek kendi isteği ile duruşmaya gelmediğini,
esas hakkında mütalanın gönderildiğini, mazereti yoksa gelmediğinde yokluğunda
karar verileceğinin bildirildiğini ve Yargıtay’ın da bu uygulamayı kabul
ettiğini, ancak ilk sorgunun yapılamamış olmasına çare bulunamadığı
açıklanmıştır.
(Araştırmacıların
notu:) Medya’nın etkisiyle, genel kollukta ve cezaevi içindeki kollukta bir
ürkekliğin ve yılgınlığın teşekkül ettiği, herkesin olay çıkmasından ve bunun
sonucu olarak sorumluluktan korkar hale geldiği, bir gerçek olarak, ortaya
çıkmış bulunuyor. Sanığın mutlaka getirilmesi, aksi takdirde görevi ihmalden
sorumlu olacağı hakkındaki mahkeme tezkeresine bir cezaevi müdürünün şu suretle
cevap verdiği açıklanmıştır: “siz kaloriferli yerde oturuyorsunuz, emrime bir
tabur asker, bir adet ambülans verin, şu kadar da kanı
hazır edin, ondan sonra bu sanığı içerden alıp size getireyim”.
Hâkimler
bu gibi hallerde gelmeyene eski ifadesi ile iktifa edileceğini bildirmek
yetkisini talep etmektedirler.
308. 3167 sayılı Çek
Kanunundan doğan problemler hâkimlerin ortak şikâyet konusudur. Bu davaların
azalmasının Kanuna aykırı çek kullanılmasını önlemek ile mümkün olacağı ifade
edilmiş ve aşağıdaki teklifler yapılmıştır.
a)
Bankalar çek karnelerini belirli
bir tahkikat yaptıktan sonra, güvenilir kişilere vermelidirler.
b)
Çek karnesi alınırken teminat
gösterilmesi şartı konulmalıdır.
c)
Bugün çek karşılıksız çıktığında,
bankanın ödeyeceği miktar çok düşecektir. Bu miktar esaslı surette
artırılmalıdır.
d)
Çekin şahsi dava konusu olması
uygun olacaktır. Bu suretle, takib edilmeyen davalar, ortadan kalkacak 7,5 sene
zamanaşımını beklemek sözkonusu olmayacaktır.
309. Ekonomik suçlarda
ekonomik müeyyidenin uygulanması esası güçlendirilmeli ve bu suçlara bakacak
hâkim ve savcıların uzmanlık kazanması sağlanmalıdır. Özellikle 1918 sayılı
kanun üzerinde durulmuş ve toplu kaçakçılık ile teşekül arasındaki kıl payı
fark nedeni ile davaların uzadığı, bu bakımdan kanunun bütünü ile gözden
geçirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
310. Mahkemenin ara
kararlarının infazında en büyük güçlüğün yeterli miktarda görevli polis
bulunmamasından kaynaklandığı ortak görüştür. Bir hâkim 150 infazı üç polis
memurunun yerine getirmeye çalıştığını açıklamıştır.
311. Zamanaşımı konusunda
birbirine zıt iki görüş belirtilmiştir. Bazı hâkimler zamanaşımını kesen
sebeplerin çoğaltılmasını ve her duruşma celsesinin zamanaşımını kesmesini
istemişlerdir. Diğer bir kısım hâkimler ise zamanaşımını kesen sebeplerin
kaldırılmasını ve davanın zamanaşımı süresi içinde gerçekleşmesini
önermişlerdir. Böylece davaların süratle sonuçlandırılması bakımından yeni bir
güdülenme yaratılmış olacaktır.
312. Mahkemelerin araç -
gereç noksanı, bütçeden adlîyeye ayrılmış olan tahsisatın azlığı, hâkimlerin
konforsuz şartlar içinde çalışmaları, RG’nin dahi gelmemesi İstanbul’da adlîye
binalarının dağınık halde bulunması çok şikâyet edilen hususlardır.
313. Mevzuatımıza göre, Asliye ve Ağırcezaların
görev ayırımlarında piramidin normal şeklinin bozulduğu, sulh cezalarda işlerin
fazla olması gerektiği halde, bu mahkemelerin çok rahat oldukları ve işlerin
gereksiz yere asliye cezada yoğunlaştığı ifade edilmiştir. Düzeltme, kanun
değişikliği ile gerçekleştirilmelidir.
314. Adalet bir nevi hizmet
sektörü olduğuna göre, müşterisi olan halkın güvenini kazanmalıdır. Böyle
olunca, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini, mal ve can güvenliklerini
koruma altına alan bir yargı sistemi karşılığında ceza adaletinin etkinliğinden
söz edilebilir. Oysa müşterilerde bu tatmin duygusunun yaygın olduğu
söylenemez. Bunun için gerekli olan herşey yapılmalıdır.
315. Öne sürelen
tekliflerden birisi de, adlîyenin etkin çalışabilmesinin diğer Devlet
kurumlarının çalışmalarına bağlı olduğuna göre, adlî kararların yerine
getirilmesi hususundaki ihmalin cezalarının artırılmasıdır.
316. Adlîye hizmeti hâkim,
savcı kolluk iş bölümü halinde etkin olur. Bu sebeple, bilim adamlarının da
iştirakile sistemin problemleri üzerinde ortak toplantılar, belirli aralıklarla
yapılmalıdır.
Senenin
belirli günlerinde hâkimler akademesinde hâkim ve savcılar toplanmalı ve hukuk
konularını tartışmalıdırlar.
Bu
toplantılarda özeleştiriler yapılmalıdır. Yeniden eğitim ihtiyacı da böylece
karşılanmalıdır.
317. Mahkemeler yardımcı
hâkim kullanılması, özellikle büyük şehirlerde hem nitelikli adalete ve hem de
sürate katkı yapacaktır. Bazı hâkimler sözgelimi bilirkişiye verilen görev
bakımından dosyayı okuyamadıkları için, yönlendirme yapamadıklarını ve bu
yüzden tuhaf raporların geldiğini ifade etmişlerdir. Yardımcı hâkimler bu
konuda faydalı olabilir.
318. Adlî sicil TCK 81
maddedenin aradığı anlamda kayıtları içermemektedir. Bu hal davaların
uzamasının temel sebeplerinden birisidir. Bu hususta gerekli hüküm değişikliği
derhal yapılmalıdır.
319. Kanunların açık -
seçik, suçların unsurlarını duraksamalara neden olmayacak biçinde belirtilmesi
zorunludur. Suçta ve cezada kanunulik de bunu gerektirmektedir. Bu sebeple
kanunları adeta Yargıtay yapmakta ve bozulan veriler işlerin makul sürede
sonuca ulaştırılmasını engellemektedir.
320. Yargılama giderleri
akıl almayacak derecede azdır. Yargılamanın Devlete yüklediği giderlerin onda
biri bile alınamamaktadır. Ayrıca Ceza Usul Kanunu bütünü ile elden
geçirilmelidir.
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM: SONUÇ
ARAŞTIRMACILARIN ÖNERİLERİ
Eserimizin
girişinde ceza adalet sisteminin dört işlevi yerine getiren yapısal unsurlardan
oluşmuş interkonnekte bir sistemi oluşturduğunu açıklamıştık: a) Araştırma, b) takip veya itham (iddia), c) savunma ve d)
yargılama, hüküm verme, e) verilen karar ve hükümleri denetleme, f) infaz
işlevleri ceza adalet sisteminin işleyişinde altı ayrı yapı unsuru tarafından
yerine getirilir.
Aslında
bu yapısal unsurlar da sistem içinde yer alan alt sistemlerdir. Sözkonusu alt
sistemlerin, bütün toplumsal sistemlerde olduğu gibi, üç unsurdan oluştuğunu
belirtelim: Bunlar; normlar, kişiler (aktörler) ve araç-gereçlerdir. Bu üç
unsurun sistemin, ilgili yapısına ilişkin işlevlerle orantılı biçimde
geliştirilmiş bulunmalıdırlar; gelişmenin mutlaka dengeli olması şarttır.
Sözgelimi, araştırma fonksiyonunu yerine getiren kolluğun mensupları ne kadar
iyi yetiştirilmiş olurlarsa olsunlar, işlemlerini düzenleyen normlar,
araç-gereçler aynı oranda geliştirilmemişse, işlevler gereğince yerine
getirilmek şöyle dursun, sistemin bütünüyle çözülüp, desorganize olması
olasılığı ortaya çıkar.
Bu
girişten sonra sistmin yapı unsurlarını teker teker ele alıp gerekli gördüğümüz
tesbit ve önerileri aşağıda arz etmeyi uygun sayıyoruz. Bunu yaparken, anket
sonuçlarından çıkardığımız netice ve bunlara bağlı önerileri burada tekrar ele
alarak sentezleştirmeye çalışacağız.
Yukarıda
ki bahislerde, Türk ceza adalet sistemi üzerinde analizler yaparken, sistemin
bütünü ile uygun tarzda çalışmasını engelleyen noksanlara, dengesizliklere
işaret edilmiştir. Bu kısımda, sözkonusu sakıncaların ne suretle ve hangi
bakımlardan düzeltilerek bu enterkonnekte sistemin
dengeli biçimde işlemesi için nelerin yapılması gerektiğini açıklayacağız ve
altı ayrı işlevi yerine getiren yapısal unsurları; yani normlar, aktörler ve
araç-gereç bakımından dar boğazları gidermeye olanak verecek hususları ayrı
ayrı belirteceğiz.
A. Araştırma Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz
321. Kolluk Alt Kültürü,
Eğitim: Jandarma ve Polisin meslek içinde edindiği alt kültür, işlemlerini ve
araştırmalarını doğrudan doğruya etkiler. Bu kültürü, “insan haklarını” bir
yapı taşı olarak yerleştirecek şekilde yeni eğitim programları uygulayarak
geliştirmelidir. Kolluğun ve özellikle polisin genel bilgi düzeyinin ayrıca çok
önemli olduğunu vurgulayalım. Bu nedenle polis okullarının büyük şehirlerde
toplanması ile polis memurlarının genel bilgi düzeylerinin yükseltilmesi
bakımından yeni olanakların gelişirilmesi zorununu özellikle vurgulamak isteriz.
Türkiye’de
polis ve jandarmanın yetiştirilmesinde eğitim süresinin kısa tutulduğu ve ders
programlarının yukarıda belirtilen ihtiyaca tam anlamı ile cevap vermediği
görülmektedir. Bu nedenle, Polis ve Jandarma Okullarının ve Polis Akademisinin
eğitim süreci ve ders müfredatları yeniden gözden geçirilmelidir. Müfredat
konusunda ön hazırlık olarak, Federal Almanya’da polis eğtiminde uygulanan
müfredat temin edilmiş ve Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Dairesine bu konuda
bir teklif sunulmuştur. Polisin etkin bir şekilde çalışabilmesini sağlamak
için, ağır nitelikteki suçları işleyen kişileri teşhis edecek ve
yakalayabilecek bilgilerle donatılması sağlanmalı ve örneğin toplanma ve
gösteri yürüyüşü hakları, ifade özgürlüğü konusunda bilgiler arttırılmalıdır.
Bunun yanı sıra, polisin insan hakları açısından bilgilendirilmesi demokratik
bir toplum için zorunludur. Bu husustaki bilgi noksanını gidermek üzere bu
eserin yazarlarının da iştiraki ile kolluk için bir “yakalama, gözaltına ve
muhafaza altına alma” yönetmeliği hazırlanmış ve yayınlanmıştır.
Polis
eğitimi veren çeşitli derecedeki okullarda ceza hukukunun daha geniş biçimde ve
önem verilmek suretiyle okutulması lâzımdır. Bilgisizlik dolayısıyla delil
toplanması bakımından noksanlıklar Türkiye’de davaların uzamasının temel
sebeplerinden biridir (1.- Öneri).
Kolluğun
temel görevi fertlerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Böyle olunca kolluk
görevlerini yerine getirirken yasalara aykırı davranırsa demokrasiyi tehlikeye
düşürmüş ve kendisine olan güveni sarsmış olur. Bu nedenle polisin yasalara
uyacağına dair güven sağlanmalıdır. Halkta böyle bir inancın yer edebilmesi
için, polisin daima yasalara uygun hareket etmesi zorunludur. Polisin yasalara
uygun bir şekilde davranmasını sağlamak, hukuka aykırı davranışta bulunanları
cezalandırmaktan daha iyidir. Başka bir ifade ile ihlali sonradan
cezalandırmak, polise olan güveni yerleştirmeye yetmemektedir. Önemli olan,
ihlallerin yapılmasını önlemektir.
Polisin
hukuka ve meslek kurallarına
uygun bir şekilde çalışmasının denetlenmesi gereklidir. Bu
hususta aşağıdaki tedbirlerin alınabileceği düşünülmektedir:
a)
Polise verilecek temel eğitim ve meslek içi eğitimde, “ meslek onurunun
korunması” üzerinde durulmalı ve demokratik bir toplumdaki değer yargılarının
başında hukuka uygun davranmanın yer aldığı örnekleri ile vurgulanmalıdır.
b)
Polisin meslek içinde ilerlemesi açısından temel ölçüt, hukuk ve meslek
kurallarına uygun davrandığının belgelenmesi olmalıdır.
c)
Savcılar polis tarafından yapılan işlemleri hukuka ve meslek kurallarına
uygunluk açısından sürekli denetlemelidirler: Hakim
kararları ile savcı tarafından verilen emirlerin nasıl icra edildiğini,
denetlemek, uygulamada hakim kararlarının tatbikinden doğan zorlukları teşhis
etmek ve bunların açılması için çareler üretmek yolu seçilmelidir.
d)
Nihayet, toplumda yaşayan bireylerin konuyla ilgili olmaları, polisin uygulamalarını
eleştirmeleri çeşitli kanunyollarına başvurmaları, polise olan güveni sağlayıcı önemli bir
unsurdur. Ancak haksız, aşırı, mesnetsiz kınamaların kolluğu pasif kalmaya
sevkettiği de gözden uzak tutulmamalı, aşırılıktan sakınılmalıdır.
322. Diğer Kurumlarla İşbirliği:
Kolluğun başarısı, genellikle adalet sistemi içerisinde yer alan diğer
kurumların etkin bir şekilde çalışmasıyla bağlantılıdır. Bu nedenle iyi işleyen
bir sistemde kolluğun, toplumun diğer kurumları ile işbirliği içinde bulunması
ve çalışmalarını böylece sürdürmesi gereklidir.
323. Dava Doğuran Davalar: Hukuk alanındaki cekişmeler ceza adaletini
büyük ölçüde etkilemektedir. Hukuk çekişmeleri ceza adalet sistemi için bir
bakıma yeni malzeme üretmektedir. Türkiye’de açılmış olan ve
100.000 nüfusa düşen hukuk ve ceza davalarına ait rakamlar gözden
geçirildiğinde aradaki paralellik rahatlıkla kavranabilmektedir: 1994 yılında
Marmara Bölgesinde 2101 hukuk davası açılırken 2832 ceza davası, Ege’de 2357
hukuk davasına karşılık 3112 ceza davası ve Doğu Anadolu’da 741 hukuk davasına
karşı 774 ceza davası açılmıştır. Arazi ihtilaflarının ise, bazan kan
davalarını doğurduğu bilinmektedir.(112)
324. Suç Kolluğu: Kolluk, özellikle ağır suçların delillerini araştıran
bir organdır. Türkiye’de, bazı yabancı ülkelerde olduğu gibi, kendisine özgü
yetkilere sahip ve ayrı bir adli polis örgütü yoktur. Ancak, kolluk içinde adli
polis işlevini yerine getiren uzmanlaşmış kısımlar vardır. Bunların nelerden
ibaret bulunduğu yukarıdaki bahislerinde anlatılmıştır. Ancak burada söz konusu
olan husus, belirttiğimiz adli kısımların tam olarak işler hale getirilmesidir.
Kolluk,
bilindiği üzere adli ve idari olmak üzere iki temel görevi yerine getirir.
Araştırma işlevi kolluğun adli temel görevi içindedir. Adli
görevini yerine getiren kolluk, suçları tespit etmek yani suçu aydınlatmak,
başka bir deyişle suçu ve failini meydana çıkartmak, suçun iz, eser, emare ve
delillerini tespit edip toplamak ve bunları itham fonksiyonunu yerine getirecek
olan mercie sunmak, ceza adalet sisteminde yer alan bir takım aktörlerin
istemlerini yerine getirmek, bu hususta adı geçenlere gerekli yardımları
yapmakla yükümlüdür. Bu işlev o derecede önemlidir ki, daha başlanıçta
gereği gibi yerine getirilmeyecek olursa, sonradan sistemin dürüst yargılama
(fair trail-Proce equitable) ilkesine uygun olarak hüküm üretmesi çok güçleşir
ve hatta bazen mümkün de olamaz. Bu sebeple, yukarıda sözünü ettiğimiz bu alt
yapının, üç unsur bakımından da geliştirilmiş olması şarttır.
Türkiye’de
kimileri, adeta herşeyin devası olarak, adli kolluğun kurulması gerektiğini öne
sürmüşlerdir. Böylece adli kolluğun genel polis teşkilatı dışına çıkarılmasını
ve savcıların emrine verilmesini önermektedirler. Kanaatımızca, polis ve
jandarmadan oluşan, adli görevleri yerine getirmek üzere örgütlenmiş, var olan
yapı, esasta uygundur. Ancak savcı ve mahkemelerle bu teşkilat arasında daha
sıkı bir işbirliğini ve gözetimi temin edecek normları meydana getirmek yeterli
olacaktır.
Suçları,
özellikle ekonomik ve mafya, örgütlü cürümleri aydınlatmak üzere, polis, savcı
ve maliye uzmanlarından oluşan proje grupları teşkiline olanak verecek idari
düzenlemeler bir an önce geliştirilmelidir. Bu bakımdan hazırlanmış olan bir
yönetmeliğin bir an önce yayınlanması çok yarar sağlayacaktır.
325. Kimlik: Türkiye’de CAS’inin işlemesinde kolluk bakımından çok
önemli konulardan birisi, şüphelinin kimliğinin tesbitidir. Araştırmamızda,
sanığın kimliğinin bilinmemesine ilişkin durumun yaklaşık olarak, %11 oranında
olduğu ortaya çıkmıştır. Devlet idaresi, vatandaşların kimlik sahibi olmalarını
ve konutlarını mutlaka kayda bağlamalıdır. Sürekli konutsuzluk, batı
ülkelerinde olduğu gibi “serserilik” sayılmalı ve herkesin mutlaka sürekli
oturduğu bir yer açıklayacak durumda bulunması sağlanmalıdır. 21. yüzyıla
geçtiğimiz bir dönemde Türkiye gibi uygar bir ülkede bazı insanların yersiz,
yurtsuz yaşamakta bulundukları kabul olunamaz (4. - Öneri).
Kolluğun
kimlik tesbitinde çok daha çevik olmasını sağlayacak idari tedbirler
alınmalıdır (20.- Öneri). Aktif polis faaliyeti, ancak kimliğin tesbiti ile
etkin olur. 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununun, İstanbul gibi, çok kalabalık
ve kozmopolit bölgelerde, adeta metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve bu kanuna
fiilî yürürlük sağlamak şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk güçlerine
düşmektedir: Kimliğin gerçek olarak tesbiti, nitelikli adaletin olduğu kadar,
davaların gecikmesini önlemenin de şartıdır. Bu hususta ciddî çaba gösterilmesi
zorunludur (2.- Öneri).
326. İfade Alma: Her türlü ifade almada saat ve dakika olarak sürenin
tutanağa geçirilmesi, CMUK 135a maddesinin yasakladığı hususların (özellikle
yormanın) tesbiti bakımından olağanüstü önem taşır. Oysa uygulamada CMUK 161.
maddenin hükmüne rağmen, süre tutanağa tesadüfen geçirilmektedir. Saatin
tutanağa geçirilmemiş olması, elbetteki, bir bozma sebebi oluşturmaz; ancak
Yargıtay kararlarında bu usulsüzlüğe dikkati çeken tesbitlerin yer alması,
tatbikatın kanuna uygun hale getirilmesi bakımından fayda sağlayacaktır.
Poliste
ikrar, mahkemede bundan cayma ve polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de
mutad usul halini almıştır. Aslında poliste ikrar, en samimi beyandır. Bu
keyfiyeti sakatlamak üzere, sanıklar ve kimi vekilleri sistematik olarak baskı
ve işkenceden söz etmektedirler. CMUK 135 ve 135a maddelerinde ve 136. maddede
yapılan çok önemli değişikliğe karşın, durum değişememiştir. Bu itibarla
şüphelinin (hakkında basit zehap bulunanın), poliste ifadesinin alınmasından
önce, Fransa’da olduğu gibi doktor muayenesine tabi tutulması ve belirli
aralıklarla muayenin tekrar edilmesi çok yerinde olacaktır (5.- Öneri). Adalet
Bakanlığı tarafından 3 Ocak 1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına gönderilen
genelge ile, sanıkların her 48 saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir doktor
muayenesinden geçirilmesi(113) 12.12.1997 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile de,
.... istenmiştir. 6 Numaralı
öneride, yakalanan kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını ve
gözaltının sona erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul
haline getirilmesini önermiştik.
İncelememiz
sonucunda işkence veya kötü muamele iddiaları oranının çok düşük olduğu sonucu
ortaya çıkmıştır. Bununla beraber doktor muayenesinin yasallaştırılmasını uygun
mütalaa ediyoruz (23.- Öneri). Ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde açılan ve bazıları kanaatimızca haksız hükümlerin verilmesine
neden olan başlıça sebeplerden birisi de budur. Hekim muayenesinin yapılmamış
olması, sözü geçen davalarda yalancı tanıkların beyanlarına değer verilmesine
neden olmaktadır.
327. Tutuklama Sonrası Kolluğun İfade Alması: Özellikle polisin şüpheli
tutuklandıktan sonra da tutukluluk sırasında ifade alma ve diğer soruşturma işlemlerini
yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef, hazırlık soruşturmasının
mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını sağlayacak düzenlemelerin
icrasıdır (37.- Öneri). Bu günkü uygulamada, şüpheli tutuklandıktan sonra,
kolluğun herhangi bir tahkik işlemini re’sen yapamaması, davanın tabir yerinde
ise, ham olarak mahkemeye intikaline neden olmakta ve bunu önlemek için de
gözaltında tutma süresini batı ülkelerinden farklı olarak uzatmak gibi, batı
hukuk sistemlerinde kabul edilemiyen yetkilerin kullanılmasını sonuçlamaktadır.
Bu nedenle, tutuklanma bazı hallerde şüphelinin lehine sonuç vermektedir.
328. Tanıklık: Hazırlık soruşturmasının özenle yapılamadığı, bu
araştırmanın ortaya çıkardığı çok önemli bulgulardan birisidir. Özensizlik değerlendirmesine,
elbetteki, belirli bir takım tesbitlere dayanılarak varıyoruz. Bu tesbitlerden
birisi, hazırlık soruşturmasında tanıkların belirlenmesi ve ifadelerinin
alınmasının çok düşük oranda olmasıdır.
329. Elkoyma: Polisin doğrudan doğruya zabıt yapabilmesi (el
koyabilmesi), gecikmeyi önlemek bakımından yerinde olabilir. Kaldı ki, bugün
tehirinde zarar bulunan hal (gecikmesinde sakınca olan) teriminin çok geniş uygulanması suretiyle
zaten fiilen yapılıyor. Bu itibarla Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun buna göre
değiştirilmesi uygun olabilir (40.- Öneri).
330. Telefon Dinleme: Mevzuatımızda suç araştırması ve soruşturması
sebebile telefon dinleme konusunun mutlaka yasal bir düzene bağlanması
zorunludur. Bu düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla
ilgili olarak verdiği kararlar ve uyguladığı esaslar gözönünde tutulmalıdır.
Fransa’da geleneksel içtihat telefon muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte
idi. Fakat dinlenen konuşmalar “itiraf” olarak değil, sadece hâkimin kanaatini
tesis edebilecek emareler olarak kabul ve böylece savunma hakkı kısmen de olsa
ihlâl edilmemiş oluyordu. Aynı ilke mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da
geçerli idi. Ancak, kişi ile müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir
delil değeri taşımadığı kabul ediliyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8.
maddesinin özel hayatın gizliliğine ilişkin hükmü sebebile, konu 1970’lerde
ciddîyetle ele alınmıştır. Uygulamada hazırlık soruşturmasında ve ilk
soruşturmada telefon dinlenmesi kabul ediliyordu. 1989 yılında AIHS m. 8 ve Ceza
Usul Kanunu 81. maddelerine dayanmak suretile mesele çözüldü ve özel kanun
olmadığı takdirde, özel hayata müdahale edilemiyeceği esası belirtildi.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, kamu menfaati yönünden öngörüldüğü hallerde özel
hayata girilmesinin Sözleşmeye aykırı olmadığını kabul etmektedir. Ancak bu
müdahale genel güvenlik bakımından zorunlu olmalıdır. Avukatlarla yapılan
konuşmaya hiç bir suretle müdahale edilmemelidir. Mercilerin bu husustaki
takdir yetkilerinin kullanılmasındaki usuller ve bunların kapsamı açık bir
surette kanunda yer almalı ve suistimale imkân vermemelidir. Ayrıca,
telefonları dinlenebilecek olan suçlu kategorileri, fiillerin nitelikleri,
dinlemenin süresi, bu husustaki tutanakların teşkili şartları ve konuşmaların
ne suretle sentezleştirileceği ve bantların nasıl silineceği ve imha edileceği
kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995 tarihinden itibaren Senato veya Meclis
Başkanlarına haber verilmeden milletvekillerinin veya senatörlerin konuşmalarının
tesbit edilemiyeceği de, hüküm altına alınmıştır.
Özetlemek
gerekirse, bu hususta özel bir kanun, belirli nitelik ve şartları taşımak
suretiyle bir an önce meydana getirilmelidir (41.- Öneri). Netekim halen Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu üzerinde çalışmakta bulunan Bilimsel Komisyon, bu
husustaki noksanları giderecek hükümleri kaleme almış bulunuyor. Ayrıca 4422
sayılı Çıkar Amaçlı Örgüt Suçları ile Mücadele Kanunu da bu konuyu, gerektiği
gibi düzenlemiştir.
Polisin
olaylar karşısında derhal harekete geçmesi bir ülkede suçla etkin mücadelede
temel unsurdur. Bu konuda gerekli yetkiler sağlanmalıdır. Yetki verilmeyen
yerde sorumluluk olmaz. Özellikle örgütlü suçla mücadele hususunda klasik polis
yöntemlerinin yeterli olmadığı bilindiğinden özellikle bu alanda yeni yetkiler
4422 kanun ile tesis edilmiştir.
331. Aydınlatma Oranı: 1995 yılında, 1.910.079 suç olayından % 69,9’u
sonuçlandırılırken (yani bu suçların fiil ve failleri belirtilirken), ortalama
% 17,4 oranında faili meçhul dosya bulunduğu tesbit edilmiştir. Faili meçhul
olay oranı Fransa’da % 59’dur. Bu tesbit, bütün olumsuzluklara rağmen polisin
olay aydınlatma oranının Türkiye’de yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Polisin
kriminalistik izlerden ziyade ifade alma yöntemi ile çalıştığını da belirlemiş
olduğumuzdan, yüksek aydınlatma oranının bedelinin ağır olduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle ifade alma statejisinden daha çok teknik çalışmaya ağırlık verilmesi
gerektiği ortaya çıkmaktadır.
332. Kanun ve Yönetmelikler: Türk Ceza Kanununda ve özel ceza
kanunlarında, davaların uzamasına neden olan çok sayıda (hukuk labirentleri) vardır. Bunların esas itibariyle bir anlamları
da yoktur. Ancak bu labirentler dolayısıyla çok kere
bilirkişilere başvurma zorunu ortaya çıkmakta ve dava bu yüzden aylarca uzamaktadır.
Sözgelimi tekerrürde değişik türlerin varlığı bugünün toplumsal şartları içinde
hiçbirşey ifade etmemektedir. Yeni TCK Tasarısı bu labirentlerden
çoğunu ortadan kaldırmıştır. Tasarı kanunlaştığında davaların uzamasındaki
önemli nedenlerden birisi
ortadan kalkacaktır (30.- Öneri).
333. Silahlar: Yaptığımız araştırma taklit silahların, belirli bir
ölçüde de olsa, suç işlenirken kullanıldığını açığa çıkarmış bulunmaktadır.
Oyuncak niteliğinde olan taklit silahların imal ve satışında bir denetimin
tesisi sözkonusu olmaz. Ancak gaz püskürten, hava tazyiki ile küçük cisimleri
atan veya dış şekli itibarile tam olarak gerçek bir silah intibaı veren
silahların imal, ithal ve dağıtımında belirli bir kontrol sisteminin ihdası
gerektiği düşüncesindeyiz (49.- Öneri).
334. Polis Yetkileri: Polisin
araştırma fonksiyonunu (adli görevini) yerine getirirken belirli bir takdir
yetkisinden yararlanması ve bu yetkinin hukuka uygun bir şekilde kullanılması
zorunludur. Çünkü yetkilerin kullanılması sırasında, insanların anayasal
hakları, temel insan hak ve hürriyetleri, olağanüstü hassas bir konuma
düşebilir. Yaşadığımız çağda ne derecede ağır ve vahim olursa olsun, suçları
araştırma fonksiyonu yerine getirilirken temel insan hak ve hürriyetlerine her
şart içinde saygılı olmak mecburiyeti vardır. Bu ise, ancak polis ve
yetkilerini düzenleyen özel normların meydana getirilmesi ve bunların ruhuna
sadık olarak hareket edilmesi ile mümkün hale getirilebilir. O halde yapılacak
ilk şey, normlar itibariyle Türk hukuk sisteminin sözü edilen amaca
ulaşılabilmesini sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının tespitidir.
Polis
Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu 1934 yılında çıkarılmış olup, yürürlüğe girdiği
dönem itibariyle günümüzün şartlarına uygun değildir. Birleşen Avrupa’da sınırların
da ortadan kaldırılması neticesinde polise suçu önleme, işlenebilecek olan
suçları tespit etme (proaktive policing) ve işlenmiş suçları ortaya çıkartmada
(aktive policing) demokratik bir toplumun kabul edebileceği hak ve yetkiler
verilmektedir. Bu yetkilerin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde belirtilen
temel ilkeler çerçevesinde somutlaştırılması gereklidir.
Gerek
1984 İngiliz
Adli Polis ve Delil Kanunu gerek Federal Almanya’da hazırlanmış bulunan Çerçeve
Polis Kanunu yukarıda belirtilen ilkelere uygun normları içermektedir. Bunlar
ve ilkeler gözönünde tutularak yeni bir Polis Kanunu hazırlanmalıdır.
Polisin
sahip bulunduğu yetkilerin ve kendisinden istenilen görevlerin demokratik bir
toplumda geçerli olması gerektiği kadarı ile açık bir şekilde yönetmeliklerle
belirlenmiş olması şarttır. Bu yetkiler halen polisin sahip bulunduğu yakalama,
ifade alma, arama gibi yetkiler konusunda olacağı gibi, (“Yakalama, Gözaltına
Alma ve İfade Alma Yönetmeliği”, 1.10.1998 tarihli Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir) verilmesini önerdiğimiz itham yetkisi ve sosyal problemleri gayri
resmi biçimde çözmeyi de kapsar şekilde düzenlenmelidir.
Takdir
yetkisi ile ilgili ilkeleri belirleme görevi, polisin kendi içindeki kurullar
tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu nedenle idareci durumunda olanlar, polisin
takdir yetkisini kullanması konusundaki idari kuralları, araştırma tekniklerini
ve infaz metodlarını ayrıntılı bir biçimde tartışmalı bunların etkin ve hukuka
uygun olması için çalışmalar yapmalıdırlar.
335. Polisde İç Denetim: Esas mahkemesi belli bir davayı görmekte olduğu
sırada, yapılmış olan belli işlemlerin polisin iç düzenlemelerine ve Anayasaya
aykırı veya görevi dışında kalan bir işlem olduğunu tespit ettiği takdirde,
aykırılığı bu kuralları düzenlemekle görevli olan otoritelere bildirmelidir.
Böylece polis çalışmaları ile mahkeme arasında bir etkilenişim (interaction)
sağlanmış olacaktır. Gerçekten aslında hukuka aykırı bir işlem yapan fakat bunun bilincinde
olmayan polis, aynı tür uygulamalara devam etmektedir. Önerdiğimiz bu husus
gerçekleşecek olursa polisin iyi niyetle yaptığı işlemlerin hukuka aykırı
olduğunu öğrenmesi yolu açılmış olacaktır. Bugün, polis belli bir işlemi
yaptıktan sonra, aradan aylar geçmekte ve esas mahkemesi, yapılan işlemi hukuka
aykırı bularak kendisine sunulan delili hüküm verirken kullanmamak ile
yetinmektedir. Polisin meslek içi kurallarını düzenleyen yönergeleri
hazırlaması sırasında da savcılık ve mahkemeler, sunacakları görüşlerle, polise
yardımcı olabilirler.
336. Araştırma İşlemleri: Kolluk düzeyinde suç işlendiğinde, CMUK
gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir
uygulamanın mevcut bulunmadığı söylenilebilir. Bu hâl davalardaki gecikmenin
temel sebeplerinden birisidir. Polise soruşturma usulleri esaslı surette
öğretilmelidir. Asıl dikkat edilmesi gerekli olan husus ise, kolluğun, suça el
koymasından, işin müzekkere ile savcılığa sevkine kadar yapılması gerekli bütün işlemleri
içeren formüller ve bir dosya şablonu meydana getirilmeli, yapılacak işler
sırasıyle gösterilmelidir. Buna yabancı hukukta ‘check list” adı verilmektedir.
Yapılacak işlemlerin kategorik bir şekilde önceden belirlenmesi hususunda
(check list hazırlanması) önerimiz yerine getirildiğinde, gerekli işlemlerin
yapılmaması şeklindeki özensizlik, geniş ölçüde giderilmiş olabilecektir (7.
Öneri).
Tahkikât
dosyasında, bu listeye göre yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem varsa onun da
sebebi fezlekede gösterilmelidir. Bizdeki uygulamada genel olarak, üzerinde
fazla durulmadan kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye bağlanıp mahkemeye
sevkedildiğinden arzolunan husus olağanüstü önem (3.- Öneri) taşımaktadır.
Polisin
suçları nasıl araştıracağı, yetkilerini nasıl kullanılacağı vs. konusundaki
idari nitelikteki prensiplere aykırı hareket edilmesi halinde, bu yazılı
ilkelere aykırı bir şekilde elde edilen delillerin muhakemede hüküm verirken
otomatik olarak kullanılmaması sonucu doğmaz. Sadece, iç kurallara yapılan
aykırılık, sanığın temel, anayasal haklarından olan “dürüst yargılanma hakkını”
ihlal ediyorsa, o takdirde mahkeme bu delili hüküm verirken kullanmama yolunu
seçebilmelidir.
337. Kriminal Laboratuvarlar: Suç izlerinin teknik açıdan teşhisi ve
tespiti ve hatta ortaya çıkartılması çok güçlü kriminal laboratuvarlardan
istifade etmeyi gerektirmektedir. Kriminal laboratuvarların yardımından
istifade etmek ise, bu konuda özel olarak yetiştirilmiş dedektifleri
gerektirmektedir. Detektif yetiştirilmemesi Türkiye’de önemli bir noksandır.
Ağır suçların aydınlatılabilmesi için, uzmanların dedektiflik sanatının
gereklerine vakıf olmaları ve bu hususta yetişkinlik ve tecrübe kazanmaları
şarttır. İyi bir dedektiflik senelerce süren bir tecrübe döneminden sonra elde
edilen bir yetenektir. Ayrıca değişik suçlar itibariyle, sözgelimi uyuşturucu
maddeler, çıkar amaçlı örgüt suçları, terör suçları, ekonomik suçlar ve ağır
kan suçları itibariyle dedektiflik, değişik uzmanlık kazanılmasını zorunlu
kılar. Türkiye’deki, batı ülkelerinden daha az sayıda da olsa, olan faili
meçhul dosyaların temel nedeni, yeterince dedektife sahip bulunulmamasıdır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikler, işkencenin reddi,
sanığın sorgusunda gösterilmesi gereken insan haklarına dayalı özenle işlem
yapma mecburiyeti, ancak bilimsel verileri kullanabilen ve bu hususta uzmanlık
kazanmış kolluk elemanlarının varlığı halinde suçların ve delillerinin meydana
çıkarılmasına engel olmayabilecektir. Aksi takdirde faili meçhul suçların
sayısının daha da artabileceğinden endişe edilebilir.
Görüldüğü
gibi, Kriminal Laboratuvarlar, suçun iz ve delillerini ortaya çıkarmak
bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak buralarda incelemelerin çok ciddîyetle
ve dürüstlük içinde yapılması da gereklidir. Uyuşturucu maddeler gibi, değeri
çok yüksek maddelerin incelenmesinde görevliler katlanılması güç baskılar
altında kalabilirler. Bu itibarla kriminal laboratuvarların sayısı artırılmalı
ve inceleme konuları değişik laboratuvarlara, aynı zamanda gönderilebilmelidir
(10.- Öneri).
Bilirkişi
incelemesini gerektiren işlemleri de soruşturmayı yapan polisin icra edebilmesi
çabukluk sağlayabilir. Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi (organizational
waiting time) bu yolla tümüyle ortadan kalkabilir (42.- Öneri). Davada kolluk
ve savcılık basamaklarında delillerin tesbitinde çağdaş kriminalistiğin
verilerine ve usullerine başvurmak, özellikle İstanbul gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından artık vazgeçilemez bir
nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence uygulamalarını berteraf edecek
temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda ulaşılan bazı aşamalara rağmen,
durum hala tam tatminkâr değildir (52.- Öneri).
338. Olay Yeri İncelemesi: Polis tarafından olay yeri incelemesinin
yapılması, ağırcezalı işlerde mutad hale getirildiği halde, asliyelik suçlarda
düşük orandadır. Olay yeri incelemesinin hemen yapılmaması, suçlara ait önemli
delillerin kaybolmasına neden olur. Bu itibarla usul kanununa hazırlık
soruşturmasında olay yeri incelemesi yapılmasını mecburî kılan bir hüküm
eklenmeli ve bundan, olayın çok açık ve delillerinin ortada bulunduğu hallerde,
gerekçesini göstermek suretiyle vazgeçilebilmesi mümkün olmalıdır (8.- Öneri).
339. Araç, Gereçler: Polisin içinde çalıştığı binaların, kullandığı
araçların ve silahların çağdaş, medeni ülkeler modeline uygun olarak kısım
kısım modernleştirilmesi şarttır.
340. Mağdurun Korunması: Özellikle suç mağdurlarının korunması açısından
polise verilecek yetkiler de yukarıda sözü geçen yönetmeliklerde yer almalıdır.
341. Uyuşturucu Maddeler Sorunu: Polise veya adliyeye intikal eden
olayların sayısına
bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu madde sorunu hakkında bir
fikir sahibi olmak mümkün değildir. Yapılan tesbit, ülkemizde uyuşturucu madde
bağımlılığının tesbiti hususunda ciddî viktimizasyon araştırmaları yapılması
ihtiyacını vurgulamaktadır (31.- Öneri). Uyuşturucu maddeler suçları özellikle
mafya tipi örgütlerce işlendiğinden, örgütlü suçlarda polis yetkileri yeniden
tesbit olunmalıdır.
342. Polis Mahkemeleri: Uyuşmazlıkların karakolda halledilmesi ile bir çok olayın adli mekanizma içine girmesi
önlenebilecektir. Polise belli konularda ikaz etme yetkisi verilerek tekrar suç
işlememesi şartı ile zararın giderilmesi unsuru da eklenerek uyuşmazlıkları
gayri resmi bir şekilde çözme imkanı verilmelidir.
Hazırlık
soruşturmasında polisin konumu yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra
polisin de hafif suçlarda dava açma yetkisi kabul edilmeli, Polise verilmesi
gereken yetkiler arasında basit suçlarda itham yetkisi de yer almalıdır. Halen
Karayolları Trafik Kanununda görülen düzenleme, genişletilerek
yaygınlaştırılmalıdır.
Takibi şikâyete bağlı suçlarda, daha iş polisin elinde veya
savcılık aşamasında iken, tarafların uzlaştırılmaları, takipsizlik kararının
çabuk verilmesini sonuçları ve dolayısıyla iş uzamadan çözülür “tüm olayı
çözüme bağlama süresi”, (case porcessing time) kısalır ve aynı zamanda tamir
edici, tazmin edici, fail ile mağduru barıştırıcı ceza adaleti (justice
restaurative) gerçekleştirilmiş olur. Türk adalet sistemi bu nevi işlemleri yargı dışında çözüme
ulaştıracak usullerden ve kurumlardan yoksundur. Takibi şikâyete bağlı suçların
oranı çok yüksek olduğuna göre, bu nevi bir adalet uygulaması davaların
gecikmesini önleyecek temel unsurlardan birini oluşturacaktır. Bugün gayrı resmî
bir şekilde, polisin fiili takdirine bağlı olarak uygulanan, savcı ve hâkimin müdahalesi sözkonusu
olmayan “tamir edici adalet”, yeterli değildir (35.- Öneri).
343. Medyanın Tutumu: Yaptığımız anketten 8.11 sayılı soru dolayısı ile
elde edilen bilgiler, polis tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere
dayalı olduğunu göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması,
noksan ihtisas bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle bütünile ortadan
kaldırılamaz. Türkiye’de marksist basın öteden beri polisi pasifize etmek amacı
ile yayın yapmış, halkta polis imajını kötülemek bakımından ileri derecede ve
etkin faaliyette bulunmuştur. Halen liberal basın ve medya da aynı akıma
kendisini kaptırmış gibidir. Bu tutum polisin motivasyonunu
sakatlamak bakımından çok kötü etki yapabilir. Türk Ceza Kanununun 159.
maddesi, emniyet ve muhafaza kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini
cezalandırıyor ve fakat bu güce dahil olan daha küçük
grupların tahkiri, Yargıtay İçtihatları çerçevesinde, suç teşkil etmemektedir.
Oysa Anglo-Amerikan hukukunda (group libel) denilen ayrı bir suç türü bu nevi
zarar verici isnatların önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, Ceza
Kanunumuza gerekli hükmün eklenmesi tavsiye olunur (12.- Öneri).
B. İtham
Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz
344. Savcılığın İtham Fonksiyonu: Savcı ‘yürütme organına’ mensup
olmakla birlikte, adliye içerisinde itham görevini yürüttüğünden Devlet
yapısında ‘adli - idari’ bir yer işgal etmektedir. Savcı ceza davasında taraf
değildir. Kanunun verdiği görevi yerine getiren bir adliye
görevlisidir(magistrat). Bu nedenle savcının araştırma ve itham işlevini yerine
getirebilmesi için “tarafsız” konumda olması gerekir. Bununla birlikte hakim ile savcı arasındaki görev ve fonksiyon farkı
itibariyle bu hususu ortaya koymak amacıyla, savcının “bağımsız” olmasını
önermiyoruz.
Bununla
beraber atama ve meslekte ilerleme açısıdan “mesleki bilgi”, diğerleri yanında,
bir ölçüt kabul edilmeli ve savcılığa siyasi baskı yapılmasını önleyecek esaslı
maddî ve hukukî tedbirler alınmalıdır.
İtham
işlevi, devlet adına yapıldığı için, bugün olduğu gibi, Adalet Bakanlığına
bağlı devlet memurları olan savcılar eli ile yürütülmelidir. Bunun için de,
uygun bir plânlamaya göre tesbit edilecek ilçelere yeterli sayıda savcı tahsis
edilmelidir.
345. Yeterli Şüphe: Savcının kamu davası açma biçimindeki “ithamı”
yapabilmesi için, mahkûmiyet olasılığını ortaya koyan delil, iz, emare ve
eserler mevcut olmalıdır. Japonya’da açılan kamu davaları, hazırlığa gelen
işlerin yüzde 4,2’sini oluştururken, açılan kamu davalarından dolayı verilen mahkumiyet kararı yüzdesi % 99,9’dur.
İtham
kararının verilmesi önemli bir aşamadır. Hazırlık soruşturmasında yapılan bütün
araştırmalar, sanığın suçu işlediği konusunda yeterli ve makul bir şüpheyi
ortaya koyuyorsa savcı kamu davasını o zaman açmalıdır. Savcı iddianame
düzenleyerek kamu davasını açtıktan sonra, iddianamenin yeterli şüphe sebepleri
içerip içermediği konusunda, bir denetleme imkanı
yaratılmalıdır. “İddianamenin kabulü” kararı verilmesi şeklinde olmasını
önerdiğimiz bu denetleme, davaya bakacak, esas mahkemesi tarafından
yapılmalıdır. Savcının kamu davasının açılması veya araştırmayı icra veya
kontrol ve diğer ithama bağlı görevlerini sürekli olarak yani ihmal veya
suistimal biçiminde yerine getirmediği anlaşıldığında, görevden
uzaklaştırılması ile ilgili mekanizmalar harekete geçirilebilir. Savcı, kamu
davasını açmak yani ithamda bulunmak yoluna gidebilmek için, ithamının makul ve
yeterli şüphe ile desteklendiğini tesbit etmelidir; yeterli şüphe olmadığı
halde kasden dava açıldığı hallerde, bu davranışı cezalandırmaya olanak verecek
hükümler getirilmelidir.
346. Savcılığın Araştırma Fonksiyonu: Savcı kolluk tarafından yapılan suça
ilişkin araştırmaları denetlemekle de görevlidir. Savcının sosyal bir kontrol
organı olduğunu gözönünde tutması ve hukukun gelişmesine katkıda bulunacak
şekilde işlem yapması gerekir. Savcının görevi maddi gerçeğin ortaya
çıkartılmasıdır. Bunun için hem sanığın lehine, hem aleyhinde olan delil,
emare, iz ve eserleri dürüstlüğe tam bir saygı içinde toplaması ve bu maksatla
araştırmaları yürütmesi veya yürütülmesini sağlaması gereklidir.
Savcılık
esas olarak itham fonksiyonu icra etmekle beraber hazırlık soruşturmasında
kolluk tarafından yapılan işlemleri de denetlemek, gerektiğinde yönetmekle
yükümlüdür (CMUK 153, 154). Savcının kolluk ile ilişkilerinin sağlıklı bir
şekilde yürütülebilmesi için CMUK 90, ve 94 de olduğu
üzere, Almanya’da olduğu gibi bir “savcı yardımcısı kolluk makamı”nın kurulması
düşünülebilir. Bu makam Almanya’da başkomiser düzeyinde bir polis amiri olup,
adli kolluk içinde yer almaktadır ve doğrudan doğruya savcıya bağlıdır;
savcının yardımcısıdır ve işlenen suçlara ait bilgileri, belli sanıkların
yakalandığını derhal savcıya bildirir ve savcının vereceği emirleri teşkilatına
yansıtır. Böylece kolluk ile savcılık ve adli kolluk arasında organik bir
bağlantı kurulmuş olmaktadır.
Savcı
ile savcı yardımcısı zabıta ilişkisi, genel suçlulukta faydalı bir
mekanizmadır. Buna karşılık özel ihtisas bilgisini gerektiren suç alanlarında;
mesela örgütlü suçluluk, kaçakçılık, memur suçları, uyuşturucu madde suçları,
vergi suçları, ekonomik suçlar gibi alanlarda, kolluğun araştırma fonksiyonunu
doğrudan doğruya yönetecek kadar teknik bilgiye sahip özel ihtisas birimleri ve
savcıları yetiştirilmeli ve görevlendirilmelidir.
Yukarıda
açıkladığımız gibi, “suç izlerinin araştırılması” ayrı bir uzmanlık dalını
oluşturduğundan bunun yerine getirilmesi ayrı bir işlevdir. Bununla beraber,
savcının polis tarafından yapılan araştırmaları denetleme, kontrol etme ve
yönetme imkânı bugün de hukuken vardır; ancak bunun fiilen gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Savcı elbette ki,
bizzat araştırma da yapabilir. Özellikle belli suç grupları bakımından özel
olarak yetiştirilmesini önerdiğimiz savcıların adli polisin belli branşlarının başına geçerek o araştırmaları bizzat
yönetmesi, etkin bir araştırma ve koğuşturmayı sağlayabilecektir.
347. Kişilik Araştırmaları: Yargısal bireyselleştirme, nitelikli ceza
adaletinin temel özelliklerinden birisini oluşturur. Bu maksatla bazı ülkelerde
hukukî malzemeyi içeren dosya yanında, sanığa ilişkin ayrıca bir “kişilik
dosyası” daha tutulmaktadır. Bugün için Türk CAS’i böyle bir dosya meydana
getirebilmek imkânından yoksundur. Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa,
kolluğun sanığın kişiliği hakkında bilgi almasıyla hiç değilse kısmen
giderilebilir. (22.- Öneri).
348. Muayeneler: CMUK 74. madde sanığın aklî
haletinin tesbiti için gözlem altına alınmasına imkân veriyor; bunun dışında
sanığın veya mağdurun bedenî muayenelerinin ne surette yapılacağı, meselâ
sanıktan veya mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı hususunda ve delil
tesbiti amacıyla sanık veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak gibi örneklerin
zorla alınabileceğine dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede savcının gerekli gördüğünü muayene
ettireceğine dair hüküm varsa da bunun kapsamı belirlenmiş değildir. Kaldı ki,
mahkeme bakımından hiç hüküm yoktur. Bu itibarla söz konusu muayenelere ve
parça almalara, kapsamını da belirtmek suretiyle, nasıl başvurulacağına,
kişilerin bu muayenelere katlanmaya mecbur olup olmadıklarına ilişkin hükümlerin
CMUK’a eklenmesi hususu bir an önce gerçekleştirilmelidir (9.- Öneri). Yeni bir
CMUK, hazırlamakta olan komisyon bu konuyu düzenlemiştir.
349. İddianame: Araştırmamız, Türkiye’deki uygulamada kolluk
soruşturmasının geniş ölçüde olmak üzere iddianamenin esasını teşkil ettiğini
ortaya koymuştur. Hiç değilse büyük merkezlerde durum böyledir. Bu keyfiyet
kolluk - savcı ilişkisinin bizde de batı ülkelerindeki gibi olduğunu
düşündürtebilir. Oysa gerçek böyle değildir. Batı ülkelerinde adlî işlerle
uğraşan kolluk, kanunların doğrudan doğruya verdiği yetkileri kullanmak
suretile kapsayıcı bir soruşturma yapmaktadır. Bizde ise, savcıların altında
bulundukları büyük iş yükü dolayısı ile polisten gelen dosya, yüzeysel bir
incelemeden sonra iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedilmektedir. Ondan
sonra mahkeme, adeta hazırlık soruşturmasını yapar gibi yeniden tahkikat yapmak
mecburiyetinde kalmakta ve bunun sonucu olarak davalar uzamaktadır. O halde
yapılması gerekli iki husus vardır: Önce polisin adlî işlerle uğraşacak
bölümünü gerçek anlamda uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle donatmalıdır. Savcıların bu dönemde denetim ve gözetim
fonksiyonunu yerine getirmeleri sağlanmalıdır. İkinci olarak savcıların iş yükü
azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı doğrudan doğruya mahkemeye
getirme yetkisi kabul edilecek olursa, savcının iş yükü kısmen azaltılmış olur.
Takibâta
uğrayan kişi, hangi suçtan dolayı töhmet altında bulunduğunu bilmezse,
kendisini yeterince savunamaz. Uygulamada suç ithamının açık ve net bir şekilde
yapılmadığı, iddianamelerin muğlak ifadelerle kaleme
alındığı belirlenmiştir. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu sakıncanın
mutlaka ortadan kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin değer ve itiyadlarının
değiştirilmesinin kolaylıkla mümkün olmadığını biliyoruz. Bununla beraber,
sosyal psikoloji bakımından gerekli olanlar yapılmalıdır (21.- Öneri).
350. Duruşma, Açma Kararı: Bu konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli ve
özenli soruşturma yapılmadan ve deliller toplanmadan tanzim edilip mahkemeye
sevkedilmesinden dolayı işlerin uzadığını belirtmekte ve mahkemeye duruşma
hazırlığı aşamasında iddianameyi red yetkisinin verilmesinin çok etkili
olacağı, işleri çabuklaştıracağı ve savcıların daha özenle iddianame tanzim
edecekleri görüşündedirler. Bu görüşlere tamamile katılıyoruz. Buna göre hâkim
kendisine gelen iddianame hakkında ya (kabul) ya da (Red) kararı verecektir. Bu
hususa yukarıda değinilmiştir.
Savcılıkta
teşkil edilen dosya önceden tesbit edilmiş bir şablona göre computerize
edilmelidir. Standartlaşma için, bu önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık
sağlar (51.- Öneri).
Duruşma,
iddianamenin kabulü kararı ile başlayacaktır.
351. Başsavcılık: Bütün Türkiye’deki savcıları kapsayan bir Başsavcılık
makamının ihdası üzerinde de düşünülmelidir. Yetkileri, atanması usulü,
teşkilâtı ayrı bir kanunla belirtilebilir. Savcıların etki altında kalmaksızın,
tam tarafsız biçimde görev yapabilmeleri bakımından, böyle bir kurum ciddî bir
güvence teşkil edeceği gibi, ayrıca göreve karşı daha özenli olunmasının bir
unsurunu da oluşturabilir. Böylece ilçelerdeki savcılar ile Başsavcılık
arasında işbirliği sağlanmalı ve bunun sonunda da ülke çapında bir örnek
uygulama sağlanması amaçlanmalıdır. Örgütlü suçlulukta olduğu gibi, birden
fazla yeri aynı zamanda ilgilendiren, önemli suçlarda, usul kanununda
değişiklik yapılarak, ülkenin başsavcısına davayı belli bir yerde açtırma
yetkisi verilmelidir. Örgütlü suçlarda savcıların, kendi görev alanları dışında
da bizzat soruşturma yapabilmeleri sağlanmalıdır. Ancak bu konunun çok daha
titiz araştırma ve tartışmaları gerektirdiğini de, elbetteki gözönünde bulunduruyoruz.
352. Meslek İçi Eğitim, Denetim: Savcıların kendi mesleklerinde uzmanlık
derecesinde bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır. Bu amaca ulaşabilmek için
savcıların mesleğe girdikleri andan emekliye ayrılacakları zamana kadar
savcılık mesleğinde kalmaları ile ilgili düzenleme yapılmalı ve savcılık
içeriside de suç gruplarına göre uzmanlaşma sağlanmalıdır. Savcılık mesleğinde
bilgili ve uzman kişilerin yer alabilmelerini sağlamak açısından maddi
olanaklar arttırılmalıdır.
Savcılar
için meslek içi eğitim olanağı getirilmelidir. Her savcı belirli aralıklarla,
en az bir haftasını, merkezi bir yerde düzenlenecek meslek içi çalışma ve
tartışmalara katılarak geçirmelidir, hukuktaki yeni gelişmeler, Yargıtayın yeni
içtihatları, kriminalisteki yeni gelişmeler incelenmeli ve etkin bir ceza
adalet sisteminin unsurları üzerinde görüş alışverişi yapımalı, deneyimler
karşılıklı olarak tartışılıp bölüşülmelidir. Fakültelerde verilecek
işletmecilik (management) bilgisi, bu hususlarda ayrıca geliştirilmeli,
bilgisayar bilgisi mutlaka verilmelidir. Halen Adalet Bakanlığı Eğitim Daire
Başkanlığı toplu seminerler düzenlenmektedir.
CAS’inin
işlemesi bakımından temel insan unsurunun başında, savcılıklara ve mahkemelere
bağlı idare mekanizmasının elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir
öğretim ve staj döneminden sonra göreve başlatılmaları uygun olacaktır. Yabancı
ülkelerde bu personel, esasta hukuk mezunları arasından seçilmektedir (18.-
Öneri).
Savcıların
görevlerini dikkatli yapmalarını sağlayacak ciddî bir denetim mekanizması tesis
edilmeli ve özenle yürütülmelidir.
“Aynı
Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde istinabe olmaz” kuralı, savcılıkları da
kapsamalıdır (45.- Öneri).
353. Kolluğun Denetimi: Savcının temel işlevlerinden birisini oluşturan kolluk araştımalarını
kontrol etme görevini gereği gibi ifa edebilmesi için, savcılık makamı
içerisinde bu araştırmaları denetleyebilecek özel bilgiye sahip savcılar
yetiştirilmeli ve bulundurulmalıdır. Uzman savcıların kolluk ile çok yakın
çalışma yapmaları gerekeceğinden merkezlerde görev yapmaları düşünülebilir.
Almanya’daki uygulama bu yöndedir.
Uyuşturucu
madde suçlarının takibinde, bu maddelerin üretilmesi, nakli, ithal ve ihracı
suçları bakımından özel tedbirleri içeren ayrı hükümlerin getirilmesi zorunludur.
Bu suçların faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve Amerika’da olduğu gibi,
zabıtaya çok daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır.
Uyuşturucu
maddenin kullanılması suçlarında hâkim ve savcıların doktorlarla, sosyal
çalışıcılarla işbirliği yapabilmelerini sağlayacak nitelikte basitleştirilmiş
bir usulün uygulanması, büyük merkezlerde bu suçların yargılanmasını yapacak
mahkemelerin belirlenerek konu üzerinde uzmanlaştırılmaları, aynı tutumun
savcılar bakımından da öngörülmesi adaletin etkinliği ve insancıllığı
bakımından çok yerinde olacaktır (50.- Öneri).
Kanunun,
belirli işlemlerin ancak hakim, istisnai hallerde
kolluk tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen daima, kural
halini alıyor. Yabancı ülkelerde de durum genellikle böyledir. Kolluk genel
olarak hâkimden karar almanın uzun, zahmetli ve gecikmelere neden olacak
nitelikte olduğu hallerde kendisine yetki veren istisnaî hükümleri her zaman
kullanır. Bunun için, bazı ülkelerde hâkime başvurma kolaylaştırılmıştır. Bizde
de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli hâkimlerin polise ait
kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zarurî hallerde bu hâkime,
sonradan yazı ile doğrulanması suretiyle, telefonla başvurulması da kanun
hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm eklenmesi çok yerinde
olacaktır. Bu hususta savcıların gerekli ilgiyi göstermedikleri, bunun da
motivasyon noksanından ileri geldiği ayrıca
eklenmelidir (13.- Öneri).
354. Görevli Savcı: Davaların çabuk sonuçlandırılması bakımından önemli
saydığımız bir husus da, hazırlık soruşturmasını yapan savcının o işi sonuna
kadar takip etmesi ve duruşma ve hüküm aşamasında da iddia makamını
işgal etmesidir. Batı hukukunda buna “yatay sistem” denilmektedir. Hâkimlerle
yaptığımız toplantıda bu sistemin fiilen uygulanamıyacağı ifade edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde uygulama böyledir. Gerekli
tedbirler alınır ve örgütlenilirse, büyük merkezler bakımından da bu sistemin
işlememesi için sebep yoktur. Sistem uygulandığında savcı, soruşturmaları çok
ciddî yapmak ve davayı da ona göre açmak baskısı altına gireceğinden, yeterli
delilleri toplamadan davayı açmayacaktır. Savcının görevi duruşma sırasında
devam ettiğinden, itham görevini duruşmada da layıkı ile yapmalıdır.
Duruşmadaki itham görevini gerektiği şekilde yapabilmesi için, savcının dosyayı
iyi bilmesi gerekir. Bu nedenle hazırlık işlemlerini yürüten savcının duruşmada
itham görevini de üstlenmesi sağlanmalıdır.
355. Bilirkişi: Kanunun açık hükümlerine rağmen, hiç gereği olmadığı
hallerde de bilirkişi atanmaktadır. Bilirkişi tayininde, uzman sayılan
kişilerin sayısı sınırlı olduğundan, dolayısı ile dava, hiç bir işlem yapılmadan ve
herhangi bir sebep olmadan beklemektedir. Söz konusu bekleyiş süresini azaltmak
bakımından ihmalkâr bilirkişiye müeyyide tatbiki düşünülebilir. Ancak
bu halde, işleri çok ve fakat ehliyetli kişiler sistematik olarak bilirkişilik
görevini kabul etmeyecekler ve bundan da adaletin kalitesi zarar görecektir.
Bilirkişiye böylece başvurulmasını, yerleşmiş adli kültürün sonucu telakki
ettiğimizden, kanun değişiklikleri ile yerleşmiş tatbikatın düzeltilebileceğini
sanmıyoruz. Yapılacak şey, kültürün değerlerinin ve itiyadların değişmesidir
(59.- Öneri). Kaldı ki CMUK da bilirkişiliğe ait hükümler tümü ile yeniden ele
alınmalıdır. Bu değişiklikler yapılıncaya kadar. Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık
taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve konuyu ciddî ve makul süre içinde
incelemeleri sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin temel araçlarından birisi,
bilirkişiye çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek ve derhal ödemektir.
Bugünkü uygulamada arz olunan hususların hiç birisine uyulmadığı için,
ehliyetli bilirkişiler görevden kaçmakta (43.- Öneri) ve bu yüzden davalar,
yersiz olarak uzamakta, dosyalar uyumaktadır.
356. Tutuklama: CMUK’un 104. maddesinde yer alan ve 6 aydan az cezayı
gerektiren hallerde suç, toplumda infial uyandırdığında sanığın tutuklanmasına
ilişkin hüküm doktrinde çok eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir
koruma tedbiri (delili koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir
tedbir niteliğini almaktadır. Tutuklama, sanığı toplumun fiili hareketlerine
karşı korumak için yapılabilir. Bu sebep dolayısıyladır ki, hafif suç işleyen
kişiyi toplumun fiilî tepkilerinden korumaya imkân verebilecek bir takım
tedbirleri almak yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde (14.-
Öneri) fayda vardır. Yeni CMUK’ nunu hazırlayan komisyon bütün bunlara ayrıca
yer veriyor.
Mevcut
mevzuata göre kişi ya tutuklanarak hürriyetinden yoksun hale getirilmekte ya da
serbest bırakılarak topluma yönelik tehlike hali sürdürülmektedir. Oysa Alman,
Fransız ve İtalyan hukuklarında var olan “adli kontrol” Kurumu getirilse,
kişinin hürriyeti bütünü ile yokedilmeden koruma tedbiri uygulaması
yapılabilecektir. Komisyonun hazırladığı bir hususa ilişkin hükümlerin bir an
önce kanunlaştırılması bizce çok yerinde olacaktır.
357. Yönetmelik: Savcıların görevlerini ülke çapında aynı örneğe uygun
olarak yerine getirebilmeleri için, bir araştırma ve itham yönetmeliği
hazırlanmalıdır. Böyle bir yönetmelik Almanya’da vardır (RiStBV). Bu
yönetmelikte savcılığın uygulaması gereken genel suç siyaseti ilkeleri,
yapılması gereken araştırma ve itham işlemleri ve savcının delilleri takdir
yetkisi konusu dürüst, etkin ve süratli çalışan bir adalet sistemi için gerekli
hükümler yer almalıdır. Kamu davasının hangi standartlara uygun olarak
açılacağı, belli suç gruplarında hangi tip emarelerin şüphe sebebi olacağı
konusunda kriterler geliştirilmeli ve bu ölçütler
yukarıda hazırlanmasını önerdiğimiz savcı yönetmeliğinde yer almalıdır.
Fransa’da bu ihtiyaç, Adalet Bakanlığının hazırladığı genelgelerle
karşılanmakta ve her kanun değişikliğinden sonra açıklayıcı genelgeler,
istifadeye arzolunmaktadır.
358. Takdirilik Sistemi: Bizim Kanunumuz, “kamu davasının mecburiliği
ilkesi”ni tümü ile benimsemiştir (CMUK 148/2). Bununla birlikte, yapılan
hazırlık soruşturmasının sonunda takipsizlik kararı verilmesi normaldir, zira
suçsuzluk karinesi vardır. Savcılıklardan verilen takipsizlik kararlarının 1995
yılında % 44,8 oranında olması (Yücel, Yargının Etkinliği, 16), mecburilik
ilkesinin uygulamada tam anlamı ile tatbik edilmediğini ortaya koymaktadır.
Mecburilik sistemi benimsenmekle birlikte, Alman Kanununda görüldüğü gibi,
Kanunda öngörülmüş bulunan
istisnalara, belli suçlar bakımından, yer verilmesi düşünülebilir.
359. Şahsi Dava: Doğrudan doğruya şahsi dava açılabilen hallerde, (CMUK
344) davanın olgun bir şekilde yeterli delillere dayanıp dayanmadığı, önce bir
savcı tarafından kontrol edilmelidir. Bu şekilde yetersiz delillere dayanarak
açılmış olan şahsi davalarla mahkemeler meşgul edilmemelidir. CMUK hazırlama
komisyonu şahsi davayı kaldırmıştır.
360. Hazırlıktaki Hukuka Uygunluk Denetimi: İddianameyi kabul veya red
yetkisine sahip olmasını önerdiğimiz Mahkemeye sadece “sağlam” “hukuka uygun
deliller” arz edilmelidir. Delillerin hukuka uygunluğunun önceden hazırlık
soruşturması aşamasında denetlenmiş olması gereklidir. Bunu sağlayabilmek için
müdafaa makamına hazırlık soruşturması sırasında bir delililin hukuka aykırı
bir biçimde toplanmış olduğunu ileri sürmek ve hukuka uygun bir şekilde
toplanmış olup olmadığını saptamak üzere bir hakim
kararı elde etme imkânının tesisi düşünülebilir.
361. İddianame: İddianamenin, kanunda belirtilen şartları içermek
suretile, iddianın delillerini de açıklayacak biçimde meydana getirilmesi,
davaların süratle yürütülmesini ve kaliteli bir adalete ulaşılmasını sağlamak
bakımından olağanüstü bir önem taşır. Uygulamada bu bakımdan ciddî
noksanlıkların bulunduğu aşikardır. Bunun sebepleri
araştırma sonuçlarının yorumlanmasına ilişkin bölümde de açıklanmıştır.
Önerinin hayata geçirilmesi için Hâkimlerin Staj Okulunda ve Fakültelerde
verilen eğitimde bu hususa önemle yer verilmeli ve gerekiyorsa Kanunda
değişiklik yapılmalıdır (53.- Öneri).
362. İfadenin Alınması: Alman Kanunundaki gibi, ifade alınmadan dava
açılmıyacağı hükmü getirilmelidir (4.a.- Öneri); bunun istisnasını oluşturan
haller kanunda ayrıca belirtilmelidir.
363. İddianamenin Mahkemeye İntikali:
İddianame meydana getirildikten sonra, mahkemeye sevk için savcılıkta
veya kalemlerde beklemesi tam anlamsız, fuzulî bir zaman geçişini ifade eder.
Bunun düzeltilmesi için, kanun
değişikliğine ihtiyaç yoktur. İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve
örgütlenme yeterlidir (54.- Öneri).
364. İddianamenin Yerine Geçen Belgeler:
Mülga Memurin Muhakematı (M.M.K.) usulüne veya
buna benzer usule tabi olan (YÖK) suçların hazırlık soruşturmasının esasta,
idare tarafından yapılması usulünün devamından yanayız. Ancak bu hususta
verilecek lüzumu muhakeme kararlarının ikinci bir aşamada, Danıştayda itirazen
incelenmesinden yana değiliz. Savcılıkça verilen iddianamelere itiraz hangi
usule tabi olacaksa, lüzumu muhakeme kararları hakkında da aynı usul
uygulanmalıdır; bu suçlarda temel gecikme sebebi Danıştayda itiraz hakkıdır.
Kanundaki terim “men’i muhakeme”dir; Yargıtay kararlarında “yargılamanın
önlenmesi”, Danıştay kararlarında “yargılamaya gerek olmadığına” denilmektedir.
Terimler, kanunda yer aldığı gibi kullanılmalıdır (39bis.- Öneri). Lugat teşkil
eden sözcüklerde tasarruf mümkündür; ancak kanunun koyduğu terimler uygulamada
değiştirilemez. (M.M.K.) nun ilgasından sonra yerine
getirilen hükümlerin nasıl bir sonuç vereceği
zaman içinde görülecektir.
365. Şikayet: Suçun şikâyete tabi
olması birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin boşaltılması bakımından
faydalı etki yapmaktadır. Bu itibarla, özellikle özel kanunlarda tarama
yapılması suretile takibi şikâyete bağlı olan suçların sayısını arttırmak, hem
nitelikli adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır. Ancak,
şikâyetten vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi halde,
çek suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa sevkedilmesine
sebebiyet verilecektir (34.- Öneri).
366. Basit Muhakeme Usulleri: Ceza Adalet Sistemimiz ağır suçlarla basit
suçları aynı usule tabi tutmuştur. Hafif suçların yargılanmasında mutlaka
basitleştirilmiş muhakeme usulüne gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar
savcının müdahalesi olmadan doğrudan doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye
intikal edebilmeli, polisin takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar
görenin savcıya başvurma hakkı kabul edilmelidir (47.- Öneri). Diğer bir ifade ile, davaların çabuklaştırılması ve müeyyidelerin etkili caydırıcılığını
sağlamak bakımından Amerika ve Almanya’da olduğu gibi ve aynı usullere göre
çalışan Polis Mahkemelerine olan ihtiyaç açıktır. 24 saat görev başında kalacak
olan bu mahkemelerin sözgelimi 6 ayı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları
gerektiren suçlarda ve özellikle sokak suçlarında (street crimes) yetkilerinin
kabul edilmesi halinde CAS’i büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır.
367. Önödeme: Önödeme yetkisi savcılıkça çok itina ile kullanılmalı ve
önödeme uygulaması mahkemeye bırakılmamalıdır. İşlerin iddianamesiz olarak,
doğrudan doğruya mahkemeye sevkolunduğu hallerde de, dosya hemen mahkemece
savcılığa gönderilebilir. Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir. Sanık
önödemeyi gerektiren ne kadar suç işlemiş olursa olsun, ödemeden yararlanma hakkına
sahiptir. Bu yetkinin kullanılması ile, 1994 yılında
başlatılan hazırlık soruşturmalarının % 63,5’i, açılan davaların da % 36,5’i
önödeme yolu ile, adli sicile geçmeyen para cezaları uygulanarak, adalet
sisteminin dışına çıkarılmışlardır. Önödeme daha da genişletilebilir, ancak
duruma, failin, kişiliğine göre ek bir kısım şartların yerine getirilmesine
tabi kılınmak suretiyle bu şartlar yerine getirildiği ve böylece savcının
yetkisi genişletildiği takdirde, önödeme uygulaması yapılacak suçların daha da
genişletilmesi düşünülebilir (46.- Öneri).
368. Ceza Kararnamesi, Takdirilik: İlk defa suç işleyen kişiler
bakımından ve hafif ve orta ağırlıktaki suçlarda, savcıya suçu işlediği
konusunda yeterli belirti bulunan sanıklar hakkında, belli mükellefiyetler yükleyerek
kamu davası açmama (bugünkü önödemenin genişletilmiş şekli) veya kamu davası
açmakle beraber, son duruşma açılmasının ertelenmesi yetkisi verilmelidir.
369. İdari Ceza Hukuku: Ceza mevzuatımızı bütünü ile elden geçirmek ve
hafif suçları, Garofalo’nun deyimi ile, “sunî”
suçları, İdarî Ceza Hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye kadar bu hususta
bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı nitelikte olmadığı
bilinmektedir. Bu hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı ortadadır ve bu yol
tutulduğunda hem adaletin niteliği ve hem de süratli adalet bakımından
hedeflere ulaşılması kolaylaşacaktır (29.- Öneri).
370. Hazırlık Soruşturmasının Gizliliğinin Sona Ermesi: Savcının elinde
bulunup da sanığın suç işlemediğini veya masum olduğunu, ortaya koyan deliller,
müdafaa tarafına verilmelidir. Ancak hazırlık soruşturmasının gizliliği
esastır. CMUK 143. maddesinde, yeralan ve gizliliği zedeleyen değişiklik
üzerinde fazla düşünülmeden kabul edilmiştir.
371. Duruşma Hazırlığı: Duruşma hazırlığı aşamasının incelenmesinde
jürili sistem ile jürisiz sistemi, birbirine karıştırmamalıdır. Jürisiz
sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare ile değil ve fakat gerektiğinde soruşturma yapmakla da yükümlüdür.
Böyle olunca, duruşma hazırlığı aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve
sunduğumuz şablona uyulup uyulmadığının araştırılması zorunludur. Ayrıca
iddianamenin reddi kurumunu da yukarda önermiş bulunuyoruz. 1994 yılında itham
yüzdesi % 50,9 iken, beraat yüzdesi % 17.7 olarak
gerçekleşmiştir (Yücel, Yargının Ekinliği, 16). Yeterli delillere dayanılarak
açılmış olan kamu davalarında % 90’dan az olmayan mahkumiyet
kararı verilmesi gerektiği düşünülürse, açılan davaların mahkemece kontrole
tabi tutulmasının luzumu kendiliğinden anlaşılır. Bu öneri çerçevesinde duruşma
hazırlığının ayrıntılı ve ciddî olarak yapılması zorunluluk haline gelecektir
(55.- Öneri).
372. Normlar: Çek Suçları: Mahkemelerin büyük ve önemli zamanını çek ile
ilgili suçların aldığı görülmektedir. Oysa bu suçların takibi şikâyete bağlı
olduğu için, failin ödeme yapması veya şikâyetin geri alınması suretiyle dava
ortadan kalkmaktadır. Böylece takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok kere
mahkemeler gereksiz bir yük altına sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza tehdidi
marifetiyle borcun tahsili olamaz. Borç için hapis çoktan ortadan kalkmıştır.
Amaç kamu kredi kurumlarına olan itimadı pekiştirmek ve çekin güvenilir bir
ödeme aracı olarak tedavülde bulunmasını sağlamak ise, o zaman yapılacak şey,
suçu, elbetteki, takibi şikâyete bağlı olmaktan çıkartmaktır. Fakat her halde,
bu suçların takibi hususunda özel bir yargılama usulü tesbit edilmeli, bu
hususta gerekli araştırmalar yapılmalıdır (32.- Öneri).
373. İştirak: Araştırma, iştirak halinde işlenen suçlar oranının yüksek
miktarda olduğunu göstermektedir. Suçun iştirak halinde işlenmesi, faillerdeki
ahlâkî kötülüğü ifade ettiği kadar, suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık
sebebile, cürmün daha vahim sayılmasını da gerektirir. Ayrıca iştirak halinde
işlenen suçlarda yargılama ve takibat güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin,
bazı batı kanunlarında olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti
caydırıcı etki yapabileceğinden, faydalı olacaktır (33.- Öneri). Toplu suçlarda
durum bu tesbitin çok daha fazla olarak uygulanmasını gerektirmektedir.
C. Savunma İşlevi ile İlgili Önerilerimiz
374. Savunma Görevinin Önemi: Ceza muhakemesi hukuku üç temel görevi
içerir: İddia, savunma ve yargılama görevleri. Bu üçgen içerisinde savunma
makamının çok önemli görevlere sahip bir adalet organı olduğu açıktır. Savunma
görevi sadece şüpheli veya sanık bakımından değil, toplum açısından da
önemlidir. Bu sebeple her fonksiyonun yerine getirildiğinde savunmanın yeri ve
yetkileri vardır.
375. Mağdurun Korunması: Belirli suçlardan dolayı mağdurun himaye
edilmesi çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Avrupa Konseyinin bu
husustaki çalışmaları bilinmektedir. Ülkemizde terör olayları veya sokak
hareketleri sebebile Danıştay Devleti tazminata mahkûm ediyor. Ancak ferden
gerçekleştirilen tecavüzler yönünden Ceza Kanunumuzdaki bazı özel hükümler
müstesna, genel hüküm yoktur. Bu noksanın bir an önce giderilmesi çok yerinde
olacaktır (36.- Öneri).
376. Mağdurun da avukata
ihtiyacı vardır.
377. Savunmanın İş Yükü: Bir avukat “makul sürede altından
kalkabileceğinden fazla” iş kabul etmemelidir.
378. Savunmanın Tutumu: Savunma makamı yapacağı taleplerle ve diğer
işlemlerle davayı uzatmamaya gayret göstermelidir. Araştırmamız avukatların
görevlerini yeterince yerine getirdiklerini belirten sonuçlar vermemiştir.
Avukatın davaya müdahalesi Türkiye’de çok esaslı bir gecikme unsuru teşkil
etmektedir. Söz konusu gecikme, bazan avukatın takdirine göre, sanığın
menfaatlerini korumak için başvurulan stratejilerden kaynaklanmaktadır. Ancak,
dosyaya karşı ihmal ve savsaklanma tutumundan kaynaklanan gecikmeler çok
sayıdadır. Bu araştırmamızın birinci kısmında bazı ülkelerde Devletçe tayin
olunan avukatın ihmaliyle gecikmeye neden olması halinde ücretinden kesinti
yapılması gerektiğini belirtmiştik. Ülkemiz bakımından avukatın ihmalini
engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç vardır. Barolar bu hususta
yetkilendirilmeli (27.- Öneri) ve aktitf olmalıdırlar.
379. Reklam Yasağı: Gördüğü dava ile ilgili olarak bir müdafi kendi
reklamını yapacak şekilde basın açıklaması yapmaktan çekinmelidir. Kaldı ki,
savcı ve hakimlerin medyatik tutum almaları kadar
adalete zarar veren, adalet mekanizmasına olan güveni zedeleyen başka bir unsur
bulunamaz.
380. Duruşma: Ceza davalarında duruşmaya çıkacak avukatlar ile
Yargıtayda iş takip edecek olanların ayrı tutulmaları düşünülmelidir. Sadece
belli bir tecrübe kazanmış avukatlar Yargıtayda iş takibi yetkisi ile
donatılmalı, daha geniş bilgi ve tecrübe
sabihi olmak şartı aranmalıdır. Bu gelişmeyi sağlamak bakımından avukatların
şirket halinde birleşmeleri yararlı olabilir.
381. Hazırlık Soruşturması: Hazırlıktaki avukatlık ayrı bir uzmanlık
halini almıştır. Müdafiin sanığa sağlıklı yardımda bulunabilmesi için barolarda
oluşturulan CMUK servisleri daha etkin hale getirilmelidir. Barolarda
avukatların sanık hakları konusunda meslek içi eğitime tabi tutulmaları çok
yararlı olabilir.
Müdafiin,
sanığın itimadını kazanmasını sağlayabilmek için ceza işlerinde bilgili olması
şarttır. Bu konuda ayrı eğitim verilmelidir.
382. Müdafi Tayini: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 136. maddesi
gereğince Barolar tarafından müdafi tayini uygulamasının yeterli derecede ve
sayıda olmadığı anlaşılmaktadır. CMUK’da yapılan reformun en hassas
noktalarından birisi 135. maddenin getirdiği olanaktır. Bunun tam olarak
kullanılabilmesi için, Adalet Bakanlığı ve Barolar tarafından gerekli olan
herşey yapılmalıdır (25.- Öneri).
383. Tutuklama Kararı: 1992 değişikliği gıyabî tutuklama kararının gizli
olarak alınması usulünü getirmiştir. Ancak karar alınırken müdafiin
bulunabilmesi de kabul edilmiştir. Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli hale
getiren bu hüküm değişikliği yerinde olmamıştır (16.- Öneri). Aslında gıyabî
tutuklama, insan haklarına aykırı niteliği itibariyle, kaldırılmalıdır.
Yakalama ile ilgili hükümler bu ihtiyacı karşılar.
384. Müdafi İle Görüşme: Yakalanan veya tutuklanan her şahsın müdafii
ile görüşmesi sağlanmalıdır. Yakalanan veya tutuklu bulunan kişinin ifadesi
alınmadan önce müdafii ile temasının sağlanmış olması, nitelikli adaletin
zorunlu bir şartını oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek uygulamaların
yerleştirilmesi zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında, çıkar amaçlı
örgüt suçlarında ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir mecburiyet sözkonusu
edilemez. Bu hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur (19.- Öneri).
Müdafi
ile sanığın başkalarının duyamayacağı ortamda görüşmeleri, bu itimat
ilişkisinin kurulması için şarttır. Bu nedenle gözaltındaki sanığın müdafii ile
görüşmesi ve yazışması kanundaki düzenlemeye uygun olarak denetime tabi
tutulmamalıdır. Müdafi ifade öncesinde sanık ile görüşürken, sanığın bildiği herşeyi ondan öğrenmeye
çalışmalıdır. Böylece onun savunulabilmesi için gerekli bilgileri almış
olacaktır. Gözaltındaki şüphelinin veya tutuklu sanığın ifadesi alınırken
avukatının hazır bulunması ve bu yolla ifade almanın kanun ve usullere uygun
tarzda cereyan ettiğinin sabit olunması yeterlidir. Bizdeki uygulama
yakalandıktan sonra şifahen poliste ikrarda bulunan kişinin avukatı ile
temastan sonra bundan rücu ettiğini göstermektedir. Hüküm değiştirilmeli ve
“sadece ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”, şekline
dönüştürülmelidir. Ayrıca şu hususu da ekliyelim ki, yaptığımız inceleme,
yakalama sonrası bütün safhalarda müdafiilerin sanıklara savunmaları bakımından
makul ölçüde yardım edebildiklerini göstermiştir. Önerimiz, müdafaa hakkı ile, nitelikli bir adaletin dengeleştirilmesi bakımından da
yardım sağlayacak ve CAS’inin işlemesinde etkinliği artıracaktır (24.- Öneri).
385. Mecburi Müdafaa: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda kendisini
müdafaa edemeyecek derecede malûl olanlara avukat tayini mecburiyeti
getirilmiştir (m. 138). Ancak, sağır - dilsizler hakkında ayrıca hüküm yoksa da bu hükmün sağır -
dilsizleri de kapsadığı düşünülebilir (26.- Öneri).
386. Ücretler: CMUK’da yapılan reform niteliğindeki 1992
değişikliklerinin amaçlarına ulaşabilmesi için, avukatlara ücretlerinin derhal
ödenmesini sağlayacak bir sistem, yürürlüğe konulmalıdır (28.- Öneri).
D, E. Yargılama ve Hüküm ve Kararların
Kontrolü İşlevleri ile İlgili Önerilerimiz
387. Adli Kültür: Ceza adalet sisteminde gerçekleştirilen reformların
hayata geçirilmesi bakımından adli kültür’ün etkisi çok açıktır. Bu keyfiyet
yazılı kurallara ve Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok daha fazla
değer veren adlî personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla reformla
beraber, adlî kültür değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak
stratejiler bakımından 1. Kısıma bakılmalıdır (15.- Öneri).
Araştırmanın
ilk kısmında, Amerika’da ve Avrupa’da yapılan bilimsel araştırmalarda davaların
makûl sürede sonuçlandırılmasında veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev
bilincinin, özveride bulunmak özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni
oluşturduğu tesbit olunmuştur. Türkiye’de durumun da böyle olduğunu,
araştırmamız açık ve seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Adlî kültürle de çok
ilişkili olan bu tesbitin büyük önemi açıktır.
Hâkimin
güdülenmesini güçlendirmek hususunda ücret ve diğer yardımcı yararlar açısından
bazı tedbirler, geliştirilmelidir (56.- Öneri). Yaptığımız inceleme,
aksaklıkların bir çoğunun uygulamadan kaynaklandığını,
kanunlarda bu aksaklıklara neden olacak nitelik bulunmadığını ortaya
koymaktadır. Uygulama ile adlî kültür arasındaki ilişki, bu araştırmanın 1.
Kısmında belirtilmiştir.
Ana
meselemiz CAS’inin işlemesini özellikle işletmecilik, rasyonellik bakımından
ele almak ve adlî kültürün etkisini ortadan kaldırmak olmalıdır. Bu Önerimiz
CMUK’unun bütün ile ele alınıp, gözden geçirilip, reforme edilmesi gerektiği
hususundaki temel düşüncenizle çelişkili değildir (52.- ter Öneri).
388. Bağımsızlık: Esas mahkemesinde yargılama yapacak olan hakimin tarafsız ve bağımsız olması gereklidir. Bunun yanı
sıra hakim taraflara ve kendisine karşı da objektif
olmalıdır. Hakimin tarafsız ve bağımsızlığını sağlamak
için, meslekten hakim esasının kabul edilmiş olması yerindedir.
389. Mahkemelerin İş Yükü: Uyuşmazlıkları çözmek üzere görevlendirilen hakimlerin ve mahkemelerin sayısı, çözmeleri istenilen
uyuşmazlıkları sonuca ulaştırmaya yetecek kadar olmalıdır. Fazla sayıda işin
bir hakime yüklenmesi onu başarısızlığa götürecek olan
bir haldir. Personel noksanını artıran sebeplerden biri de emekliliktir. Emeklilik yaşı Türkiye şartlarına uygun
değildir.
Ağır
suçların sayıca az olması, basit suçların ise fazla olması, piramide
benzetilebilir. Bu “piramit yapı”, 1995 yılında yeni gelen
işler bakımından korunmuşsa da (DGM % 0,83, Ağır Ceza % 4.56, Asliye Ceza %
46,87 ve Sulh Ceza % 47,31), mahkemeden bir yılda çıkan işin toplam işe oranı
olarak kabul edilen “verimlilik” açısından benzer tesbit yapılamamaktadır (DGM
% 54,5, Ağır Ceza %54,8, Asliye Ceza %54,2, Sulh Ceza %75,0) (Yücel, Yargının
Etkinliği, 21). Verimlilik açısından Ankara, İstanbul ve İzmir
mahkemelerinin çalışmaları arasında farklılık saptanmıştır. Ankara mahkemeleri
en verimli çalışan mahkemeler olarak gözükmektedir. Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunca belirlenmiş olan iş yükü ağır ceza mahkemeleri için yılda
300-350 iken, İstanbul ceza mahkemelerinde bu sayı 496 olmuştur. Asliye ceza
mahkemelerinde belirlenen yıllık iş yükü 700-800 iken, gerçekleşen iş yükü
3619’dur. Sulh Ceza Mahkemeleri açısından ideal iş yükü 1000-1200 iken 3925
olarak gerçekleşmiştir. Kapasite üstü çalışma doğal olarak davanın süresini
olumsuz yönde etkilemektedir (Yücel, Yargının Etkinliği, s. 37).
Görüldüğü
gibi, davaların makûl süre dışında uzamasına neden olan sebeplerin başında, giderek
ağırlığı artan iş yükü gelmektedir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir.
Bu gelişme karşısında hâkim ve savcı sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir
olmaktadır. Ancak, 1. Kısımda da belirttiğimiz gibi, hâkim ve savcı sayısının
artmasının göreceli bir olanak oluşturması dışında, sayı artırmak bakımından
belirli bir düzeyi aşmamak zorunludur. Aksi takdirde, Batılı araştırmacıların
belirttiği gibi, tam tersi sonuçlar meydana gelmekte ve istenen neticeler elde
edilememektedir.
Mahkeme
sayısını artırmaktan ise, işi çok olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı
nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha isabetli olacağı görüşündeyiz. Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün duruşma ve diğer iki gün
de dosyayla ilgili incelemeleri yapması, böylece ara vermelerin kısa sürelere
alınması, hergün duruşmaya çıkmak mecburiyeti altında yorgun düşen ve gerekli
incelemeleri yerine getirmesi ve okuması çok güç hale gelen hâkimin nefes
alması ve görev yapma güdülenmesi sağlanmış olacaktır. Böyle bir halde
ise hâkimler arasındaki iş bölümü makul surette örgütlendirilmelidir.
390. Araç - Gereç: Bilgisayar ağının polisi de kapsayacak şekilde
genişletilmesi ve bu hususta yasal gereklerin tesisi davaların çabuk karara
bağlanmasını sağlayan etkin bir araç teşkil oluşturacaktır (44.- Öneri).
Adaletin
dış görünüşü ile de, güven uyandırması, şarttır. Bunun için gerek mahkeme
salonunun ve gerek hakimin giyim kuşamının bu saygıyı
giderecek nitelikte olmaması gerekir.
391. Basın ve Aleniyeti: Bugün bizde, yargılama yapılırken duruşmada
basın fotograflarının ve televizyon kameralarının faaliyette bulunmasına imkân
verilmektedir. Bazı hâkimlerin kendilerini televizyonda seyretmekten
hoşlandıkları izlenimi hasıl olmaktadır. Bu durum
kesin olarak giderilmelidir; tutum
suçsuzluk karinesine aykırı olduğu gibi, ayrıca iddia ve savunmanın serbest bir
şekilde yapılamamasına da neden olabilir. Ülkelerin bir
çoğunda bizdeki bu uygulama yasaktır. ‘Fransa’da 6 Aralık 1954 tarihli
olup, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu bazı hükümlerini tamamlayan Kanun,
mahkemelerde ses alma cihazlarının, televizyon ve sinema kameraların
kullanılmasını ve fotoğraf çekilmesini yasaklanmıştır. Ancak 11 Haziran 1985
tarihinde neşredilen bir kanun, olayın, tarihi adalet arşivlerinin teşkili
bakımından faydalı olduğu takdirde, celselerde televizyon tesbitine izin vermiş
bulunmaktadır. Bizde de hâkimin takdirine göre bu halde televizyon tesbitine
müsaade edilebilir (52.- bis Öneri).
392. İçtihat: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa
İnsan Hakları Divanınca verilen kararlar, yargılamada mutlaka gözönünde
bulundurulmalıdır. Hukuk Fakültelerinde de ceza muhakemesi hukuku derslerinde
söz konusu içtihatlar konusunda bilgi verilmesi hususunda özen gösterilmelidir
(17.- Öneri).
393. Tek Oturumlu Duruşma: Hakim kendisine
tahsis edilen yargılama süresini en iyi şekilde kullanmasını bilmelidir.
Duruşmanın başlaması ve bir oturumda sonra ermesi için gerekli tedbirleri
almalıdır. Davetler yapılırken dosyanın eksiksiz ve tam olduğu konusuna özen
gösterilmeli ve davet edilen tanık bilirkişi veya başka bir süjenin istenilen
gün hazır bulunup bulunulmayacağı önceden saptanmalıdır. Bütün süjeler için
uygun gün tayin edilmeli ve bütün ihtimaller düşünülerek dosya eksiksiz hale
getirilmelidir. Bundan sonra gün tayini düşünülmelidir. Duruşmaya ara verilmesi
davanın işlem süresini uzatır. İlk celse ile son celse arasında geçen ortalama
gün sayısının 85 olduğu, neticede mahkumiyet kararı
verilirse, sürenin 90 güne yükseldiği fakat beraat kararlarında 72 güne indiği
tespit edilmiştir. Ara verme sebeplerinin başında tarafların gelmemesi yer
almaktadır.
Duruşmalarda
tutanak düzenlenmesi dikte etmek suretiyle yapılmaktadır. Bunun yerine bant
kaydı ve steno kaydı
uygulamasına mutlaka geçilmelidir. Bu kayıtlara dayanarak daha sonra duruşma
tutanağı düzenlenmelidir.
Batı
ülkelerindeki mahkemelerde dosyaların sırada, kuyrukta bekleme süreleri vardır
(waiting line). İş aylarca duruşma sırası beklemekte, ancak sırası geldiğinde
üç, beş saatte duruşma sona ermektedir. Bizde ise, sırada bekleme yoktur. Bütün
davalar bir anda birlikte açılmakta ve bu nedenle trafik düzenlemesi olmayan
bir kavşaktaki tıkanma gibi davalar kilitlenmekte, sistem kavşaktaki trafik
sıkışıklığını yaşamaktadır. Belirli bir ağır ceza mahkemesini, teklif ettiğimiz
sistem içerisinde çalıştırarak belli bir süre sonra davaların daha makul bir
sürede bitirilip bitirilemeyeceği araştırılmalı ve bu mahkeme tipik iş yükü
bulunanlar arasından seçilmelidir.
Tutuklamanın
kanunların gösterdiği şartlara tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan
hakları ve gerekse adaletin kalitesi nedeni ile, çok
önemli bir konudur. Yabancı memleketler uygulamalarında duruşmadan önce
tutuklanmış bulunan kişilere ait davalar, diğerlerine nazaran daha çabuk
bitirilmektedir. Araştırmamız bizde de durumun böyle olduğunu gösteriyoruz
(38.- Öneri). Uygun miktarda önerdiğimiz adlî kontrol uygulaması ve bu gün için
kefaletle salıverilmeye imkân verilmesi hem sanığın özgürlüğünü gereksiz yere
kısıtlanmasını önleyecek ve hem de tutuklamanın getirdiği faydaları
sağlayacaktır.
Hâkimlerin
dava görülürken değişmesi en önemli gecikme sebeplerindendir. Bu keyfiyetin
adaletin kalitesine de etkili olduğunu ifade etmek hatalı olmaz. Bu itibarla
zorunlu nitelikteki sebepler olmadıkça hâkimin değiştirilmesinden sakınılmalı
ve mevcut uygulamadan vazgeçilmelidir (61.- Öneri).
Tanıkların
mutlaka aynı celsede ve birlikte olarak ifadelerinin alınması için, gerekli
olan herşey yapılmalıdır. Bu bakımdan uygulamamızdaki tanık icad etme tatbikatı
da engellenecek ve davanın uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan
daveti gerçekte mümkün olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından,
bu yolla söz konusu uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir.
Kanaatımızca asıl yapılması gereken şey, duruşma gününü sanık avukatı ile
birlikte belirlemek veya sanık avukatına müdafaa için gerekli bütün delilleri
birden sunmak mecburiyetini yüklemek ve bu yolla tanıkların tümünü birden
dinlemeyi sağlamaktır (58.- Öneri).
394. Hüküm: Araştırmamız hürriyeti bağlayıcı cezaların çok önemli bir kısmının, bir yıl ve
bir yıldan az süreli olduğunu ve mahkemelerin, sistematik olarak bu cezaları 647 sayılı Kanunun hükümleri
dairesinde para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve yine çok büyük oranda olmak
üzere, para cezalarının da ertelendiğini göstermiştir. Özellikle basın
davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı, cezanın para cezasına
çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir. Esas itibariyle kısa süreli hürriyeti bağlayıcı
cezaya hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına çevirmek çağdaş
ceza hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu arada para
cezasının ertelemesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına çevirmek ve
bunu da tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok etmektedir.
Kurumları, maksatları çerçevesinde gayeyi kaybetmeden, abartmadan
uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi
temenni olunmuştur (63.- Öneri).
Araştırma
Türkiye’de ölüm cezalarının fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya
koymaktadır. Durum böyle olunca artık bu cezayı mevzuatımız içinde muhafaza etmenin
bir anlamı kalmamıştır. Cezanın ilgası Türkiye’nin dış imajı bakımından da
yararlı olacaktır (62.- Öneri).
647
sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan tedbirler 1961’lerde ceza adaletinin
amaçları bakımından çok önemli sayılarak mevzuata ithal edilmişti. Hürriyeti
Bağlayıcı cezanın itibarını hemen hemen kaybetmiş bulunduğu bir dönemde,
kanunda mevcut olan bu tedbirlerin uygulanamadığını araştırmamız
göstermiştir. Öyle anlaşılıyor ki, kısa
süreli cezayı para cezasına çevirmek hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de
yer alan tedbirlerin uygulanması, daha fazla çaba sarfedilmesini gerektirdiğinden,
bu yola gidilmemektedir. Bu hal mutlaka düzeltilmesi gerekli bir durumdur ve bu
hususta kanunda teşvik edici değişiklikler yapılmaldır. Tedbirler arasında
mutlaka “kamu yararına çalıştırma” eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok
önemle yer almış bulunan bu tedbirin bir an önce kanunlaştırılmasını temenni
ediyoruz (65.- Öneri).
Yaptığımız
araştırma ertelemenin, özellikle 647 Sayılı Kanunun 5. maddesi çerçevesinde
geniş ölçüde uygulandığını göstermektedir. Bu yöndeki uygulama ertelemenin
kural haline geldiğini gösteriyor. Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve
maksadına uygun olarak kullanılırsa toplumsal bakımdan faydalı olur. Bu
itibarla ertelemenin gerektiğince uygulanmasını sağlayacak direktif oluşturucu
Yargıtay kararlarına ihtiyaç vardır (64.- Öneri). Erteleme böylece adeta kural haline
getirildiğinde, uygulanmaması eşitliğe aykırı, adaletsizlik etkisi yapmaktadır.
395. Temyiz Aşaması: Temyiz sebepleri, kriminolojik araştırma açısından,
hükmün ne bakımlardan kanuna aykırı olduğu iddiasını belirler. Bizim usul
sistemimizde kanuna aykırılık sebeplerini göstermek mecburiyeti yoktur, “hükmü
temyiz ediyorum”, demek yeterlidir. Oysa, yabancı
hukuk sistemlerinde sebepleri göstermek mecburiyeti vardır. Bu iki sistem
davanın Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp çoğalması bakımından önemli neticeler
ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin mecburi olduğu hallerde, Yargıtay
incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya daha az başvurulur. Yaptığımız
araştırma, hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen haller arasında başta
gelenlerinin 647 sayılı kanunun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmasındaki hatalara
dayandığını ortaya koyuyor. Tahrik sebebinin uygulanmamış olması veya adi ve
ağır tahrik ayırımdaki hata ikinci ortak hukuka aykırılık sebebidir. Bütün
diğer hallerde yukarda açıkladığımız gibi, temyiz sebebi açıkca
belirlenmemektedir. O kadar ki, incelediğimiz dosyalara göre temyiz edilen dava
sayısı 133 olduğu halde, temyiz layihası ancak 81 olayda verilmiştir. %60
olayda temyiz layihası verilmemiş yani temyiz sebepleri gösterilmemiştir. Diğer
ülkelerde olduğu gibi, temyiz sebeplerinin, temyiz davasında açıkça
gösterilmesini ve sadece bu sebepler dolayısı ile Yargıtayın inceleme yapmasını
önleyen husus insanlarımızdaki yetişkinlik noksanı ve davalarda avukat
bulunmasının zorunlu olmamasıdır.
Temyiz
şartları arasında teminat yatırılması (depo parası) 1985’de kaldırılmıştır.
Sebebi, depo miktarının az oluşu, parayı yatırmak bakımından olan yorucu
işlemler ve tutuklu olanın avukatı bulunmadığı hallerde bu işlemi
gerçekleştirmesinin çok zor oluşu idi. Aslında temyiz yoluna, hakkında verilen
hükmün hatalı olduğuna inanan kişilerce başvurulması ve temyize gitmenin kötüye
kullanılmaması bakımından anlamlı bir teminatın yatırılması uygun olur. Malî
gücü olmayan sanığa adlî yardımda bulunulması usulü de ayrıca ön görülmelidir
(67.- Öneri). Ancak parayı yatırmak hususundaki zorluklar avukatları bizar
etmiştir.
Yargıtayda
duruşmanın, davanın sonuca bağlanmasını uzatmaktan başka bir etkisini kabul
etmek mümkün değildir. Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka aykırılığı tespit
etmekle görevli bir kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden delil ikâme
edilemeyeceğine göre, şifahî izahat verilmesi hâkimleri psikolojik bakımdan
etkilemek dışında bir anlam taşıyamaz. Kaldı ki, mürafaayı adalet
gerektiriyorsa, o zaman hükümlerin hepsi bakımından mürafaayı kabul etmek
gerekir. Davaların lüzumsuz olarak uzatılmasından başka bir sonuç vermesi
düşünülemiyecek olan bu usulden vazgeçilmesi, en azından Yargıtay’da kurumsal
bekleme süresini azaltacaktır. Bu bakımdan, Yargıtaya layiha verecek olan
avukatların belirli bir tecrübeyi sahip olanlardan seçilmeleri uygun mütalaa
edilmiştir (Almanya, Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi) (68.- Öneri). Ancak
Türkiye’da yargıtay üyeleri murafaadan vazgeçilmesine karşıdırlar. Adli
kültürün etkisi ile yıllardan beri var olan bir kurumdan vazgeçmek
istememektedirler.
Yabancı
ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de suçun toplumsal bakımdan meydana getirdiği
zararların, bilimsel usullere göre tesbitine imkân veren metodolojilerin
uygulanması suretile belirlenmesi en azından adlî hizmetler bakımından,
bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini sağlar. Zira bu suretle suçla
mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan irtibatı gözler önüne serilmiş
olur (48.- Öneri).
Böylece
gerçekleştirdiğimiz araştırma sonuçları yanında istifade edilen diğer yabacı
araşırmaların verilerini de yansıtan bu eser, CAS bakımından, bütün unsurları
itibariyle yeniden gözden geçirilme ihtiyacını gözler önüne sermektedir.
Gereğinin yapılmasına en kısa zaman süresi içerisinde girişmesinde büyük millî
yarar vardır.
F. İnfaz İşlevi
396. Cezaların özellikle
hürriyeti bağlayıcı cezaların, tedbirlerin infazı ayrı bir araştırma konusudur.
Araştırmayı doğal olarak CAS’nin bu işlevini ele almamıştır. İleride bu konuda
da benzeri bir araştırmanın yapılması çok yerinde olacak ve Türk infaz
sisteminin geliştirilmesinde büyük yararlar sağlayacaktır.
**NOT: Bu
bölümdeki yazı Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamız tarafından kaynak
olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı kendilerine çok teşekkür
ederiz. Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamıza www.feridunyenisey.com adresinden ulaşabilirsiniz.
© www.kriminoloji.com 2002